Filistin meselesinin tarih boyunca sürekli yanlış aktarıldığını belirten Gören, “Dünyanın en büyük ihaneti Filistin’de yaşandı. Filistin vakaları ya hiç doğru anlatılmadı ya da failleri yok edilerek üzeri örtüldü.” dedi. Yüz yılı aşkın süredir büyük bir yalanın sürdüğünü, bu yalanın da bugünün gerçeklerini anlamayı güçleştirdiğini ifade etti.

Gören, 1917 yılının Osmanlı açısından bir dönüm noktası olduğunu belirterek, Enver Paşa’nın Bağdat ve Kutü’l-Amâre yenilgilerinden sonra Bağdat’ı geri almak amacıyla Suriye ve Filistin’de Yıldırım Ordular Grubu’nu kurduğunu anlattı. Bu ordunun başına Alman Genelkurmay Başkanı Falkenhayn’ın getirildiğini söyleyen Gören, 8. Ordu’nun Kress von Kressenstein’a, 7. Ordu’nun Mustafa Kemal’e, 4. Ordu’nun ise Küçük Cemal Paşa’ya bağlı olduğunu hatırlattı.

Halep’te yapılan toplantılarda Mustafa Kemal’in Alman generallere sert tepki gösterdiğini aktaran Gören, bu durumun Enver Paşa’ya gönderilen bir mektupla resmiyet kazandığını belirtti. “Mustafa Kemal, Enver Paşa’ya ‘Bu Alman general derhal alınmalı; Türk evladının kanı üzerinden Alman siyaseti güdüyor. Onu almazsanız Yıldırım Ordular Grubu komutanlığını istiyorum; onun emrinde 7. Ordu’yu komuta etmem, istifa ederim.’ diye mektup yazdı.” ifadelerini kullandı.

Gören, bu süreçte cephede görev yapan isimlerin kimliklerine de dikkat çekti. “7. Ordu’nun başında Fevzi Çakmak, 20. Kolordu’nun başında Ali Fuat Cebesoy, 3. Kolordu’nun başında ise İsmet İnönü vardı.” dedi. Gören, bu isimlerin aile geçmişlerine dair bazı iddialar bulunduğunu da hatırlattı. “Ali Fuat Cebesoy, Müşir Mehmet Ali Paşa’nın torunudur. Nazım Hikmet’le, Türkiye İşçi Partisi Genel Başkanı Mehmet Ali Aybar’la akrabalık bağı vardır. Fevzi Çakmak’ın da Yahudi asıllı olduğu ve vefatından sonra evinin Yahudi cemaatine bağışlandığı, daha sonra da sinagoga dönüştürüldüğü bilinir.” ifadelerini kullandı.

Söz konusu hadiseyi ilk defa Büyük Doğu dergisinde “Dedektif X” mahlasıyla Necip Fazıl Kısakürek kaleme almıştı. Gören, bu yazının ilgili kısmını şöyle aktardı:

1- Birinci Cihan Harbi’nde imparatorluğun çöküşü, Filistin cephesinin birdenbire yıkılmasıyla olmuştur.

2- Evet, Birinci Cihan Harbi’nde Filistin cephesi birdenbire yıkılmış; bu cephe üzerinde her şey, müthiş bir bozgun ve misilsiz bir panik kasırgasıyla altüst olmuş ve neticede bu iş, bütün felâketler bilançosunun yekûn hattını çekerek Türk vatanının istilâsına ve Mondros esaret senedinin imzasına kadar götürmüştür.

3- Acaba Filistin cephesinin ânî çöküşü, dört küsur yıllık Birinci Cihan Harbi’nin her gün üst üste yığılan faciaları sonunda zuhura gelmiş tabiî bir netice midir, yoksa bununla beraber ve bilhassa bundan kuvvet alarak araya giren bir kast ve menfî irade mahsulü müdür?

