İnsanoğlu dünya hayatında toplum halinde yaşama ihtiyacında olan varlıklardır. İnsanın ruh ve fikir yönü, onun asıl özelliğinin, çalışma ve bir şeyler üretmenin ötesinde manevi ve sosyal yönünü muhafaza etme ve bu yönü ile “bir insan mucizesi” ortaya koymasını gerektirmektedir.
Medeniyet ve toplum
Tarih boyunca insan toplulukları, medeni bir hayatı ortaya koyabilmek için öncelikle Peygamberliğin rehberliğine muhtaç olmuşlardır. Çünkü insan, eğitilen ve böylece ruh dünyası gelişebilen bir varlıktır. İnsanın olgunlaşması, büyük ölçüde duygu ve düşünce alanındaki gelişme ile mümkün olmaktadır. Arkasından, sosyal temelli bir birlikteliğe ve yaşama sistemine kavuşması gelmektedir. Bu psikolojik ve sosyolojik gelişme, onun ruh ve fikir dünyasının gelişebilmesi içindir. İnsanın hayat macerası, hayatı sosyal yönden mükemmelleştirme ve bu sistem içerisinde insanı, insani özellikleri ile yaşatma hedefini sağlamak içindir.
İnsanlık tarihi içinde en önemli ve verimli çabalar, insanı sosyalleştirme; yani, ahlaki ve fikri yönüne uygun bir sistem ortaya koyma yolunda yapılan çalışmalardır. Yoksa; ne harplerle alınan topraklar, ne maddi kaynaklara sahip olma ve ne de büyük ve ihtişamlı saraylar kurmak; insanlığın başarıları olarak gösterilemez. Çünkü başarı, toplumsal gelişmeye yönelik çabalardır.
Medeniyetlerin askeri, mali ve siyasi gücünden çok; ahlaki, fikri gücü ve etkinliği, tarih içinde göze çarpan ve özlem duyulan özellikleri olmaktadır. Bunda da ilim, fikir ve sanat adamlarının varlığı kendini göstermektedir. Bu yüzden toplumlar, siyaset ve askeri üstünlükleriyle değil; ahlaki, fikri ve sosyal varlıklarıyla tarihte izler bırakabilmiş ve huzurlu bir dünyayı kurabilmişlerdir.
Kültür ve ahlaktan, iktisadi varlığa dönüşme
İnsanı, ilahi ve sosyal değerlerden uzaklaştırma, şahsına, eşyaya ve iktidara tapma noktasına ulaştırma, ruh ve fikir özelliğinin bastırılması ve dünyevi zevkleri ideal hale getirmesiyle gerçekleşmiştir.
İnsandaki bencillik, eşyaya ve şöhrete olan düşkünlük, onu; ideal ve toplumsal değer ve rollerden uzaklaştırarak, maddenin ve nefsin kölesi haline getirip, sosyal özelliğini kaybetmesine yol açmıştır. Bu durumu, birçok fikir adamı “dünyevileşme” olarak açıklamaktadır.
İnsan, dünya nimetlerinden faydalanma hakkına sahip olmasına rağmen; sadece yeme,içme, mal sahibi olma ve cinsel tatmin elde etme ile sınırlı bir hayat ile, huzur ve mutluluğunu elde edememektedir. Öyle olsaydı, medeniyetler; maddeye, makama ve kişilere taparak insan ve toplumun “değer kaybı” ile bozulması ve çözülmesi ile ortadan kalkmazlardı.
Batı dünyası, insanı yüceltmek ve ahlakileştirmek için kullanılması gereken ruh ve fikir zenginliğini kaybettiği için varlık içinde yokluk çekmektedir. Çünkü varlık, sadece maddi ve kişisel tatmin noktasında kalmakta; ruh ve fikir dünyası gittikçe fakirleşmektedir. Bu durum, insanın kendini heves ve arzularının peşine düşmesine yol açmakta, toplumdan ve onun temel meselelerinden uzaklaştırmaktadır.
İnsan, kendi kendine yetmeyen ve kendi istek ve ihtiyaçları ile, mutlu olamayan bir varlıktır. Başkalarıyla birlikte bir kaderi yaşayan ve onunla değerini elde eden bir “sosyal kanun” içinde varlığını bulabilmektedir. Teknoloji bugün, insanı basit ve ihtiyaçlar çerçevesinde bir hayata yönlendirmekte ve sosyal özelliğinden onu koparmaktadır. İnsanlık, neredeyse; teknolojinin kontrolü altına girmektedir. İnternet ve bilgisayar programları, insanın ihtiyaçlarını ve yaşama kolaylığını sağlamak yerine; ona, kendi mantığını ve insan-dışı duygusuz ve mekanik varlığını kabul ettirmektedir. Bu durum, sosyal ve manevi dünyanın kaybına ve insanın amaçsız ve kuralsız bir hayat yaşamasına sebep olmaktadır. İnsan, küçük çocuklar benzer, “oyuncakları ile mutlu” olmak gibi bir “ilkelleşmeye doğru” gitmekte, bilgi, kültür ve ahlak gibi değerler ile şekillenen hayattan uzaklaşmaktadır.
Artık kendimize gelmemiz, ruh ve fikir ile ön plana çıkan insan gerçeğini yeniden kavrayıp, hayatımızı bir ticari ve siyasi rekabet ortamı haline getiren maddeci ve zevkçi anlayışlardan uzaklaşıp; ahlaki olgunluk, manevi derinlik ve fikri zenginlik ile kendimizi “yeniden imar etmeye” çalışmalıyız.
Prof. Dr. Sami Şener, Mirat Haber