Tarihçi-yazar İbrahim Tatlı, Tarihten Notlar programının 29. bölümünde, Osmanlı Devleti'nin Türkleri ezdiği iddiasını çürüterek, Osmanlı'nın Türk toplumunu yönetme çabalarını ve bu çabalarda karşılaşılan zorlukları ele alıyor. Türklerin boylar halinde yaşama ve liderlerine bağımlı olma eğiliminin, Osmanlı'nın merkeziyetçi yönetimi kurmasını zorlaştırdığını belirtiyor.

Tarihçi Tatlı, Osmanlı’nın, Türk toplumunu birleştirmek için Tımar sistemini uyguladığını ancak bu sistemin, beylerin topraklarını kaybetme korkusuyla direnişlere ve isyanlara yol açtığını; Osmanlı’nın, bu isyanları bastırmak için sert tedbirler uyguladığını, bu durumun da güven kaybına ve eşkıyalığın artmasına sebep olduğunu söylüyor.

Tarihçi Tatlı, Osmanlı'nın Türk toplumunu yönetirken yaptığı hataların devletin zayıflamasına yol açtığını dile getiriyor ve örnek olarak da savaştan kaçan sipahi güruhunu defterden silmek, eşkıyalığın artmasına ve devletin istikrarsızlaşmasına sebep olduğunu aktarıyor.

Osmanlı'da yaşanan bu zorlukların devletin ezici bir yönetim uygulamasından kaynaklanmadığını, Türk toplumunun kendi iç dinamiklerinden ve Osmanlı'nın uyguladığı politikaların olumsuz sonuçlarından kaynaklandığını vurgulayan Tatlı, Osmanlı'nın Türkleri ezdiğini iddia edenlerin aslında Osmanlı'ya ve Türklere karşı düşmanlık besledikleri, gerçeği çarpıttıkları ve yalanlarla toplumu manipüle ettiklerini belirtiyor.

Konuşma metnini tamamı:

Tarihçi-yazar İbrahim Tatlı, Tarihten Notlar programının 29. bölümünde, Osmanlı Devleti'nin Türkleri ezdiği iddiasını çürüterek, Osmanlı'nın Türk toplumunu yönetme çabalarını ve bu çabalarda karşılaşılan zorlukları ele alıyor. Video halinde yayınlanan programın metnini okuyucularımız için hazırladık.

Osmanlı Devleti'nin Türkleri ezdiği şeklinde iddialar var. Bunu genellikle İslam düşmanları ve Osmanlı düşmanları dile getiriyorlar. Osmanlı Devleti Türkleri ezmiştir demek büyük bir yalandır. “Hiç ezmemiştir, çok da iyi yönetmiştir” sözü de eksik bir ifade olur. Sonuçta bazı hatalar ve eksiklikler var Osmanlı tarihinde. Bu meseleye girmek için öncelikle Türk milletinin tabiatı hakkında biraz bilgi vermek lazım.

Bilinen tarihte Türklerin ilk devleti olarak Hunlar var. Daha sonra Göktürkler, akabinde büyük bir imparatorluk olarak Selçuklu İmparatorluğu var. Bunların hepsinde şöyle bir hadise var. Türk milleti - Ahmet Taşağıl Hoca bunu tespit etmiş güzelce - boylardan müteşekkil bir millet. Haliyle bizim milletimiz genellikle kendi başındaki, yani boyunun başındaki beyi tanıyor. Mesela beyin itaat ettiği Kağan'ı tanımıyor veya padişahı tanımıyor aslında. Teşbihte hata olmaz; kurt sürüleri gibi kendi müstakil bölgelerinde ayrı ayrı yaşayan bir millet. Her boyun, başındaki liderle beraber istediği bir bölgeyi tutup orayı benimsediği, diğer bölgelerdeki boylarla çatışabildiği göçebe bir kültür var. Türkler atlı bir millet aynı zamanda ve herkes asker; yaşadıkları coğrafya ise rahatlıkla geçip gidebilecekleri, yer değiştirmeye müsait bir yer. Yani Kore Yarımadası'ndan Almanya'ya kadar, binlerce kilometrelik mesafe, milyonlarca kilometre karelik alan, rahatlıkla savaşabiliyorlar veya bölgelerini terk edip başka bir yere gidebiliyorlar. Böylelikle bir başına buyrukluk söz konusu oluyor.

