İştirak ettiğim İmam Buhârî Sempozyumu vesilesiyle dinin ikinci temel kaynağı ve İslam'ın pratiği olarak dinin birinci kaynağı olan hadisler hakkında hem izlenimlerime hem ilmî hükümlere yer vereceğim. Alt başlıklarla mevzuları hülasa etmeye çalışacağım ve "Sonuç" bölümüyle mevzuyu bağlayacağım.

Sahîh-i Buhârî ve Kütüb-i Sitte

Allah Resûlü’nün 63 yıllık hayatının tecessüm etmiş hali olan Sahîh-i Buhârî’den bahsetmek istiyorum. Buhârî (ö. 256/870), o kadar makbul görülmüş ki, beş yüzün üzerinde şerhi yapılmıştır. Ümmet, Sahîh-i Buhârî üzerine ittifak etmiştir. 

Buhârî’ye verilen değer, Hz. Peygamber’e gösterilen değerdir. Buhârî’yi eleştirenler ise sağlam duvara çarpmış gibi etkisiz kalmışlardır. Bilhassa çağımızda, modernizmin dinî değerlere saldırısı Buhârî’ye de yönelmiştir. Ancak bunların bir temeli yoktur. Sadece şüphe tohumu ekmek isterler. Yani ilmî, ahlâkî hiçbir dayanakları yoktur. 

Buhârî’de illa ki kusur arayanlar ve böylece ümmetin Kur’ân’dan sonra ikinci kaynağına gölge düşürmek isteyenler ise, başta oryantalistler olup, onların İslâm ülkelerindeki temsilcileri reformist-modernist zihniyette olanlardır. Aralarındaki organik ilişkiyi belki isbat edemeyiz, ancak fikrî ilişkinin isbatını yapabiliriz. Dini kendi akıllarına uydurmaya çalışan reformistlerin saçmalıkları maalesef ileri boyutlara varmıştır.

Buhârî’de 7500 civarında hadis var. Hepsi sahih ve güvenilir hadislerdir. Bu mükemmelliğe ancak parmak ısırılır. Tek tük hadisler üzerinde yapılan bazı itirazlar ise hadis âlimlerince geçersizlikleri isbatlanmış olup, bazı hadisleri tercihi ise Buhârî’nin ictihadı olarak görülmüştür. Yani Buhârî Hazretleri yapması gerekeni yapmıştır. Onun müctehid bir hadis âlimi olarak bazı tercihlerde bulunması pek tabiîdir ve bu husus rivayet ettiği hadislere herhangi bir gölge düşürmez. Malûm olduğu üzere sahih hadis kriterleri de müctehid mezhep imamlarına göre bazı farklılıklar göstermektedir ve bu husus ictihadîdir. 

Buhârî Hazretleri’nin hadis seçerken kriterleri ağır olup mezhebî tercihi bunda etkili değildir. Ancak hadisleri tertip ederken (bab başlıkları) kendi anlayışına göre yapması ise pek tabiîdir. Zaten hadisler sadece Sahîh-i Buhârî’den ibaret değildir. Buharî’nin de en başında yer aldığı altı meşhur hadis kitabı olan Kütüb-i Sitte vardır. Kütüb-i Sitte’yi sayalım: Sahîh-i Buhârî, Sahîh-i Müslim, Sünen-i Nesâî, Sünen-i Tirmîzî, Sünen-i Ebî Dâvûd, Sünen-i İbn Mâce. Ayrıca bu sayı dokuz hadis kitabı (Kütüb-i Tis’a) sayısına ulaşır. İlâve üç hadis kitabı şunlardır: Dârîmî’nin es-Sünen’i, İmâm Mâlik’in Muvatta’ı, Ahmed bin Hanbel’in Müsned’i. Dokuz hadis kitabı haricinde de sahih hadisler vardır. 

