Küresel Düzenin Çatırdayan Sütunları
1945 sonrası dünya düzeni, uzun yıllar “kurallar ve ittifaklar” üzerine inşa edildiği iddiasıyla şekillendi. Ancak bu kuralların, aslında büyük güçlerin çıkarlarını önceleyen esnek yapılar olduğu, ABD’nin küresel hegemonya kurma sürecinde birçok kez görüldü. Bugün Economist, Trump yönetiminin dünya düzenini tamamen bir “pazarlık ve güç siyaseti” eksenine kaydırdığını iddia ediyor. Ancak ABD’nin daha önceki yönetimlerinin farklı yöntemler kullansa da benzer sonuçlara ulaştığını unutmamak gerekir.
Bugün ABD, Ukrayna meselesinde Rusya ve Kuzey Kore ile aynı safta görünerek Avrupa ile arasındaki makası açıyor. Almanya’nın muhtemel başbakanı Friedrich Merz, NATO’nun haziran ayına kadar dağılabileceğinden bahsediyor. Dünya, büyük güçlerin kendi çıkarları doğrultusunda pazarlık yaptığı ve küçük ülkelerin bu süreçte ezildiği bir döneme mi giriyor? Yoksa bu süreç zaten uzun süredir böyleydi de Trump sadece bunu daha açık hale mi getiriyor?
Amerika’nın “Pazarlık Devleti” Olması
Economist, Trump yönetiminin her şeyi pazarlık meselesi haline getirdiğini, Ukrayna’nın madenlerinden Suudi Arabistan’ın güvenlik taleplerine kadar her konuyu bir alışveriş olarak gördüğünü vurguluyor. Ancak Amerikan dış politikası zaten uzun süredir ekonomik ve siyasi kazanımlar üzerinden şekilleniyordu. Latin Amerika’dan Orta Doğu’ya kadar, ABD’nin tarih boyunca müdahil olduğu krizlere bakıldığında, kurallar ve ittifaklardan çok çıkar hesaplarının belirleyici olduğu görülür.
Trump, bu durumu yalnızca alenileştirmiş durumda. Ukrayna’dan 500 milyar dolar talep edip, sonunda belirsiz bir ortak fon anlaşmasına varılması, Washington’un eski yöntemlerinden farklı mı? Irak işgali de “demokrasi götürme” söylemiyle sunulmuş, ancak arka planda enerji kaynakları ve jeopolitik kazanımlar hesaplanmıştı. Bugün ise bu hesaplar artık diplomatik süslemelere gerek duyulmadan açıkça yapılıyor.
Yeni Bir Hiyerarşi mi, Eski Güç Dengeleri mi?
Trump ekibi, güce dayalı yeni bir dünya sisteminin inşa edildiğini düşünüyor. Amerika’nın en üstte olduğu, ardından doğal kaynaklara sahip ve otoriter liderler tarafından yönetilen ülkelerin geldiği bir yapı tasvir ediliyor. Economist, bu sistemi eleştiriyor ancak 1945 sonrası dönemde de Amerikan müttefikleri üzerindeki ekonomik ve askeri baskının benzer şekilde işlediğini göz ardı ediyor.
Soğuk Savaş boyunca Avrupa, ABD’nin Sovyet tehdidine karşı korunması gereken bir bölge olarak görülmüştü, ancak aynı zamanda Amerikan ekonomisinin bir uzantısı haline getirilmişti. Bugün Trump’ın, NATO’yu zayıflatması ve Avrupa’yı yalnız bırakması bir kırılma noktası olarak sunuluyor. Oysa ki Amerikan dış politikası, müttefiklerini her zaman kendi çıkarlarına uygun olacak şekilde kullanmıştı. Şimdi ise bu sürecin yönetim tarzı değişiyor.
Topraklar ve Çıkarlar Üzerine Pazarlık
Economist, Trump’ın yeni dünya düzeninde sınırların dahi pazarlık konusu haline geldiğini vurguluyor. Ancak ABD, geçmişte de sınırları değiştiren bir aktördü. İsrail’in genişlemesi, Balkanlar’daki müdahaleler ya da Irak’ın parçalanması hep Amerikan siyasetiyle şekillendi. Bugün Ukrayna’nın sınırlarının Trump-Putin pazarlığıyla belirlenmesi, yalnızca bu sürecin daha doğrudan bir hal almasıdır.
Economist, Çin’in de benzer bir yol izleyebileceğini ve Tayvan, Güney Çin Denizi veya Himalayalar konusunda pazarlık masasına oturabileceğini söylüyor. Ancak Çin’in ekonomik yükselişi, zaten Amerika’nın kurduğu ve yönettiği küresel ticaret sisteminin bir sonucu değil miydi? Eğer dünya gerçekten bir pazarlık alanına dönüştüyse, bu yalnızca Trump’ın tercihi değil, sistemin işleyiş biçiminin bir sonucudur.
Yeni Düzenin Amerika’ya Maliyeti
Trump yönetiminin, Amerika’nın küresel sistemdeki kazanımlarını zayıflatacağını düşünen Economist, ülkenin küresel ticaret kurallarına bağlı kalmasının aslında ona büyük ekonomik avantajlar sağladığını belirtiyor. Gerçekten de doların küresel rezerv para olması, ABD’ye yıllık 100 milyar dolarlık faiz avantajı sağlıyor. Amerikan şirketlerinin yurt dışındaki 16 trilyon dolarlık iş hacmi, mevcut küresel düzenin bir sonucu.
Ancak buradaki temel soru şu: ABD, kurallara bağlı bir sistemden mi vazgeçiyor, yoksa zaten istediği zaman kuralları eğip büken bir sistemin liderliğini mi yapıyordu? Çin ve Rusya gibi ülkelerin de bu sistemde kendilerine alan açması, Washington’un eski yöntemleriyle elde ettiği avantajların artık eskisi kadar kesin olmadığı anlamına geliyor.
Düzen mi Değişiyor, Yöntem mi?
Trump yönetimi, ABD’nin çıkarlarını doğrudan pazarlık ve anlaşmalar üzerinden yürütme yolunu seçiyor. Economist, bunun küresel kaosu artıracağını ve Amerika’yı da zayıflatacağını iddia ediyor. Ancak esas mesele, ABD’nin gerçekten yeni bir yol mu izlediği, yoksa yalnızca uzun süredir var olan bir sistemi daha açık hale mi getirdiğidir.
Küresel düzenin çöküşü değil, belki de onun gerçek doğasının açığa çıkışıyla karşı karşıyayız. Eğer dünya gerçekten bir “kaba güç” düzenine sürükleniyorsa, bu yalnızca Trump’ın tercihi değil, 1945 sonrası sistemin doğasından kaynaklanan bir sonuçtur.