Gün, hafta, ay derken takvim yapraklarından bir yılı daha eksilttik ve yeni bir seneye girdik. Klişe cümleler vardır; “falansene, Türkiye ve hem de dünya çapında son derece ehemmiyetli gelişmelere vesile oldu.” gibi... Bu klişe, belki de son yıllarda en çok 2016 senesinin sırtına vurulmaya layık. Biz de hakkını vermek adına bir kez daha ifâde edelim; 2016 senesi, Türkiye ve hem de dünya çapında son derece ehemmiyetli gelişmelere vesile oldu. İçeride ve hem de dışarıda tarihin geri kalanında alâkalı alâkasız birçok insanın bahsedeceği bir sene, böylelikle sona erdi. 2016 öyle bir sene oldu ki, belki de bu yazının tamamlanmasından, şu ânda okumakta olduğunuz dergi elinize gelinceye dek geçen zaman zarfında acaba neler olacak, Allah bilir...

Her ne kadar biz Müslümanlar hicrî takvimi esas almayı arzuluyor olsak da, 2016 senesi yerine 2017 yazacağımız bugünlerde, geçen seneyi belli başlıklar altında kısa kısa muhasebe etmek ve bu muhasebeden elde ettiğimiz ipuçlarıyla gayba, yani 2017 senesine gözümüzü dikmek niyetindeyiz.

Mütefekkir ve Fikir

Dalkavuk, kuyrukçu, hokkabaz, meddah, ham yobaz, kaba softa, taklitçi, ukala, bohem, laubali, mamacı ve gamsızlar sürüsünün “aydın” diye pazarlandığı bir dünyada, elbette fikrin de başına gelmeyen kalmadı 2016 senesinde.

Fikir her ne kadar mücerret olanın aksiyonun yanında dil ile de ifâde ediliyorsa da, biz müşahhas olanı konuşalım. Dünya çapında 2016 senesinde “fikir adamı” olarak kendisinden ziyade fikirlerinden söz edilen kim var? Fikir dediğimiz zaman aydın kadrosunun keyfiyetine bakmak icab eder. Devrimizde, kendisinin aydın olduğunu iddia eden, yahut çevresi tarafından nemalanmak üzere bu şekilde pazarlananlar kimler bakalım?

Siyasîlerin etrafında deryalar tutuşturan dalkavuklar. Bunları yalnız ülkemizde değil, dünyanın her yerinde görmek mümkün. Şartlar, tedbirler ve teşhislerden bihaber olan bu tipin hayat gailesi yaranmaktan ve elde ettiği imkânları muhafazadan ibarettir. Bu bakımdan muhafazakârdır da.

Bir diğeri, bit pazarı pazarcıları. Kaleme aldıkları kitaplar, çıktıkları programlar ve yazdıkları köşe yazılarına bakarak bunları hemen tanıyabilirsiniz. Onlar için varsa yoksa eski olan makbuldür. Devrin eşya, zaman ve mekânda meydana getirdiği değişim ve bu değişikliğe göre yenilenmesi gereken anlayış onlar için mesele değildir. Döner döner Osmanlı’dan bahsederler sıkça. Devlet-i Aliyye’nin tıpkı kendileri gibi anlayışı yenileyemediği için yıkıldığından söz etmezler.

Bir de tarihçilerimiz var elbet. Tarih şuurunu eşeğin semerine yüklenmiş vesika adedine nisbet eden, bizim düzenimizde ancak arşivci olabilecek tarihçiler.

Son yıllarda türeyen bir de böyle çok esprili, şakacı olduğunu zanneden ciddiyetsiz aydınlarımızda var. Onlar, meşreblerindeki hafifliği dışa vurup, benzer meşreblerden sempatizanlar toplamayı, kuru kalabalık popülizmini aydınlık zannedenler. İstihza isimli hastalık cemiyetimize sirayet ettiğinden beri ne yazıktır ki böyleleri cemiyetimizin de sabun köpüğü nev’inden günü birlik gözdeleri.

