İktibas

Yakın tarihimiz; herkesin bildiği sırlar

Abone Ol

Gazeteci-Yazar Yaşar Gören’in üç cilt, ‘Bir Gazetecinin Kaleminden Belgelerle Yakın Tarihimiz – Enver ve Mustafa Kemal’in Kitabı (1908–1938)’ eseri nihayet elime ulaştı.

Neden geç ulaştı?

Eserin ilk baskısı tükendiğinden, ikinci baskısını beklemek zorunda kaldım.

Okudukça, tarihe meraklı herkesin bildiği fakat sır olarak kalması gerektiğine inanıldığından; açıklamak, açığa çıkarmak, konu etmek, mesele haline getirmek istemediği önemli, çarpıcı, bilmeniz gerektiğini düşündüğüm tarihi gerçekleri sizlerle paylaşmayı düşünüyorum.

Kitap hakkında ‘Propaganda’ YouTube kanalından bilgi sahibiydim.

Programların bazı bölümlerini yakın çevremle paylaşıyordum.

Paylaştığım yakın tarihçi akademisyen Profesör; “Yeni bir Fesli vakası…”

Alaylı tarihçi daha alaycıydı:

“Ben tarihi yirmi yıldır akademisyenlerden takip ediyorum. Halil İnalcık, İlber Ortaylı, Erhan Afyoncu, biraz da Murat Bardakçı… Sen de öyle yap. Boş ver abur cubur ideolojik sallamaları...”

Yaşar Gören, “İthaf ve Teşekkür” başlıklı giriş bölümünde kitabı neden yazdığını anlatıyor:

Devlet-i Aliyye-i Osmaniyye

“Tarihte kurduğumuz en büyük devlet Osmanlı İmparatorluğu’dur. Aslında adı Osmanlı İmparatorluğu değil, Devlet-i Aliyye idi. Yani Yüce Devlet…

Üç kıtaya yayılmış bir cihan devletiydik. Avrupa’nın ortasına kadar topraklarımız vardı. Rusya’nın güneyi, bugünkü Ukrayna, Deşt-i Kıpçak bizimdi. Romanya, Bulgaristan, Sırbistan ve Batum bize aitti. Yunanistan’ı saymıyorum; çünkü Yunanistan diye bir devlet yoktu, o topraklar da bize aitti.

Arabistan, Musul, Bağdat, Arnavutluk bizimdi. Afrika’da Fas, Cezayir, Tunus, Libya, Mısır, Sudan, Somali ve hatta Çad bizimdi. Mozambik’in kuzeyindeki Şeyseller Adası Valisi İstanbul’dan gidiyordu.

Basra, Kuveyt, Katar Devlet-i Aliyye-i Osmaniyye’nin toprağıydı.

Filistin, Gazze, Şam, Halep, İsrail bizimdi. Ürdün diye bir devlet yoktu ve o topraklar da bizimdi.

7. Ordu Komutanı Mustafa Kemal’in Filistin’de savaş alanından kaçmasıyla başımıza gelen korkunç yenilgi her şeyin sonu oldu.

Devlet-i Aliyye kendi ordusunun ihanetine uğradı. Hainler kurtarıcı pozuna bürünerek galiplerle topraklarımızı paylaşmayı kendilerine yakıştırdılar. Ama hala 10 milyon kilometre kare toprağımız vardı. Lozan’da 10’da 9’unu, İngiltere, Fransa, İtalya ve Yunanistan’a verdiler. Galipler geriye Anadolu’yu ve Trakya’nın küçük bir kısmını bıraktılar.

Bu kitap, bu benzersiz ihanetin kitabıdır…”

Yaşar Gören kitabını tamamladıktan sonra uzun süre bastıracak yayınevi bulamayınca bazı bölümlerini sosyal medya hesabından paylaşmaya başlamış.

Paylaşılan bölümler üzerine ADD - Atatürkçü Düşünce Derneği savcılığa, isimsiz şahıs CİMER’e şikâyette bulunmuş.

İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nın, 7 Ağustos 2024 tarihli “Atatürk’ün Hatırasına Alenen Hakaret” başlıklı soruşturması;

“…Düşünceyi açıklama özgürlüğü, sadece genel kabul gören, zararsız ya da önemsiz sayılan düşünceleri değil, aynı zamanda halkın bir kısmı tarafından benimsenmeyen, rahatsız edici, endişe verici veya sarsıcı düşünceleri de kapsar. Somut olayda paylaşımın atılı suçun unsurlarını oluşturmadığı anlaşılmıştır.

Bu nedenle, CMK’nın 172. maddesi gereğince kamu adına kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir.”