Şimdi bu kurt sürüleri gibi tabir ettiğim milleti yönetebilmek için aslan gibi bir lider lazım. Ve öyle insanlar da az geleceği için - tarihte de azdır ve her milletin başına da az gelmiştir - bu yüzden bu kendi aralarında gerilim ve çatışmalar daima var olmuştur. Hunlar, Göktürkler, Selçuklular kendi içindeki Türk boylarının isyanları yüzünden yıkılmıştır. Hunların tarihi böyledir. Göktürklerde de Orhun abidelerini okuduğunuzda şunu görürsünüz. Hep bizim Türk boyları Kağanlara isyan etmişler, kağanlar da onları dirlik ve birlik içinde tutmak için mücadele ederek ömürlerini harcamışlar. En sonunda Uygurlar yıktı Göktürkleri, Uygurları da Kırgızlar devirdiler. Selçuklu Devleti'ne de göçebe Oğuzlar isyan etti ve Sultan Sencer'i yendiler. Bu yenilgi devletin çözülmesine sebep oldu. Benim bu hususta bir önermem var. Dede Korkut hikayelerinde dış Oğuz'un iç Oğuz'a asi olduğu boyu büyük ihtimalle Sultan Sencer'in esir düştüğü savaştan ilham almış olabilir. Tabii bu bir kanaat ve görüş.

Şimdi Osmanlı'ya geldiğimizde de hali hazırda göçebelik var. Çünkü Osmanlı ailesinin kendisi de göçebe olarak Türkistan'dan geldi Anadolu'ya. Ve etrafında beyler, belli başlı paşalar var. Bunların hepsi belli göçebe boylarının liderleri veya oradan çıkmış büyük adamlar. Öyle olunca da tıpkı Orta Asya'da olduğu gibi padişahla, Kağan'la, Han'la yarı yarıya ortakmış gibi veya istediği zaman kendi etrafındaki insanları alıp çekip gidecekmiş gibi bir durumda olmaları söz konusu. Osmanlı Devleti küçük bir coğrafyada doğduğu için yavaş yavaş büyüdü ve bazı hastalıklar hemen neş'et etmedi. Diğer devletler yani Göktürkler, Hunlar büyük sahaya yayıldıkları için çok kısa zamanda hemen bozulma kendini gösterebiliyordu. Çünkü hareket alanı vardı. Osmanlı'da hareket alanı daha azdı. Ama genişlemeyle beraber bu arızalar ortaya çıkmaya başladı.

Osmanlı Devleti Balkanlara yayılırken, bir taraftan Anadolu'ya yayılırken Tımar Sistemi diye bir sistem üzerinden toprağı yönetme yoluna gitmişti. Osmanlı’da toprak kimsenin malı değildir, devletin de malı değildir. Devlet Allah adına o toprakların işlenmesi için tanzim eder. İnsanlara dağıtır ve tapu olmayacak şekilde işleme hakkını alarak insanlar o toprakları işler, onda bir vergisini verir. Bunun adı da öşür, yani toprağın vergisi olarak zekât. Bu şekilde bir düzen kuruyor. Ama o zamanlar bizim boyların başındaki beyler hali hazırda Orta Asya'dan beri alıştıkları bir düzeni sürdürmekteler. Öyle olunca tımar sistemine geçmeye kalktığında bazı beyler, toprağını kaybetmiş olarak görüyor kendini ve buna direniş gösteriyor. Mesela diyelim falanca bey Isparta ve civarında şu kadar memleketin beyi. Şimdi tımar olunca o toprakların hepsi orada yaşayan insanlara dağıtılıyor veya ciddi bir kısmı diyelim. O zaman o beyin oradaki hakimiyeti sona eriyor veya daha izafi hale geliyor. Artık o insanların beyi olmaktan çıkıyorsun da Osmanlı'nın bir memuru haline geliyorsun da gibi bir durum. Haliyle o beyler bunu istemiyorlar. Tabii bizim insanımız da beylerini tanıdığı için, bey isyan edince onlar da isyan ediyor. Halbuki onların lehine olan bir şeye karşı isyan ediyorlar. Yani Osmanlı'nın yaptığı uygulama tımar sistemini yaymaya çalışması zararlı ve zalimane bir uygulama değil. Bilakis herkesi tatmin edecek bir uygulama. Hali hazırda o göçebe hastalıkları devam ettiği için insanların bunu idrak etmesi çok zor. Bu da çatışmayı getiriyor. Çatışma olunca da devlet gücünü gösteriyor. Sonuçta isyancılar devlet karşısında daha zayıf olduğu için yeniliyor. Ankara Savaşı sırasında bizim Yıldırım Bayezid'in önceden itaat altına aldığı beyler gidip Timur tarafına geçtiler ve biz savaşı kaybettik. Şimdi onların derdi neydi? “Osmanlı geldi toprağımızı aldı” başka bir şey değil. Bu ihanetin karşılığında beylikleri ellerine geçti, ama isimleri tarihe kötü yazıldı.