4- Biz, bütün bir tarih seyrini değiştirecek kadar mühim bu sualin cevabını şöylece veriyoruz ki; imparatorluğu birdenbire dize getiren Filistin cephesinin çöküşü, üst üste yığılı facialar neticesinde, fakat bu faciaların kötü akıbetini biraz daha uzatmanın pekâlâ mümkün bulunduğu bir anda, bulanık şartlardan kuvvet alarak araya girici bir kast ve menfî irade neticesi olarak meydana gelmiştir. Yani, imparatorluğun, o günkü Türk vatanının çöküşünü çabuklaştırıcı bir kast ve menfî irade karşısındayız. Artık siz bunun mânasına ne isim verirseniz veriniz!

5- Cephenin çöküş tarihi 31 Ağustos 1918’dir...

Bu bölümü aktaran Gören, Necip Fazıl’ın tarih hatası yaptığını, cephenin çöküşünün 18 Eylül 1918’de gerçekleştiğini belirtti.

Enver Paşa’nın bu mektuba cevap olarak Falkenhayn’a olan güvenini ifade ettiğini belirten Gören, bunun üzerine Mustafa Kemal’in 6 Ekim 1917’de görevinden istifa ederek Halep üzerinden İstanbul’a geçtiğini söyledi. Gören, “‘Bu benim savaşım değil; komutan olamazsam gidiyorum.’ diyerek Halep’ten ayrıldı ve kendisini ‘âsi bir komutan’ olarak tanımladı.” dedi.

Mustafa Kemal’in ayrılmadan önce kolordu komutanları İsmet İnönü ve Ali Fuat Cebesoy’u Almanların emrine girmemeleri konusunda uyardığını anlatan Gören, bu süreçte Fevzi Çakmak’ın 7. Ordu’nun başına getirildiğini ifade etti.

Gazze’nin Mart-Nisan 1917’deki birinci ve ikinci muharebelerde İngilizlere karşı başarıyla savunulduğunu hatırlatan Gören, üçüncü taarruzun ardından cephede çözülmenin başladığını söyledi. “İsmet İnönü, Kress von Kressenstein’ın emrine verilmişti. İstanbul’a giderken aldığı emir gereği taarruzun ilk günü savaş alanından Ramallah’a kadar çekildi. Bir hafta içinde Gazze düştü.” ifadeleriyle süreci özetledi.

Fevzi Çakmak’ın 8 Aralık 1917 gecesi ordusuyla birlikte Kudüs’ten çekildiğini belirten Gören, Falkenhayn’ın mevzinin terk edilmemesini istediğini, ancak Çakmak’ın “Şimdi çekilmek için en uygun an.” diyerek geri çekilme emri verdiğini aktardı. Kudüs’ün tek kurşun atılmadan İngilizlere teslim edildiğini belirterek, “Belediye Başkanı Hüseyin Bey, yetki belgesini İngilizlere ulaştırmak için bizzat arayışa çıktı ve General Watson nezaretinde surlara İngiliz bayrağı çekildi.” dedi.

Gören, Filistin cephesinde yaşanan çözülmenin yalnızca askerî değil, aynı zamanda siyasî bir çöküşün de başlangıcı olduğunu belirtti. 1918 yılına gelindiğinde Osmanlı ordularının cephe düzeninin bozulduğunu, askerlerin moralinin tamamen çöktüğünü anlattı. Bu süreçte Mustafa Kemal’in İstanbul’a döndüğünü, ardından Vahdettin’in heyetiyle Almanya’ya gidip döndükten sonra yeniden 7. Ordu’nun başına geçtiğini söyledi.

“Eylül 1918 başında Mustafa Kemal beyaz bayrakla İngiliz hatlarına gitti. İki saat sonra geri döndü.” diyen Gören, bu olayın hemen ardından Mustafa Kemal’in ordusunu toplayarak cepheden çekildiğini aktardı. “Nablus’tan başlayıp Dera ve Şam istikametine kadar geri çekilme devam etti.” ifadeleriyle o dönemin kaotik atmosferini anlattı.