Bu da bir değişik tür. Ameliyle sözü, vazettiği birbiriyle bağdaşmayan aydınlar. 15 Temmuz gecesi böylelerinin tefrika edilmesine ne de güzel vesile oldu. Millet, darbeyi bertaraf ettikten sonra ekranların ve gazete köşelerinin fütursuz kahramanlarını saatlerce aradı da, bulamadı.

Bilhassa son birkaç senedir popüler olan bir diğer aydın tipi de, ayetlerle hadiseleri kapıştıranlar. Bunlarda biraz evvel bahsettiğimizin “dinci” versiyonu... Bu versiyonun en ileri çeşidinin Pensilvanya’da olduğunu da hatırlatalım. Batı aklının bizim aydınımıza attığı en büyük kazık belki de budur. İtikadî meseleleri tartışmak. Adam hem Müslümanım diyor, hem de inandığı dinin “mutlak”larını çıkıp saatlerce tartışmakta bir beis görmüyor. Bunlar bilhassa ilâhiyat çevresinde yaygın. Bunların bir de gereksiz ve faydasız olanı konuşan tipi de var elbet. Günümüzü alâkadar etmeyen meseleleri çıkıp saatlerce tartışır, üzerine sayfalarca kitaplar kaleme alırlar.

Bugün bilhassa internetin hayatımıza girmesiyle beraber artık birçok kapalı kapı da herkes için açılmış oldu. Bu sayede bizler artık Batıyı ve Batı adamını daha iyi bir şekilde tanıyoruz. Biz Batı adamını tanısak da, herhâlde hâlâ kimsenin kimseyi tanımadığı devirlerde yaşadığımızı zanneden Batı taklitçileri bir türlü tükenmiş değil. Adam sanki bir tiyatro sahnesinde Batılı rolünde oynuyormuşçasına taklitçiliğini sürdürüyor. Trajikomik tabiî... 

Bilhassa muhalif kanadın aydınlarında yaygın olan bir diğer tip de, “doğru”-“yanlış” ölçütünün zıt kutba irca edilmesi. Bir taraf ne yapıyorsa yanlıştır, ne yapmıyorsa doğrusu odur. “Kendine ait iyi, doğru ve güzel kriteri olmayan adamdan aydın olur mu hiç” diyorsunuz belki; fakat ülkemizde oluyor işte. Ki bize göre bu kimse adam da değildir.

Bunların haricinde kendi milletini hor ve hakir göreninden tutun da nefret edenine kadar geniş bir yelpazede bir çok sıfatın kendisine yakıştığı; fakat bir tek fikir adamlığının üzerine bir türlü olmadığı, etiketinde “mütefekkir” yazan nice tip. Fikir çilesine yabancı, ıstırabı bohemliğinden ibaret ibret vesikaları.

***

Bir çağda zamanın nabzını yakalayan, “mihrak” fikir adamı enflasyonu da olmaz esasında. İbda Hikemiyâtında da geçtiği üzere, hakikati bir kişi bulur ve geri kalana tasdik ettirir. Fakat her devirde fikir adamının kim olduğu bilinir ve mütefekkir namzetleri de yetişmek için bu çıtaya nisbetle kendini yetiştirir. Bizim devrimiz ise paradokslar geçidi; fikir bilinmiyor, fikir adamı tanınmıyor ve dolayısıyla da mütefekkir değil, vehmettikleri, vitrindeki “şey”in namzetleri yetişiyor.

2016 senesinin aydın manzarası ve dolayısıyla fikir manzarası böyle. 2017 senesinde ne olur? Merkezinde insan olduğundan ve hakikaten çalışmak gerektiğinden bir sene gibi kısa bir vadede bu manzara değişmeyecektir. En azından meydan sahte kahramanlardan temizlenebilirse, bu da kârdır.

