Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ikinci askerî darbe olarak bilinen 27 Mayıs 1960 darbesinin ardından Kemalistler tarafından 16-17 Eylül 1961'de Adnan Menderes ve arkadaşları idam edildi.
Menderes bugün hatırlanıyor, rahmetle anılıyor ama hakkıyla değil. Ve bu zulüm hâlâ devam ediyor; Kemalizm varlığını koruduğu sürece, Menderes’in hesabı da tamamlanmamış sayılır. Bu intikam, salt geçmişin hesabını görmek değil; yüzyıllık zulmü sona erdirip, İslami bir düzenin, gerçek adaletin ve hakikatin hâkim olduğu bir sistemin kurulmasıyla mümkün olacak.
Menderes'in idam vetiresi
Menderes, 27 Mayıs 1960’ta Kütahya’da Albay Muhsin Batur tarafından gözaltına alınarak Ankara’ya götürüldü. Yassıada’da diğer Demokrat Parti üyeleriyle hapsedildi ve Cemal Gürsel başkanlığında kurulan Milli Birlik Komitesi ile Darbeci Kurucu Meclis’in denetimindeki Yüksek Adalet Divanı tarafından yargılandı. 13 davadan yargılanan Menderes, “Bebek Davası” dışındaki tüm davalardan suçlu bulundu. 9 ay 27 günlük yargılama süreci sonunda Menderes ve 13 arkadaşı idama, 31 kişi ömür boyu hapse mahkum edildi; diğer sanıklara ise çeşitli oranlarda hapis cezaları veya beraat verildi.
16 Eylül’de Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan, sabahın erken saatlerinde idam edilirken, Menderes 17 Eylül’de İmralı Adası’nda sağlık muayenesini yapan doktor heyetinden “sağlam” raporu almasının ardından idam sehpasına çıkarıldı. Komutanın odasında idam kararı kendisine tebliğ edildiğinde, dudaklarından dökülen sözler hâlâ hafızalarda yankılanır: “Allah, milletimize zeval vermesin.” Din görevlisiyle birkaç dakikalık bir sohbetin ardından beyaz gömlek giydirildi ve saat 13.21’de idam edildi.
27 Mayıs’ın cuntacı mahkemesi, sadece Menderes’i değil, aynı zamanda halkın iradesini ve İslami değerleri de hedef almıştı. 1990 yılında Türkiye Büyük Millet Meclisi, Menderes, Polatkan ve Zorlu’nun itibarlarını iade etti. Ancak zulmün gölgesi, tarih sahnesinde hâlâ silinmemiştir. Menderes’in iki defa hayatının sonlandırılması, aslında bir milletin hafızasında kapanmamış yaraların ve Kemalizm’in oluşturduğu zulmün sembolüdür.
İdamın arka planındaki sebepler
27 Mayıs darbesiyle başlayan zulüm zincirinin kurbanları arasında Başbakan Adnan Menderes, Fatih Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan yer alıyordu. 1950 seçimlerinde ezici çoğunlukla iktidara gelen Demokrat Parti’nin icraatları—Ezanın aslına çevrilmesi, Kur’an kursları ve İmam Hatiplerin açılması—ordu çevresinde rahatsızlık teşkil etmişti; başka kayda değer bir sebep yoktu.
DP’nin milletvekillerinin çoğu CHP kökenliydi; Menderes de dahil. Onların yaşam tarzı, sosyal hayatları CHP’lilerden farklı değildi. Sadece halkın değerlerine ve dine saygılıydılar; Cumhuriyetin yeniden dindarlaşmaya ve din ile barışmaya başlayan neslini temsil ediyorlardı.
İktidara gelir gelmez Ezanın Arapça okutulması ve dini açılımlar, CHP içinde ve orduda tepkiye yol açtı. DP, buna rağmen halkın taleplerini göz ardı etmedi. “Atatürk’ü Koruma Kanunu” gibi CHP'nin bile çıkarmadığı yasaları DP çıkarmışsa da kendisine kâr etmedi.
DP, CHP’nin seçkinci siyasetine karşı, halkın arasına indi. Köylüye ve şehirliye ulaştı; onları hem ekonomik bir özne hem de vatandaş olarak muhatap aldı. Halkın sevgisi ve desteği, partiyi kucakladı; adeta, Hasan Bülent Kahraman’ın ifadesiyle, Demokrat Parti halkı kucaklamadı, halk Demokrat Parti’yi kucakladı.
Köylülerin sokağa çıkma yasağından nerelere...