Elimizde yeterli miktarda sahih hadis rivayetleri var ve bunların geneli bize bir bakış açısı verirken, az sayıda hadis üzerinde ister senet, ister metin açısından olan tartışmalar dinin esasını ve ŞARÎ’nin murâdını anlamamıza mâni teşkil etmez. Belki hadis uzmanları ve fakihlerin kendi aralarında dinin inceliklerini ve hikmetlerini anlamak için bir rahmet olur. Ancak görüyoruz ki, hadisler üzerinde İbn Hacer Askalânî, Bedrettin el-Aynî, Ali el-Karî ve benzeri hadis âlimlerinin yaptıkları tahriçlere itibar etmeyen ve sağlam geleneğe kıymet vermeyenler, hikmet değil ihanet peşinde koşmaktalar. Sorun çözmüyorlar sorun üretiyorlar. Kendi anlayışsızlıklarını, idraksizliklerini etraflarına bulaştırmaya çalışıyorlar. Bunların bir kısmı da “tarihselcilik” bataklığında debelenip duruyorlar. Onların ideolojileri de modernist-tarihselcilik olmaktadır.

Büyük âlimlerimiz (mezhep imamlarımız veya büyük hadis âlimleri) belli bir usulleri olan zâtlardır. Onların kitapları sadece rivayet kitapları değildir. Kitaplarındaki bir ifadeye veya rivayete göre onları doğru değerlendiremeyiz ve buradan yola çıkarak eleştiremeyiz.
İbn Haldun Üniversitesi’nin 1-3 Kasım 2019 tarihlerinde tertip ettiği Uluslararası Sahîh-i Buhârî Sempozyumu’nun ilk gününe iştirak ettim. Yolda ve üniversitede bazı gönüldaşlarla da karşılaştım. Onlarla da fikrî ve ilmî sohbetlerim oldu. Sempozyum arasında Siirt Üniversitesi’nden Hamit Sevgili ile yaptığım mülakat ise Aylık Dergisi’nin Ocak 2020 tarihli sayısında yayınlandı. Sempozyumda tuttuğum notları ve bazı hadislere bakışımızı sizlerle paylaşmak istiyorum. 

Önce Edep ve Usul

Suriye asıllı olup, Suudi Arabistan’dan gelerek Türkiye’ye yerleşen büyük hadis âlimi Muhammed Avvâme, ahad hadislerin güçlü zan ifade edeceğini, bazı hadislerin âlimler tarafından genel kabul görmesinin sıhhatine delil olacağını söyler ve şu edebe işaret eder: “İmamlarımızı dakik bir şekilde araştırmalıyız. Birtakım garip şeylerle karşılaştığımızda onlara iyi niyetle ve dakik yaklaşmalıyız.”

Buhârî’nin bazı anlaşılmayan hadislerine dakik bir şekilde yaklaşılınca onda herhangi bir zayıflık olmadığı birçok tebliğde ifade edildi. Buna rağmen, “Selefî Elbânî, Buhârî’de sekiz hadisi eleştirir, ben bu sayıyı ikiye indirdim.” diye rahat tebliğ sunanlar da oldu. Bu hususu İbn Haldun Üniversitesi İslâmî İlimler Fakültesi Dekanı Bilal Aybakan’a oturum arasında sordum. Bilal Hoca bana şöyle dedi: “Kendi değerlerimizi eleştirirken çok insafsız oluyoruz. Halbuki başkalarının değerlerini eleştirirsen seni yerin dibine sokarlar.” 

Buhârî’yi eleştirmeye kalkanlar, Buhârî’nin otoritesini artırmaktan başka bir neticeye gidememişlerdir. Bu husus tarihte de böyle idi, bugün de böyle olmaktadır. 

İrfan Gündüz Hoca şu acı gerçeği de açıklıkla ifade etti: “Bizim aramızdan satılmış zihniyette hocalar çıktı. ‘Tek kaynak Kur’ân.’ dedi. Sonra da deist olarak öldü, gitti. Yaşar Nuri Öztürk’ten bahsediyorum. ‘Sahih hadis sayısı 17 tanedir.’ dedi bu adam. ‘Hadisler yolda kaybolmuş.’ dedi. Halbuki Sahabîler hadisleri içmiştir. İttiba, sadece tâbi olmak, izinden gitmek değil. Kendi kişiliğini eritip, onun şahsiyetinde dondurmandır. Âdeta aynılaşmaktır. Sünneti yok etmek isteyenler, aslında Kur’ân’ı yıkmak istiyorlar. Sünnet olmazsa zekât veremeyiz, hac yapamayız. Üstad Necip Fazıl bir beytinde şöyle diyor: ‘Kubur faresi hayat, meselesiz gerçeksiz/Heykel destek üstünde, benim ruhum desteksiz.’ Bizim ruhumuzu desteksiz bırakmak isteyenlere karşı hakikî ilim adamlarına ihtiyaç vardır.”