Ekonomi

Dünya, 2008 senesinde yaşanan krizin etkilerinden hâlen kendisini kurtarabilmiş değil. Ayrıca 2008 senesinde yaşanan krize sebeb olan saikler de hâlen yerlerini muhafaza ediyor. Amerika ve Avrupa ekonomisi, büyük bir borç batağına saplanmış durumda. Dünya zaten kapitalizmin tam mânâsıyla yerleştiği 1990’lı senelerden beri bu vaziyette olmasına mukabil, ekonomik hacminin büyüklüğü hasebiyle krizle yeni yeni yüzleşmeye başlamış vaziyette.

Türkiye ekonomisi ise yine TÜSİAD denen sermeye odağının elinde oyuncak olmayı sürdürüyor. Türkiye ekonomisi toplamının %50’sinden fazlasına sahib olan ve elde ettiği kârı da sürekli olarak yurt dışına kaçıran sermaye odağı imtiyazını hâlen koruyor. Türkiye ekonomisi, piyasada dönen parayı bunların cebine dolduracak bir huni şeklinde tasarlanmış olduğundan, devlet tarafından bir müdahale yapılmaksızın bu yarasa sürüsünden kurtulmak da mümkün görünmüyor.

2016 senesi, bilindiği üzere birçok bakımdan Türkiye’nin hem içeriden ve hem de dışarıdan hedef alındığı bir yıl oldu. Bilhassa içeriden yapılan saldırıların hemen hepsinin arkasında Tüsiad grubunun hiç olmazsa sponsor olarak varlığını görmek mümkün. Devlet, ekonomi iplerini çoktan eline vermiş olduğu bu gruba karşı gerekli tedbirleri kriz, istihdam, “yabancı yatırımcı”nın kaçması korkusuyla alamıyor. Neticesi ise Sisifos hikâyesine dönüyor.

***

Kapitalizm, bir yönüyle de Batılıların krallık ve feodalizmden kurtulabilmek için başvurduğu geçici bir çözümdü. Fakat çözüm sürecinde büyük sermaye birikimiyle beraber gücü de elinde toplayan kapitalistler, palyatif bir çözümü kalıcı bir sistem hâlinde dayatmanın vesilesi kıldılar. Dolayısıyla tıpkı Türkiye’de olduğu gibi dünya çapında da sermaye odakları dağıtılmadan, dünyanın içine düştüğü ekonomik krizden kurtulması mümkün değil. Tabiî böylesi bir değişimin gerçekleşmesi için de insan ve toplum meselelerine köklü çözümler getiren sistemli yeni bir anlayış zemini inşa etmek gerekiyor ki, Batı’nın Rönesans döneminden kalma kültür zemini böylesi büyük bir inkişafı meydana getiremeyecek kadar eski ve tükenmiş.

Türkiye’de ise 15 Temmuz’da başlayan ihtilâl sürecine dayanarak senelerdir tehir edilen hesablaşmanın artık yapılması ve bedeli ne olursa olsun ödenmesi karşılığında Türkiye ekonomisinin millîleştirilmesi şart. Ekonomi millîleştirilmeden de diğer bakımlardan bir bağımsızlıktan bahsetmek asla ve asla mümkün değil. 2017, bu bağlamda büyük bir hesablaşmaya gebe.

Basın

Basın, aslında bidayetinden itibaren öyle olsa da, bilhassa 90 ve takib eden yıllardan günümüze kadar gazetecilik dışında her türlü faaliyetin âleti hâline gelmiş vaziyette. Sermaye grublarına imtiyaz bekçiliği etmekle mükellef olan basın, yeri geldiğinde de demokratik sistem dolayısıyla siyasî algı operasyonlarına hizmet ediyor. Buna mukabil yine 2000’li yıllardan beri hayatımızda yer edinen sosyal medya, her ne kadar perdelenmek istense de hakikati faş ediyor. Batı’nın globalizmle beraber hazırlıksız yakalandığı hususlardan biri de bu sosyal medya.

Türkiye özelinde bakarsak, basının en sefil hâlini herhâlde ülkemizde buluruz. İktidara yandaşlık etmek için beceriksiz bir şekilde ekranlarda yalan söyleyen utanmazlar mı ararsın, iktidara çatacağım diye ağzından köpükler saçarak hainlik eden mi? Muvazene bozuk olduğundan ifratta da tefritte de ipin ucu kaçmış vaziyette.