CİMER’e yapılan isimsiz ihbar;

“ Yaşar Gören’in 22 Nisan 2025 tarihli beyanında özetle; “paylaşımları kendisinin yaptığını, Cumhuriyet ilanının da Mustafa Kemal’in Cumhurbaşkanı seçilmesinin de yaşa dışı olduğunu, çünkü 1876 tarihli Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’na göre rejimin değiştirilmesi için 3’te 2 çoğunluğun gerektiğini, 29 Ekim 1923’te Meclis’te 333 millevekili olduğunu, Cumhuriyet edilebilmesi için 217 milletvekiliin oy kullanması gerektiğini, Meclis’te o gün o kadar milletvekili olmadığını, toplantı nisabının 167 olduğuun, Cumhuriyet ilan edilmesinin ve Mustafa Kemal’in Cumhurbaşkanı seçilmesinin kanunsuz olduğunu, ayrıca Resmi Gazete’dse bu ilanın yayınlanması gerektiği, bunun da yapılmadığını, üzerine atılı suçlamaları kabul etmediğini beyan ettiği, tüm ihbar dosyası incelendiğinde, paylaşımlarda suç ve suç içerikli bir eyleme rastlanılmadığı, dolayısıyla suçun yasal unsurlarının oluşmadığı anlaşılmakla, İhbar edilen hakkında kamu adına soruşturma yapılmasına yer olmadığına…” karar verilmiştir.

“…Bu kitapta, haklı gerekçelerle, delillerle, belgelerle heykelleri yıktığımı göreceksiniz.

Mason’a ve Yahudi’ye ‘hürriyet kahramanı’ demeyeceğim. İttihat ve Terakki’den cemiyet ya da parti değil, terör örgütü olarak bahsedeceğim. On yılda devleti ve imparatorluğu yıkan bu haydutları ‘vatan kurtarıcısı’ diye övmeyeceğim.

Gagavuz Enver, hürriyet kahramanı değil; kendi devletine savaş açmış, eşkıya bir teröristti. Selanik Emniyet Müdürü öz eniştesini yanında kahve içerken öldürtecek kadar gözü dönmüş bir katildi.

İbrahim Temo, Manyasızade Refik ve Telgrafçı Talat ile birlikte İttihat ve Terakki’nin yöneticisiydi. Bu ekip, Macedonia Risorra Mason Locası’nın Maşrık-ı Azamı Yahudi avukat Emmanuel Karasu ile Osmanlı İmparatorluğu’nu yıkmak için çalışmıştır.

Mustafa Kemal, Kazım Karabekir, İsmet İnönü gibi tarihi aktörlerini de hem Mason hem de (İttihat ve Terakki) terör örgütünün üyeleri olarak görmekteyiz. Bu aktörler daha başından itibaren Müslüman düşmanı olarak şekillenmiş ve devlete savaş açmışlardı.

… Mason localarında, Yahudi mahfillerinde veya yabancı istihbarat bürolarında üretilmiş yalan ve yanlış düzmece fikirleri kurtarıcı öğütler zannediyorlardı.

Avcı taburlarının nereden ve nasıl kışkırtıldığı bilinmeyen 3 gün süren isyanını bahane ederek ordularla ve Makedon teröristlerle beraber İstanbul’a saldırdıklarında 3. Ordu’nun Kurmay Başkanı Mustafa Kemal 28 yaşında, 2. Ordu’nun Kurmay Başkanı Kazım 27 yaşındaydı.

Mustafa Kemal’in Hareket Ordusu adını verdiği bu tuhaf güruh Taşkışla’yı bastı, Bulgar terörist Sandanski’nin öncülüğünde, teslim olan 4 bin Osmanlı Askerini şehit etti.

Abdülhamit’i tahttan indirip esir olarak Selanik’e götürüp hapsettiler.

Devleti ele geçirmiş İttihatçı genç subaylar, Turan İmparatorluğu fikriyle büyülenmişlerdi. Dimyat’a pirince gitmeye heveslenirken evdeki bulgurdan olacak kadar akılsızdılar…”

Yaşar Gören kitabın girişinde;

“Akademi görevini yapmadı; tarih yazmadı. Akademinin yazdığı tarih, tarih değildir. Bunun sayısız sebebi vardır. Cahit Arf bu sebeplerden birini şöyle açıklar…” diyerek Cahit Arf’in cümlesini akademisyenlere kapak mahiyetinde tam sayfa veriyor:

“Öğretim üyesi arkadaşlarımız iyilerdi hoşlardı ama çoğunun bilime dair bariz bir ilgisi yoktu.

Asıl hedefleri, profesör olmak, dekan olmak, senatoya girmek, rektör olmaktı. Yani bilim peşinde değil, rütbe peşindeydiler.”

Recep Yazgan, Milat

{ "vars": { "account": "UA-216063560-1" }, "triggers": { "trackPageview": { "on": "visible", "request": "pageview" } } }