Buhârî’nin Yöntem ve Metodu

Buhârî Hazretleri’nin hadis ilminde yöntem ve metodu ilk ve çığır açıcıdır. İkinci büyük hadis kitabının müellifi İmâm Müslim, İmâm Buhârî’yi ilim ve haşyeti üzerine ayaklarından öpmek istemiş. Buhârî’nin isnaddaki titizliği çok ileridir. Onun isnad sistemi bir başlangıç olup bir çığır açmıştır. Hem bir hadisçi, hem bir fakih olarak ifadeleri güvenilirdir. Fakihliği ise kendi ictihadı ile bağlıdır. Bu açıdan bazı hadisleri özellikle tercih etmiştir; ancak bu hadisler sahihtir. Hadisteki ictihadı ile fıkıhtaki ictihadını farklı değerlendirebiliriz. Onun mezhebi yaşamadığı için biz hadisçiliğini nazarı dikkate alırız. “Hadisçiler eczacıdır, fıkıhçılar doktordur.” tesbiti içinde Sahîh-i Buhârî’ye bir hudut çizebiliriz. Ancak bu husus Buhârî’nin sağlamlığına kusur vermez. Hadislerde Buhârî başta gelir, ancak Sahîh-i Buhârî’den başka hadis kitaplarını da dikkate alırız. Buhârî, rivayette güçlü olduğu kadar cerh ve tadilde de güçlüdür. Zayıf görünen bazı ravilerden hadis almasının sebepleri vardır ve bu çeşit raviler de köprüyü geçenlerdir. Buhârî’ye özel bir metod olan “hassas seçicilik” yapmıştır ve bu açıdan bakınca onun tercihine hak verilir. Onun bu metodunu anlayanlar, ravinin özel durumundan dolayı tercih edildiğini de görür. Buhârî bunu bilerek ve özellikle yapar. Buhârî’nin bu yöntemi (intikâ’-dakik seçim metodu) bilinmeden yapılan eleştiriler haksızdır. Buhârî Hazretleri, yetkin âlimlerin anlayacağı gizli işaretler ve remzler kullanmıştır. Hakikî âlimin dilinden ancak hakikî âlimler anlar, hesabı...

Hadisler ve Edebî Zevk

Cezayir’den gelen Dr. Muhammed Taibî, Arap diline âşinalık ile Sahîh-i Buhârî hakkında tereddütlerin giderileceğini anlattı ve enteresan tesbitlerde bulundu:

“Arapçayı öğrenmek başka, dil zevki-edebî zevk (selîka) sahib olmak başkadır. İlk asırlardan sonra fasih Arapça (selîka) kayboldu. Kur’an, Arapça’nın belâgati üzerine indi. Daha sonra edebî zevk kalktı. Buhârî’yi suçlayanlarda dil ve edebî zevk cehaleti var. Edebî zevk olmayınca Buhârî’deki hadisler akla aykırı anlaşılıyor. Buhârî’yi eleştirenler ve zayıf yerinden yakaladığını zannedenler, kendi cehaletlerini ortaya seriyor. Şu anki Araplar da Arapça’yı bilmiyor, onlar da sözlüğe bakıyorlar. Bir Ebû Cehil, Kur’an tefsirini İbn Kesîr’den daha iyi bilirdi, ancak küfrü seçti. Dil, gramerle anlaşılmaz, fasih bir şekilde anlaşılır. En çok şüpheler dilden geliyor.”