Gören, savunma hattının Akdeniz ile Şeria Nehri arasında ikiye ayrıldığını, 7. Ordu’nun çekilmesiyle 4. ve 8. ordular arasında kırk kilometrelik bir boşluk oluştuğunu belirtti. İngiliz süvarilerinin bu boşluktan sarkarak orduları arkadan vurduğunu, 8. Ordu’nun tamamen dağıldığını ifade etti. “Küçük Cemal Paşa, ‘7. Ordu yok, 8. Ordu darmadağın.’ bilgisini alınca çekilmek zorunda kaldı.” dedi.

Mustafa Kemal’in Liman von Sanders’ın “dön ve savun” emrine rağmen geri çekilme kararı aldığını belirten Gören, “Benim hareketimden başka yol yoktur.” sözleriyle bu emre karşı çıktığını aktardı. Enver Paşa’nın Harbiye Nezareti’nde “Mustafa Kemal ordusunu bırakıp kaçtı, kurşuna dizdireceğim.” dediğini, ancak Fevzi Çakmak’ın araya girmesiyle bu kararından vazgeçtiğini ifade etti.

Filistin cephesindeki dağılmanın ardından İngilizlerin hızlı şekilde ilerlediğini anlatan Gören, Mustafa Kemal’in 5 Ekim’de Halep’e ulaşıp Baron Otel’e yerleştiğini, birliklerini Halep’in güneyine değil kuzeyine, hatta kırk kilometre ötesine konuşlandırdığını belirtti. Bu durumu “Halep’i savunma niyeti yoktu.” sözleriyle özetledi.

Vahdettin’e çekilen telgrafta “35 bin şehit, 75 bin esir, 360 top, 800’den fazla makineli, 200 kamyon, 44 otomobil, 89 lokomotif, 468 vagon kaybedildi. Trenlerde bir milyon altın unutuldu.” ifadelerinin yer aldığını belirten Gören, çekilmenin Sykes-Picot hattına uygun biçimde gerçekleştiğini söyledi.

İngiliz ordusunda “Yahudi Tugayı” bulunduğunu ve Balfour Deklarasyonu’nun bu süreçle aynı döneme denk geldiğini hatırlatan Gören, “Yahudi devletinin temeli o günlerde atıldı.” dedi. Mustafa Kemal’in 25 Ekim 1918’de Halep’te Şerif Hüseyin’in milislerine esir düştüğünü, “Bin altın fidye karşılığında serbest kaldı.” ifadeleriyle anlattı.

Osmanlı ordusunun Kafkasya ve Galiçya’da zaferler kazanmasına rağmen Filistin’de ağır bir mağlubiyet yaşadığını belirten Gören, “Katma Muharebesi diye bir savaş hiç yaşanmadı. Sınırlar süngüyle değil, masa başında çizildi.” dedi.

Bu dönemin ardından yaşanan gelişmeleri anlatan Gören, iç isyanlar, Konya hadiseleri ve hilafet tartışmalarına da değindi. “Konya’da 6529 Müslüman asıldı. Bu bir isyan değil, iç savaştı.” ifadeleriyle dönemin trajedisini özetledi.

Gören, Filistin cephesinin çöküşünün yalnızca bir askeri yenilgi değil, Osmanlı İmparatorluğu’nun sona eriş sürecini hızlandıran bir kırılma olduğunu belirtti. 30 Ekim 1918’de imzalanan Mondros Mütarekesi ile Osmanlı’nın teslimiyet sürecinin resmen başladığını ifade etti.

“Rauf Orbay, padişaha göstermeden anlaşmayı imzaladı. ‘O gün deniz çok dalgalıydı, bağlantı kuramadık’ dedi.” diyen Gören, bu olayın sonrasında İngilizlerin 13 Kasım’da 2616 askerle İstanbul’u işgal ettiğini ve kimsenin direnmediğini anlattı.