***

İnternet ve televizyonun bu derece çeşitlenmesinden beri gazetecilik kendi muhasebesini yapıp zamanın şartlarına göre kendisini yenileyemedi. Batı’da yeni fikir hamlesi olmadığından ve bizim memleketteki gazetecilik anlayışı da umumiyetle Batı taklidçiliğinden ibaret olduğundan, 2017 senesinde köklü değişimler beklemek mümkün değil.

Ordu

Ordu bahsinin dünya çapında bizim açımızdan ehemmiyeti, elbette ki diğerlerinin sahib olduğu operasyon kapasitesinden ibaret. Dolayısıyla dünya çapında orduların muhasebesine girişmeden, Türk Silahlı Kuvvetleri özeline dönelim. 15 Temmuz gecesi de dahil olmak üzere, TSK, 90 küsur senedir kendi vücudunu “döven” bir yumruktu. Tıpkı diğer bürokrasilere olduğu gibi askerî bürokrasi içine de sızmış olan CIA’nın Türkiye’de faaliyet gösteren âleti FETÖ mensubları, TSK envanterindeki silahları 15 Temmuz tarihinde bir kez daha kendi milletine yöneltmişti ki, siyasî ve millî iradenin ortak bir şekilde hareket etmesiyle, kendi bünyesini hedef almak üzere kalkan yumruk, bu kez bertaraf edildi.

15 Temmuz gecesinden sonra, TSK, tarihinde belki de ilk defa ayıklanmaya başlandı. Tesbit edilen FETÖ mensubları TSK’dan ihraç ediliyor edilmesine de, gözden kaçan öyle bir husus var ki; mesele belki de bu sebeble sathî değil, derin bir probleme işaret ediyor. Cumhuriyetin ilânından itibaren İstiklâl Harbi’nin gazi subaylarından arındırılan ordu, ilerleyen günlerde milletin ruh kökünü kurutmak için yapılan inkılâbların bekçisi hâline getirilmiş ve daha sonra NATO’ya entegre edilmesiyle beraber, kendi milletine yabancılaştırılmışların silahlı kuvvetleri hâline gelmiştir. 15 Temmuz gecesi bu bakımdan bir kırılmadır. O gece milletin tepkisinden çekinen genç bir subayın “siz bizdensiniz, biz de sizden” diye dillendirdiği ifâde, esasında 15 Temmuz sonrası nasıl bir orduya sahib olmamız gerektiğini de son derece açık bir dille izah etmektedir. TSK, FETÖ mensublarından arındırılsa bile, senelerdir kendi öz milletine kapalı kalmış bir müessesedir; tıpkı diğer bürokrasi kademeleri gibi.

***

TSK’nın her bakımdan millîleştirilmesi Türkiye’nin 2017 senesindeki en ehemmiyetli önceliği olmalıdır. 15 Temmuz sonrasında her ne kadar millet ile ordu arasındaki makas kapanmış gibi görünse de, şehidinin arkasından cenaze marşı çalınmaya devam ettikçe, millet bu müesseseyi benimsemeyecektir.

Diğer taraftan, teknik bakımdan baştan aşağı dışa bağımlı ve kısıtlı bir ordudur TSK. Türkiye Cumhuriyeti, orduyu bu bağımlılıktan kurtarmak için gerekiyorsa hakikaten seferberlik ilân etmeli ve ihtiyacı olan ekipmanı hızlı bir şekilde millîleştirmelidir. Buradan biz ikaz etmiş olalım; vakit dar, şartlar çetin. Yarın çok geç olmadan, bugün gereken tedbir alınmalı. Yeter ki milletimize doğru dürüst bir şekilde izah edilebilsin. Canını ve malını dini, milleti ve vatanı mesele olduğunda seferber eden bu milletin, her türlü meşakkati tereddütsüz bir şekilde sırtlanacağından kimsenin şüphesi olmasın.