Muhammed Taibî, Hz. Peygamber’in şiddetli bir infialini edebî bir zevk içinde şöyle yorumluyor:

“Peygamberimiz vahiy kesilince şiddetli bir üzüntü içinde kendini dağdan atmaya kalkmış, buna teşebbüs etmiş. Peygamberliğini isbat için bu hadis araştırılmalı. Bu korku ve ‘Beni örtün!’ diye titremesi onun Peygamber olduğunu gösteriyor. Çünkü ne olduğunu bilmiyordu. Bu olay, sahte peygamber iddiasında bulunan bir kimse olmadığını isbatlıyor. Korku içinde ‘Beni örtün!’ demesi, onun peygamberlik iddiasının doğru olduğunu isbatlıyor. Dehşet duygusu içinde, ona görünen melek mi, cin mi diye soruyordu. O dahi bilmiyordu. Edebî bir zevk içinde olaya bakalım. Size sorsam Allah, Cebrail’i (as) gönderiyor, sonra vahyi kesiyor. Bu durumdaki kişi, Allah beni Peygamber olarak görmedi, benden peygamberliği geri aldı diye kuşkuya düşer mi? (Vahiy kesilmesi bir rivayete göre üç yıldır.) Bu durumda insan kendini dağdan aşağı atmaz mı? Aniden Cebrail (as) geliyor, ‘Allah seni terk etmedi!’ diyor. Duha Suresi’nde geçiyor. Onun intihar denemesi, peygamberliğin ona geldiğini isbatlıyor. Yalancı peygamberler böyle bir şey söylemedi ve yapmadı.”

Her oturumdan sonra müzakereci gelip tenkidlerini yapıyor. Yukarıdaki konuşmanın müzakerecisi ise, bu tebliğdeki iddiaların hadis ilminde yerinin olmadığını söyledi. Halbuki söylenenler doğrudan ilim mevzu olmayıp, edebî zevk ve hikmet mevzuudur. Ayrıca ilim de bunun aksini isbatlamış değildir. İfrada kaçmamak şartıyla nazar-ı dikkate alınmalıdır. 

Muhammed Avvame Hoca âhâd hadisler mevzuunda, “Âhâd hadisler güçlü zan ifade eder. Bazı âhâd hadislerde nazarî (yakinî) ilim ifade eden karine vardır.” der. Mevzuyu biz misallendirelim: “İslâm beş esas üzerine kurulmuştur.” hadisi âhâd hadistir. Ancak yakînî (kesinlik) ifade eder. Zira yakînî ifade etmesi için karine oluşmuştur. Karinesi ise Kur’an’dır. Hadisteki o anlam Kur’an’da olduğu için yakînî ilim meydana gelmiştir.

Hadis külliyatının hemen tamamını teşkil eden âhâd hadisler (haber-i vâhid) üzerinde duralım. “Bir veya birkaç kişinin haberî” anlamının yanında, “mütevatir seviyesine ulaşmayan haber” mânâsında da kullanılmıştır. Hasen veya sahih derecesinde olabilirler. Zayıf seviyesinde kalan da olabilir. İlk dönem de, zaptı ve sözü güvenilir tek kişinin rivayeti kabul edilirken, sonraki dönem doğan ihtilafların da tesiriyle ammenin rivayetine aykırı olan tek kişinin rivayeti kabul edilmemiştir. Âhâd hadisler, ravilerin sayısı bakımından meşhur, aziz ve garip diye üç kısma ayrılır. Sözüne ve zabtına güvenilen bir kişinin verdiği haber, dinde delildir. Bu hususta Buhârî’de bir bölüm vardır. Mezhep imamların da kriterleri biraz farklılık arz eder. Ancak güvenilir bir yolla rivayet edilen haber-i vâhidler dinde delil olduğu hususunda İslâm âlimlerinin çoğu ve özellikle hadisçiler ittifak etmiştir. Hatta itikadî konularda bile delil olur, ancak zannî özelliğinden dolayı karşı taraf tekfir edilemez.

Zayıf hadis mevzuunda şunu hatırlatalım. Zayıf hadis, hadis değil mânâsında olmayıp, senedindeki ravinin zapt veya adl yönünden bir eksikliğine işaret demektir ve rivayet yine de hadistir. Hadisin sıhhat derecelendirmesinde sahih ve hasen hadislerden sonra gelir. Zayıf hadis, başka bir hadis bulunmadığında delil olur ve ümmete bir kolaylık ve rahmet vesilesi olur.