1923 sonrası uygulanan öyle tuhaf ve seçkinci yasaklar vardı ki, tek parti CHP’nin halkı nasıl hor ve hakir gördüğünü gözler önüne seriyordu. Ankara’da Yenimahalle örneğinde olduğu gibi, yabancı elçiliklerin bulunduğu semtlere köylülerin, fakirlerin girmesi jandarma tarafından engelleniyordu; Türkiye’nin fakirliğini yabancılara göstermek istemiyorlar, keyfi bir şekilde halkı sokaklardan men ediyorlardı. Resmi bir kanun yoktu, tamamen keyfi uygulamalar vardı.
Böyle bir ortamda halkın isteklerini yok saymayan Demokrat Parti iktidara geldi. Onlar, halkın içine indi, köylüye ulaştı, yaptığı yatırımlar ve geliştirdiği iç-dış politikalarla 10 yıl boyunca Türkiye’yi yönetti. Belki darbe olmasaydı, 10 yıl daha halkın iradesiyle iktidarda kalacaklardı.
Ama Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ikinci askerî darbe gerçekleşti. Celal Bayar da dahil, Mustafa Kemal’in eski başbakanlarından bazıları, 10 yıl boyunca halkın verdiği iktidarı gasp eden cuntacı subaylar tarafından iktidardan düşürüldü ve yargılandı. 6-7 Eylül olayları gibi kışkırtmaların sorumluluğu Demokrat Parti’ye yüklendi; fakat darbenin asıl nedeni ezan ve Kur’an kurslarıydı.
Darbenin habercisi işaretleri göremeyen Menderes, ordunun darbe yapacağını hiç tahmin etmedi. Üstad Necip Fazıl’ın uyarılarını da dikkate almadı. Yassıada mahkemeleri boyunca, Menderes ve arkadaşları işkenceye, dayağa ve kötü muameleye maruz kaldılar; “Düşükler” diye lakaplar takıldı ve bir anda vatan haini ilan edildiler.
27 Mayıs 1960 darbesi, TBMM ile birlikte Büyük Doğu’nun kapısına da kilit vurmuştu. Birkaç ay sonra Necip Fazıl 1.5 yıl zindana kapatıldı; zindanda ‘Zeybeğin Ölümü’nü yazdı. 1964’te Büyük Doğu’nun 11. devresini açtı. Adnan Menderes’in hatırasına kaleme aldığı, derginin birinci sayısında yayımladığı ‘Zeybeğin Ölümü’ şiiri nedeniyle tekrar takibata uğradı; sorguya alındı. Takibata alınacağını bile bile şiiri yayınlamıştı.
27 Mayıs'ta Necip Fazıl da yargılanıyordu
O dönemde 27 Mayıs mahkemelerinde Necip Fazıl da yargılandı; “Örtülü ödenek” davası sebebiyle savunma yaptı. Kendi yaşamı ve harcamalarını açıkça anlattı; Adnan Menderes’in kendisini kullanmadığını, aksine DP iktidarının menfi etkileri yüzünden birçok imkânının ellerinden alındığını, maddi ve manevi olarak zor durumda bırakıldığını ifade etti. Büyük Doğu’nun bu dönemde uğradığı haksızlık ve baskılar, Menderes’in mücadelesiyle doğrudan bağlantılıydı. Her ikisi de halkın iradesi ve milli değerler uğrunda bir sınavdan geçirilmişti.
27 Mayıs darbesi ve Menderes’in idamı, yalnızca bir siyasi olay değil; halkın iradesine, dine ve milli değerlere karşı işlenen derin bir zulmün sembolüdür. Mahkemeler, işkenceler, dayanılmaz muameleler, yıllar sonra itibar iadesiyle telafi edilemeyecek bir miras bırakmıştır. Bu miras, Menderes’in hatırasını ve Büyük Doğu’nun mücadelesini anlamak isteyenler için hala derslerle doludur.
Menderes'i 5816 da kurtaramadı
27 Mayıs darbesi ve Menderes’in idamı, Türkiye Cumhuriyeti tarihinde sadece bir darbe olmanın ötesinde, halkın iradesine, dine ve milli değerlere karşı işlenmiş bir zulmün en sert örneklerinden biridir. Demokrat Parti’nin milletvekilleri arasında dindar olmayanlar dahi yıllarca hapislerde sürgün edildi. Bütün bu baskılar, esas olarak Ezan’ın aslına çevrilmesi ve Kur’an kurslarının açılması gibi adımlar yüzünden gerçekleşti.
Ne yazık ki, Menderes’i kurtarmaya çalışan hiçbir yasa, “Atatürk’ü Koruma Kanunu” gibi önlemler darbeci zihniyetin elini kolunu bağlamadı. Bu darbe, sadece bir siyasi müdahale değil; Türkiye’de Müslümanların ve halkın temel değerlerinin baskı altına alınmasının simgesi oldu.
Baran Dergisi