Dış Politika

S.S.C.B.’nin yıkılmasının akabinde 2000’li yıllar için tek dünya devleti, tek millet, tek kültür, tek din rüyası gören Amerika, 2001 senesinde İkiz Kulelere çarpan uçakların gürültüsüyle bu rüyadan, MalcolmX’in işaret ettiği kâbusa uyandı. Soğuk Savaş, Sovyetler Birliği’ni dağıtmıştı; fakat Amerika’da onarılmaz yaralar açmıştı. Amerikan rüyasının, kapitalizm ve globalizm dolayısıyla dünya çapında yaygın bir vasat hâline gelmesi, aradan geçen zaman zarfında yeni bir rüya görememesi ve gösterememesi, dünya hükümranlığı fırsatını tepmesine sebeb olduğu gibi, eldeki “süper güç” ünvanını da derinden yaraladı. 2016 senesinde Demokratların kaybettiği ve Cumhuriyetçilerin kazandığı seçimler neticesinde Amerika’nın nasıl bir dış politika izleyeceğini 2017 senesinde göreceğiz.

Avrupa’nın kendi içinde barışı tesis edebilmek ve yüzyıllardır akan kanı durdurmak için kurmuş olduğu birlik olan AB, yavaş yavaş dağılmaya başladı. Kendi içindeki farklılıkları üst bir başlık altında bir araya getirerek gaye ittihadı tesis edemeyen Avrupa, 2016 senesinde Birleşik Krallığın AB’den ayrılmasıyla esprisini yitirdi. Birliğin diğer üyelerinde de ayrılık fikrini doğuran bu hareketin 2017 senesinde Avrupa’da ne gibi gelişmeleri peşinden getireceğini göreceğiz.

Çin, kısa adımlarla kararlı bir şekilde büyümesini sürdürüyor. Buna mukabil Uzakdoğu dışında dünya çapındaki dengeleri ekonomi haricinde etkileyebilecek çapta bir güç değil hâlen.

Kırım’ı ilhak etmesinin ardından uygulanan ambargo ve petrol fiyatlarının çakılması ile neredeyse oyunun dışına itilmiş görünen Rusya, Suriye’de yaşanan vekâlet savaşına bizatihi dâhil olarak masaya yeniden bir güç olarak oturmasını bildi. Hattâ özgül ağırlığı dolayısıyla ilerleyen günlerde Suriye’deki tek söz sahibi hâline gelmesini de bildi. Amerika’nın Suriye ve Irak politikasında kendisine partner olarak PKK ve uzantılarını seçmesini de fırsata çeviren Rusya, Türkiye ile işbirliğine giderek, masadaki elini daha da güçlendirdi.

Türkiye’ye gelecek olursak... Bugüne kadar bağımlı ve son derece tutarsız bir dış politika izleyen Türkiye, nihayet güney sınırlarında kurulmak istenen özerk bir Kürt Devleti tehdidi karşısında içine düştüğü vaziyeti idrak etti ve Fırat Kalkanı harekâtıyla masadaki yerini aldı. Son altı senede Amerika’nın ve Amerika’nın içimizde faaliyet gösteren uzantılarının defalarca kez hedefi olan Türkiye, bölgede Rusya ile anlaşarak hareket etmeye başladı. NATO üyeliği, AB adaylığı ve Rusya ile girilen ittifak, Türkiye’nin dış politikadaki alternatiflerini zenginleştirirken, hareket alanını daraltan faktörler olarak sıralanabilir. Türkiye’deki sermayenin de tıpkı devlet bürokrasisine sızmış FETÖ gibi Amerikancı ve Batıcı olduğunu hesaba katacak olursak, Türkiye’nin dış politikada söz sahibi olabilmek için bile millîleşmeye ne kadar muhtaç olduğunu gözler önüne seriyor. Milletten Müslüman ahaliyi ve millîden de İslâmî olanı anladığımızı yeniden hatırlatmaya lüzum yoktur herhalde...