Mustafa Kemal’in savaş sonrasında İngilizlerle çeşitli temaslarda bulunduğunu belirten Gören, “İngilizlerin Anadolu’da idare kurması hâlinde tecrübeli valilere ihtiyaçları olacağını, göreve hazır olduğunu söyledi.” ifadelerini kullandı. İngilizlerden yanıt alamayınca bu kez yönünü Sovyetlere çevirdiğini, 1920’de Türkiye Komünist Partisi’ni kurarak üç yıl boyunca bu çizgide hareket ettiğini aktardı.

Lenin’le kurulan temaslar neticesinde Moskova’dan altın yardımı alındığını belirten Gören, “Lenin’e Batum’u size veririm, karşılığında beş milyon altın ruble gönderin,” şeklinde bir yazı gönderildiğini söyledi. Bu paranın Anadolu’da otorite tesis etmek için kullanıldığını ifade etti.

Gören, aynı dönemde Hint Müslümanlarının hilafetin kurtarılması için topladığı altınların İngiliz bankaları aracılığıyla Osmanlı Bankası’na gönderildiğini, oradan da Ankara’ya aktarıldığını anlattı. “İngilizler, Müslümanların parasıyla Kemalist yönetimi destekledi.” diyerek bu sürecin çelişkisine dikkat çekti.

İş Bankası’nın kuruluşuna da değinen Gören, Mustafa Kemal’in bu paraları kullanarak kendi ekonomik çevresini kurduğunu söyledi. “Ordudan borç isteyip sonra aynı parayı geri aldı.” ifadelerini kullandı.

Cumhuriyetin ilan sürecine geldiğinde, meclisteki oylamanın anayasal çoğunluğu sağlamadığını, bu nedenle Cumhuriyet’in hukukî meşruiyetinin tartışmalı olduğunu belirtti. “333 milletvekilinden 217’sinin oyu gerekirken 158 oyla ilan edildi.” dedi.

Hilafetin kaldırılmasının da Lozan sonrasında İngiliz baskısıyla gerçekleştirildiğini anlatan Gören, “Lord Curzon, ‘Hilafeti de kaldırmazsanız savaş devam eder’ dedi. Bunun üzerine Haim Nahum Ankara’ya geldi.” ifadeleriyle dönemin dış baskılarını dile getirdi.

Bu gelişmelerin ardından Osmanlı’nın yıkılış sürecinin tamamlandığını belirten Gören, “Hilafet kaldırılamamıştır; meclis reddettiği için feshedilmiştir. Bu bir darbedir.” sözleriyle değerlendirmesini yaptı.

Filistin konusuna yeniden dönen Gören, İngiltere’nin bölgeden çekilirken toprakları Osmanlı’ya değil, siyonist teşkilatlara bıraktığını belirtti. “Bir devlet işgal ettiği topraktan çekilirse o toprak eski sahibine döner. Filistin bize aitti, ama teslim edilmedi.” dedi.

Gören, 1947’de Birleşmiş Milletler’in Filistin topraklarını bölme kararına da değinerek, İngiltere’nin manda yönetimi boyunca Müslümanları ağır vergilerle topraksız bıraktığını, bu toprakların sonrasında Yahudilere satıldığını anlattı.

Konuşmasının sonunda Gören, Osmanlı’nın yıkılışının arkasındaki planın yalnızca siyasî değil, ideolojik bir dönüşüm projesi olduğunu belirterek, “Cumhuriyet ve laiklik, Avrupa’daki Yahudi devrimlerinin devamıdır.” dedi.

Tarihin doğru anlaşılması için Filistin’in kaybının yalnızca bir cephe meselesi olarak değil, İslam dünyasına karşı yürütülen uzun bir medeniyet mücadelesinin sonucu olarak görülmesi gerektiğini vurguladı.