Daha sonra Osmanlı tekrar geri geldi ama bu defa eskisi gibi sıkı şekilde tımar düzenini kurmaya çalışmadı. Malum Ankara Savaşı'ndan sonra Fetret Devri oldu. Fetret Devri sırasında Musa Çelebi Edirne'de tahta çıkıyor. Çelebi Mehmet de ona karşı savaşırken Musa Çelebi'nin tımar adı altında topraklarını aldığı beylerle anlaşarak size topraklarınızı geri vereceğim diyerek bu savaşı kazanıyor. Fakat bu topraklar iade edildiğinde bir tür feodalizm veya ona benzer bir durum ortaya çıkıyor. Yani bir padişah var, bir de güçlü beyler var, paşalar var, onların da toprağı var, belli bir hazinesi, para gücü var, askeri var. Neyse ki Osmanlı bir hanedan kurmayı başarmış; babadan oğula bir sistem var ve padişahı koruyan yeniçeri askeri var. O yüzden herhangi bir boyun Osmanlı padişahını hedef alarak onu devirip de yerine geçmeye kalkması gibi bir şey söz konusu değil. Osmanlı bunun önünü kesmiş, ama topraklar genişlerken idarede yeni zorluklar çıkmış. Hatta Fatih Sultan Mehmet İstanbul’u kuşattığında Çandarlı ve onun etrafına toplanmış olan beyler muhalefet ettiler. Fatih de bu hastalıkların hepsine şahitlik etmiş olarak devşirmelere dayalı bir sistem getirmeye mecbur oldu Şimdi bu doğru bir sistem mi? Doğru bir çözüm mü? Değil, eksik bir çözüm. Öte yandan bizim Türk boylarının, beylerinin ve paşalarının sebep olduğu karışıklık, sıkıntı ve taş koyucu hareketleri karşısında bir şey yapmak da şarttı. Sonuçta Fatih Yeniçeri'ye ve Akşemseddin'e dayanarak İstanbul'u alabildi. İstanbul'u aldıktan sonra da bu adamların üstüne gitti ve bir sürü güçlü beyin, paşanın elindeki toprakları alıp tımar olarak kaydettirdi. Böylelikle hem bunların gücünü kırmış oldu hem de devleti halka doğru yaydı. Böylelikle bir Osmanlı memuru üzerinden halk direkt devletine bağlı, devlet de halkını yönetme durumunda. Yani orada bir beyi yönetiyorsun, bey de halkı yönetiyor değil. Halk beyini tanıyor, devleti tanımıyor değil. Gerçekten bir vatandaşlık getiriyor aslında. İdarede de beyleri geri itip devşirmeleri güçlendiriyor.