***

Gayr-ı nizamî bir dünya savaşının, beklediğimiz gibi tam da merkezinde yer alıyoruz. Dolayısıyla Türkiye’nin kendi iç meselelerini ve millîleşme sürecini ne bahasına olursa olsun bir ân evvel hâl ve fasl etmesi gereken bir seneye giriyoruz. Bundan sonra palyatif çözümlerle Türkiye’nin günü kurtarma lüksü kalmamıştır. Devlet, köklü, esaslı değişimleri son derece kararlı bir şekilde gerçekleştirmek zorunda. Bunun için de devletin varlık sebebinin icabı olarak ferd ve cemiyet arasında muvazene kuracak bir sistemi, hem vasıta ve hem de gaye olarak benimsemesi gerekmektedir. Bu değişimi gerçekleştirememenin birçok kimse için telâfisi olmayacak!

Din ve Millet Düşmanları

Türkiye’de sermayeyi elinde tutanlar ve onların kuyrukçularından müteşekkil bir kesim var ki, bunlar bizim milletimize de, milletimizin ruh köküne de düşmanlar. Bütün derdi cebi ve kurmuş oldukları sunî cemiyet içindeki statüsü olan bu zümre, hiç şüphe yok ki İslâm’a düşman. Tesis edilecek hakiki bir nizamda, sokaktaki köpek kadar kıymeti olamayacak tipler, ellerindeki medya imkânını son haddine kadar istismar ederek İslâm’a saldırmaktalar. FETÖ de bu cemiyetin kafası takkeli bir unsurudur.

Devlet, senelerce bu küfür sosyetesini tesis edebilmek adına işletildi. Ne var ki 15 Temmuz’un mânâsından hissesine zerre miskâl düşen herkesin bilmesi gerekir ki, Türkiye’deki bu düzen artık sürdürülemez!

***

2017 senesinde, muhtemeldir ki, bu zümre ya devlet tarafından dağıtılacak yahut millet eliyle devlet içindeki taraftarlarıyla beraber dağıtılacak.

Toplu Bakış

Dünya, içinde bulunduğumuz çağın meselelerine çözüm getiremiyor. Rönesans döneminde inşa edilen idrak zemini, madde planında israf edilerek tüketildi. Her ne kadar yaptıkları makineler ve yazdıkları yazılımlar tıkır tıkır işliyorsa da, içtimâî nizam aynı derecede tıkanmış vaziyette. Sosyal refah temeli üzerine bina edilmiş olan içtimâî düzen, bir türlü çözüme kavuşturulamayan ve her geçen gün derinleşen ekonomik kriz ile mülteciler tarafından şiddetle tehdit edilmekte. Batı, bu iki tehdit karşısında bir tedbir alamadığı gibi, içtimâî düzenin altına yeni bir temel de inşa etmekten aciz.

***

2016 senesine bakan niceleri felâket görüyorlarsa da, biz uzun yıllar boyunca hatırlanacak, hafızalardan kolay kolay silinmeyecek bir destanın ehemmiyetli dönüm noktalarından birini görüyoruz. Kader sırrı, cemiyetimizi bir yandan hazırlarken, bir yandan da şiddetle terbiye ediyor. Allah, ızdırabını çektirmediği şeyin, nimetini vermez! Madem ki İslâm ile şeref bulacak bir istikbâle inanıyoruz, öyleyse bunun çilesi de, nimetin büyüklüğünce olacak. Yokuşun daha başında olduğumuzu unutmayalım!

***

Üstad Necib Fazıl, “Dünya Bir İnkılap Bekliyor” başlıklı konferansında diyor ki; “Ne gariptir ki, bu devler ve cüceler, ama kıvranan devler ve çırpınan cüceler dünyasında, yine dünyanın beklediği en büyük inkılap işte bu cücelere düşüyor! Ve biz, böyle bir noktadan harekete memur bulunuyoruz. Yani, öyle bir hasta ki, dünyaya devayı getirmek zorunda üstelik…

2016’dan 2017’ye devreden bakiye, işte bu asırlık borçtur.

Aylık Dergisi 148. Sayı Ocak 2017