Sahih-i Buhârî’yi Tanıyalım

Sahih-i Buhârî üç bölümden oluşur. Bab başlıkları, Ta’lîkât ve Tam Senedli Sahih Hadisler. Birincisi: Bab başlıklarıdır. Burada Buhârî kendi ictihadına göre bölümler açar ve ona göre hadislere yer verir. Burada rivayetlerle kendi ictihadını birbirinden ayırmak gerekir. Mesela Buhârî, “İman Artar ve Eksilir” diye bab başlığı koyar ve bu başlık altında verdiği hadisleri de böyle anlamak gerekir, der. Bu yorumu-ictihadı ise kendine aittir. İmâm-ı Azam’ın yani Hanefî mezhebinin görüşü bu mânâda olmayıp ise özetle şöyledir: İman tasdiktir, bölünme kabul etmez. Ayetlerdeki artma ve eksilme ise yakînîlik ve takva olarak ele alınır. Bu açıdan iman kuvvetlenir, zayıflar ancak niceliği açısından artma ve eksilmez göstermez... Demek ki Buhârî’nin bab başlıklarında yaptığı ictihadı kendi ictihadı olarak görmek gerekiyor. Nasıl ki İmâm Mâlik hadis alanında ilk uzman kişidir. Muvatta bu hususta ilk eser sayılır. Ancak hadis başka İmâm Mâlik’in ictihadları başkadır. Mesela İmâm Şafiî ve İmâm-ı Azam Ebû Hanîfe onun (İmâm Mâlik’in) ictihadlarını eleştirir... Buhârî, nihayetinde müctehiddir ve Ehl-i Rey kesimine sert bakar, Ebû Hanîfe eleştirisi yapar. Hanefî mezhebinin usûlü ile Buhârî’nin hadis usûlü farklıdır. Bunlar ictihad farkıdır. Buhârî, fıkhî kanaatlerini bab başlıklarında verdiği için, “Buhârî’nin fıkhı tercemelerinde bulunur.” sözü şöhret bulmuştur.

Sahih-i Buhârî’nin ikinci bölümü Ta’likât bölümüdür. Buhârî bu bölümde ictihadını verirken hadisi özet olarak alıyor. Bu bölümde, daha önce senedini tam verdiği hadisin senedini veya metnini tam vermiyor. Bu hususu anlamayan kişi Buhârî zayıf hadis kullandı diye yanılgıya düşebilir.

Buhârî’nin üçüncü bölümü ise sahîh hadisleri oluşturur. Hepsi tabiri caizse ak-pak ve her türlü şüpheden uzak sahih hadislerdir. Kitabın aslını oluşturan ise, Buhârî’nin tam senedini verdiği hadisleri oluşturan bu bölümdür. Yaklaşık 7500 hadis vardır. Bizim de Sahîh-i Buhârî’den aldığımız hadisler bunlardır.

Buhârî’nin, Kur’ân-ı Kerîm’den sonra en güvenilir kitap olarak kabul edilen tam adı “el-Câmiu’s-Sahîh” olan eserini yazmasına vesile olan rüyayı da nakledelim:

III. (IX.) yüzyıla kadar meydana getirilen hadis külliyatı sahih hadislerin yanı sıra hasen ve zayıf hadisleri de ihtiva etmekteydi. Buhârî’nin hocası İshak b. Râhûye, sadece sahih hadisleri ihtiva eden muhtasar bir kitaba duyulan ihtiyaçtan söz etmişti. Buhârî o günlerde bir rüya gördü. Elindeki bir yelpaze ile Hz. Peygamberin huzurunda onu serinletiyordu. Rüya tabircileri bunu Hz. Peygamberi ona isnad edilen yalanlardan koruma şeklinde yorumladılar. Bunun üzerine Buhârî el-Câmiu’s-Sahîh’i topladığı 600 bin hadisten seçerek meydana getirdi. Eserin hacmini büyütmemek düşüncesiyle sahih hadislerin tamamını kitabına almadı.” (M. Yaşar Kandemir, el-Câmiu’s-Sahîh, DİA)

Buhârî Hazretleri en dakik ilmî ölçülerle birlikte büyük ruhî marifetle hadisleri toplamıştır. İlim ve marifet el ele. Ümmet, Kur’ân hatmi yanında maddî ve manevî sıkıntılara karşı Sahîh-i Buhârî hatimleri yapmıştır.

Fıkıhçının Usûlü mü, Hadisçinin Usûlü mü?