Fatih’ten sonra gelen ve tahtta uzun kalan İkinci Bayezid ise Cem Sultan'a karşı bazı beylerle anlaşıp tahta çıkar çıkmaz topraklarını iade etti. Güç kazanmak ve onlara dayanmak için yaptı bunu. Onlara dayanma ihtiyacı duyduğundan Fatih'in yaptığını bozdu. Hatta pederim zamanında sehven tımar diye kaydedilmiş diyerek iade ediyor. Fatih'in bunu sehven yapmış olması mümkün değil.

Sonuçta bu hastalığın bir çaresinin bulunması lazımdı. Fatih bunu bulmuş. Tabii ki bunu yeterli göremeyiz. Pratik içerisinde zamanla bunun müsbet yönleriyle beraber kötü yönleri görülüp düzeltilebilirdi ama bunu yapacak Fatih gibi büyük bir adam gelmedi. Yapabilecek kişi Yavuz Sultan Selim'di. Onun dönemi çok kısaydı. Fatih döneminden itibaren devşirme sistemine ağırlık verilerek bürokraside Türk olmayan unsurların öne çıkması hadisesi Türklere karşı yapılmış bir şey değil. Bizim Türk boylarının başındaki beylerin asayişsizlik göstermesinden, birliği bozmasından dolayı Osmanlının artık buna bir son vermek amacıyla bunları geriye itip başka bir unsurla dengelemesidir. Yapacak başka bir şey yok. Mutlaka bunları durduracak bir şey yapılmalıydı. İlerde bundan doğacak hastalıklar da tedavi edilebilirdi ama maalesef bunu farkına varıp çaresine bakacak kimseler gelmedi ve bazı yanlışlıklar artık bir kere başlamış olarak sürmeye devam etti.

Tımar sisteminin tatbiki sırasında bizim boy beylerinin itirazlarından bahsetmiştik. Doğuda Safeviler ortaya çıkınca orada gidecek yerleri var diye düşünenler çıkıyor. Şah İsmail ve sonraki Şah Tahmasb’ın adamları da gelin, biz size hanlık vereceğiz diye çağırıyorlar. Bizim beylerden bazıları da bütün obayı, boyu alıp götürüyor. Gittikleri yerde ise hanlık yerine havalarını aldılar. Yani kendilerine hanlık vs. bir şey verilmedi. Bu arada ezilip gittiler. Bugün İran'da hala o gün bugündür Türkler aşağılanan bir millettir. Halbuki kendi memleketlerinde kalsalardı gerçekten beylik olacaktı. Osmanlı'nın bir parçası olarak bey gibi bey olacaklardı ama olmadı.

Görüldüğü gibi hem devşirme hem tımar sistemi el ele bir şekilde Fatih'ten itibaren daha sıkı uygulanmaya başlandığından dolayı ona itirazlar ve isyanlar hep oldu. Bunun “Osmanlı Türkleri ezmiştir” gibi bir iddiaya delil olması mümkün değildir. Bu iddia etrafında Celali isyanları ve bu isyan hareketlerin çok sert şekilde bastırılması çok kullanışlıdır ama orda da tımarları elinden alınanların isyanı söz konusudur.  Malum Haçova Savaşı'nda harp meydanından kaçan binlerce tımarlı sipahi güruhu var. Bunları Osmanlı Devleti tımar defterinden silmiş. Bu da yanlış bir uygulama. Niye? Çünkü yaklaşık 30 bin kişiyi bir anda sokağa atmış gibi oluyorsun. Bunlar asker, savaşmayı bilen adamlar. Tamam savaştan kaçmışlar ama silah kullanmayı biliyorlar. Kısa zamanda bunlar eşkıyaya dönüştü ve devletin başına daha büyük bela oldu. Belki onları bölüp parçalayarak ayrı ayrı yerlere sürüp eritmeyi deneyebilirdi Osmanlı veya affedebilirdi de. Siyasette bunlar mümkün. Ve zaten bir şeyin kâğıt üzerinde doğruluğundan ziyade maslahat olarak uygulanabilirliği ve getireceği kâr ve zarar da düşünülmeli. Siyaset dediğimiz şey de burada devreye giriyor. İnsanların zarar görmemesini sağlamak, fayda devşirmesini sağlamaktır. Osmanlı orada büyük bir hata yapmış. Ve bu eşkıya devletin başına bela oluyor. O kadar ki çok şen’i eşkıya olmuş adamlar. Artık kendi milletinin, din kardeşinin, kadınlarının ırzına geçecek hale gelmişler. Böyle namussuzluklar olmuş. İnsanlar köyleri terk etmiş, şehirlere kaçmışlar. Artık tarım, vergi toplama vesaire her şey bozulmuş. Devlet düzeni alt üst olmuş. En sonunda Osmanlı çok sert bir tedbirle Kuyucu Murat Paşa’yı gönderdi ve 100 bin kelle aldı. Devlet ezdi geçti ama bu defa da hem nüfus kaybı oldu hem de kalplerde dehşet uyandı. En kötüsü ise insanlar devlete güvenini kaybetti. Bazı tarihçiler Kuyucu Murat Paşa'yı tenkit eder, bu kadar insanı öldürdü diye. Bu Kuyucu Murat Paşa'nın suçu değil. Çünkü işler o raddeye vardığı için başka türlü çözülemezdi. Başlangıçta binlerce kişinin tımar defterinden silinmesi hata olarak tenkit edilebilir.

Sonuç olarak Türklerin boylar halinde yaşıyor olması, buna alışmış olmaları ve Osmanlı'nın Anadolu'da genişlerken birliği sağlayabilmek için insanları itaat altına alması gerekliliği, bununla beraber bu insanları idare ederken tımar sistemini getirmesi ve bu sisteme karşı beylerden gelen itiraz ve isyanlar, ister istemez bir gerilim ve çatışma doğurmuştur. Bundan dolayı devletin aldığı tedbirler, sert uygulamalar, bu milleti ezmek, hele hele bu millete düşmanlık anlamına asla gelmez. Çünkü Osmanlı da Türk ne diye kendi milletine özellikle düşmanlık etsin?

Devşirmelerin Türkleri hor gördüğüne dair kayıtlar var. Bu doğru. Bunun esası neye dayanıyor? Ankara Savaşı'nda Yıldırım Bayezid Han'ı Türkler terk etti, bizim beyler ihanet ettiler. Zaten Göktürkler ve Hunlar'da da meşhurdur bizim boyların kendi kağanlarına, hanlarına ihanet edip Çinliler tarafına geçmeleri. Onun benzeri bir şey gene olmuş. Savaşın sonuna kadar Yıldırım Bayezid'i terk etmeyenler sadece Yeniçeriler ve bunların hiçbiri Türk değil. Haliyle adamlarda şöyle bir kibir olmuş: “Biz sultanı terk etmedik, siz terk ettiniz.” Kibirlenmeleri haksız. Ama adamlar terk etmemiş bir de o var. Şimdi bu ne olacak ve terk edenlerin durumu ne? Bu alçaklık değil mi? Karamanoğulları sürekli Osmanlıya ihanet ediyordu. Kimileri der ki: Karamanoğulları Türkçe konuşuyormuş! Osmanlı sanki Arapça konuşuyordu. “Karamanoğulları çok bir Türk’tü, Osmanlı Türk değildi.” İyi de Karamanoğulları bu kadar Türk’tü de hem kendi dininden hem de kendi milletinden olan Osmanlı'ya karşı Avrupalılarla niye iş birliği yaptı. Allah rızası için bir gavurla ettikleri kavga yok ama ne hikmetse hep Osmanlıya ihanet ettiler. Hatta yemin edip utanmdan, yeminini bozdukları da vaki. Bu kadar da düşük insanlar. Fatih ne yapmış? Bunları sürmüş. Şimdi bunları sürgün etti diye zulmetmiş mi oldu? Tamam biz buna zulüm diyelim. “Ne yapılmalıydı?” diye soralım. Bunun cevabı yok. Fatih yapılabilecek neyse bunu yapmıştır. Bunları sürmüş, dağıtmış, olay budur. Yoksa adamlar orada durduğu süre boyunca adamların tarihi Osmanlı ile komşu ve Osmanlı ihanetten ibaret. Belki başkası olsa, belki Timur olsaydı hepsini yok ederdi. Tabii ki biz böyle bir çözüm olmalıydı demiyoruz.