Ehl-i Hadis ekolü ile Ehl-i Rey ekolü arasında metod farklılığı olup birbirlerini eleştirmesi pek tabiîdir. Ehl-i Hadis ekolü, hadisçiler ağırlıklı bir ekol olup, hadisler ile özdeş değildir. Hadisler müstakil ve yukarıda bir yerde dururken, Ehl-i Hadis ekolü ile Ehl-i Rey ekolü hadisleri anlamaya dair müstakil ictihad yapan farklı anlayışlardır. Yani hadisleri rivayet etme ile hadisleri anlamlandırma ayrı işler olup, Ehl-i Hadis ekolü genelde hadisçilerden oluşsa da, bir anlamlandırma işi olduğu için ictihadî bir ekoldür. Ne Ehl-i Hadis ne de Ehl-i Rey hadislerle özdeştir. Keza Ehl-i Rey de fıkıh ilmîyle özdeş değildir. Fıkıh ve hadis ilimleri ayrı ilimlerdir. 

Bu hususta sempozyumda Recep Şentürk’ün şu sözünü aktarmakta fayda vardır: “Hadis konusu hadisçilere bırakılmayacak kadar önemli bir konudur.” Hadisleri doğru anlama davası, İslâm’a muhatap anlayış (BD-İBDA) zaruretine çıkan bir meseledir.

Bu konu ile alâkalı şu hususu da belirtelim. Ülkemizde ilâhiyat eğitiminde okutulan hadis usulünde Hanefî usûlü dışlanır. Daha çok Ehl-i Hadis’in anlayışı esas alınır. Fıkıhçının hadis usûlü ile hadisçinin (Ehl-i Hadis) hadis usûlü farklıdır. Günümüzde ise fıkıhçının yani Hanefî hadis usûlüne daha çok ihtiyaç vardır. Mesela, hadis usulüne göre “müdrec hadis” diyoruz. Tamam da bunun bilgi değeri ne? Bana bunu açıkla. İşte bunu açıklayacak olanlar fıkıhçılardır. 

Hadisler, Hikmet ve Hayattır

“Hadis Müdafaası” olarak sempozyumu organize eden İbn Haldun Üniversitesi’nden başta Serdar Demirel ve Hamza Bekrî ile 29 Mayıs Üniersitesi’nden Ahmed Snober hocalara teşekkürü borç biliriz. “Hadislerin Yeri Tartışmasızdır” diyen ilim ve aksiyon (amel) ehlini selâmlarız.

Sempozyumun açılış konuşmasında İrfan Gündüz Hoca, ilim ehlinde her şeyden önce olması gereken iman ve aşk boyutundan şunu ifade etmiş idi, “Sahih-î Buhârî’yi sevmek, Allah Resûlü’nü sevmektir.” Bu sözü bile eleştirmek cüretinde bulunanlar olmuş. Hadislere karşı olan tartışmacı ve reddedici (indirgemeci) tavrından dolayı Allah Resûlü’ne sevgileri şüpheli olan reformistler, İrfan Hoca’nın bu sözünü eleştiri konusu yaptılar. Bütün hadis külliyatının sembolü mesabesindeki Sahih-i Buhârî’yi eleştirerek tüm hadislere ve tabiî ki Allah Resûlü’nün şeriat koyucu (Şârî’) vasfına ve onun üstün şahsiyetine dil uzatan nasipsiz (imânsız) reformcular, Allah Resûlü’ne olan muhabbetten dolayı onun sözlerini en dakik ölçü ile toplayan ümmetin iftiharı Buhârî Hazretlerini de anlayamazlar.

Hadisler olmadan Kur’ân anlaşılamaz. Allah Resûlü (hadisler) “Yürüyen Kur’ân’dır.” Hem “Kur’âncılık-meâlcilik” yapıp hem de hadisleri önemsemeyenler, Kur’ân düşmanlığı yapıyor demektir. Allah Resûlüne ittiba hakkında bir çok ayet olmasına rağmen sözde Kur’ân’ı özde ise kendi aklını ve modernist anlayışı sevenler bu ayetleri görmezden gelmekteler. Bu konuda bir ayet meâli: “Resûl size neyi verdiyse onu alın, sizi neden nehyettiyse ondan kaçının.” (Haşr, 7) Hz. Peygamberin ictihadını ise vahiy mesabesindedir. Çünkü Allah onu ictihadında hatadan korumuştur. Bundan dolayı sünnet de bir vahiy türüdür. (Vahy-i gayri metlüv)