Bahsettiğim gerilimden dolayı çıkan çatışmalar Osmanlı tarihinin yükselme dönemi ve duraklama döneminde hep devam etti. Bu çatışmanın olmadığı dönem az. Osmanlı yeri gelmiş tımar sistemini işletemediği dönemlerde iltizam, malikane gibi sistemlere geçmiş. Burada kibre kapılmış devşirmelerin insanları hor görmesi, bazı mültezimlerin ve malikane sahiplerinin halka eziyet etmesi söz konusu. Bu, Osmanlı'nın eziyet olsun diye aldığı bir karar değil. Bu vergiyi toplamaya çalışıyor, işleri tanzim etmeye çalışıyor ama işler yolunda gitmiyor çünkü total olarak Osmanlı'da bir bozulma var. 1600'ler, 1700'ler, Osmanlı'nın artık baştan sona bir reforma muhtaç olduğu dönem. Adeta bir inkılaba ihtiyaç var ama bu yapılamadığı için problemler üst üste yığılıyor. Sadece belli bir yönetici kesim tıpkı şimdi olduğu gibi rahatı yerinde, altta kalanın canı çıkıyor. Bu durumlar oldu ama bunların hiçbirisi Osmanlı'nın Türk milletine zulmettiği, bunları ezdiği anlamına gelmez. En fazla idarede hatalar ve yanlışlıklar, eksiklikler, bozukluklar dile getirilebilir.

En sonunda II. Mahmud devletin bütün kötü gidişine bir çare bulabilmek için devşirmeleri ortadan kaldırdı, Yeniçeri'yi yıktı. Yeni bir bürokrasi kurdu ama onlar da tekrar bir Yeniçeri oldu ve kısa zamanda bir tür bürokratik oligarşiye dönüşerek devşirmelerden daha kötü oldular. Bu modern bürokrasi bugün de hala öyle. Şimdi Osmanlı'yı yıkıp da Cumhuriyeti kurdular da Cumhuriyet kurulunca Türk milletinin başı göğe mi erdi? Gene köyünde, şehrinde bu millet horlanan, ezilen bir millet oldu. Asıl Cumhuriyet döneminde ezildi zaten. Osmanlı'nın iyi zamanlarına baktığınızda, bu millet gerçekten abad olmuş. O tımar sisteminin iyi uygulandığı zamanlara baktığınızda, her bir adamın aşağı yukarı 200 dönüm bir toprağı var. 200 dönüm çok büyük bir rakamdır. Bundan onda birini vergi olarak veriyor ve gayet rahat geçiniyor bu insan. Osmanlı'nın belli dönemlerinde zekât verilecek fakir bulunamadığı için başka Müslüman memleketlere gönderiliyormuş toplanan zekatlar. Devletin onda bir olarak aldığı zekât ayrı, onu zaten devlet toplar. Ama bir de kırkta bir var, bunu alacak fakir bulunamıyor.

Son olarak, Osmanlı Arap'tı gibi saçmalayanlar var. Onlara göre Şah İsmail güya Türk'tü, Osmanlı Arap’tı! İki devlet arasında yapılan yazışmalara baktığınızda İran'dan gelen mektupların hepsi Farsça, Osmanlı'dan giden mektupların hepsi Türkçe. Ama Osmanlı Arap, Şah İsmail de Türk oluyor! Maksat sırf mugalata. Şimdi bunu söyleyenler yanlış, asılsız bir şey söylediklerini bilmiyorlar mı? Biliyorlar. Mesele buna inanacak bir salak bulmak. Sonra onun yanına başka bir salak gelir, derken bunu bir gerçeklik olarak artık piyasada gezdirirlerse sana düşen bir yalanı sürekli çürütmeye çalışmak. Halbuki insanlara düşen bir hakikati ortaya atmaktır. Bilerek bir yalan söyleniyor, biz uğraşıyoruz bununla. Buradaki hadise de bundan ibaret.