Bir tebliğde de modernistlerden olan Muhammed Arkun’un, “Sünnet, seçilerek oluşturuldu. Emevîler yaptı bunu. Buhârî Sahîh’ini Emevîlere hizmet için yazdı.” sözleri nakledilir ve eleştirisi yapılır. Konuşmacının da ifade ettiği gibi maalesef oryantalistlerden aldıklarını kendi ülkelerine pazarlayan modernistler var. Bunları Şia da destekliyor. Ülkemizde ve İslâm âleminde durum böyle. Bunun sebebi ise yükselen İslâm’ın önünü kesmek. Onların objektiflik ve bilimsellik diye sundukları ise İslâm’ın kaynaklarını tartışmak ve şüphe tohumları ekmektir. Neticede hakkı karalamayı “bilim” diye bize takdim ediyorlar. “Objektiflik” adına hakka taraftarlık bırakılamaz. Hakka taraf diye kimse de eleştirilemez.

Sempozyumda açılış konuşmasını yapanlardan biri olan Mehmet Görmez’i bazı açılardan biz de eleştirsek bile, reformist bir çizgide ve siyasî-nefsî hesaplarla Hayri Kırbaşoğlu’nun sanal ortamda yaptığı eleştirinin haklı tarafı olamaz. 

Güya hadislere değer veren ancak her işleri çelişkilerle dolu olan Selefîlerin de, hadis külliyatının baştacı olan Buhârî’den rahatsız olduklarını ilave edelim.

Dostlardan gelen, sempozyum daha güçlü olabilirdi, şeklindeki eleştirilerine karşı ise Serdar Demirel Hoca, “Dar sürede verilen tebliğler tam metin halinde kitaplaşınca bu seviyenin daha iyi görüleceğini” beyan ettiler. 

Hadisler, hikmet ve hayat demektir. Hadisler, insandan gelmesi hasebiyle insanın seviyesine daha hitap edici olduğu gibi pratiğin (hayatın) binbir türlü halini de onlarda bulabiliriz. Kendilerine modernist denilenlerin, hadisleri anlamayarak hayatı ve hikmeti ıskaladıklarını, yaşanmaya değer hayata dair bir sistem getiremeyip de devamlı bocaladıklarını, her gün birbirini çelen tenakuzlar içinde yuvarlanıp gittiklerini ifade edelim.

Sonuç

Bize zorla dayatılan modernleşmenin hafızasız ve sürü tarzında, bilime (maddeye) tapan anlayışta bir nesil istediği malûmdur. Hadisler ise, bir İslâm toplumu pratiği demek olup, onlardan hareketle çağımızda bir toplum projesi kurmamız şart. Bu ise kuru kuru ölçüleri tekrar değil, Kur’ân ve Sünnet ölçülerinden hareketle kurulacak çağımıza özgü bir dünya görüşüdür, uygulamaya yönelik bir sistemdir. Hem geleneği hem yeniliği içinde barındıracak bir sisteme ihtiyacımız var. Çözümün adresi bizce malûm iken (BD-İBDA İslâm’a Muhatap Anlayışı) bu mevzuda somut adımların, araştırma ve tartışmaların yeterli olmadığını da ifade edeyim. 

Modernistler (reformistler), Batı emperyalizminin bilim anlayışını ve onların cari olan hukuk sistemini (sekülerizm) arkalarına alarak, Müslümanları ve onların geleneklerini (sahih hadis külliyatı dahil) bombardımana tabi tutuyorlar. Onların, “taklid ve gelenek karşıtlığı” söyleminin altında, kendilerinin seküler ve rasyonalist aklı yatmaktadır. Bu akıl, İslâm’ın selim aklı değildir ve zaten İslâm’ın imanından da uzaktırlar. Tek korkuları da Üstad Necip Fazıl’ın yeşerttiği ve Salih Mirzabeyoğlu’nun (İBDA) sistemli hâlde yürüttüğü imanlı İslâm gençliğinin zuhurudur. Hem gelenekçi, hem devrimciyiz!..

Baran Dergisi 684. Sayı 
20.02.2020