Uluslararası sistemdeki çöküşün en somut örneklerinden biri, Batı'nın "özgürlük kalesi" olarak pazarladığı ABD üniversitelerinde yaşanıyor. Filistin asıllı Amerikalı öğrenci Sereen Haddad'ın yaşadıkları, bu çöküşün mikro ölçekteki bir kanıtı niteliğinde. Virginia Commonwealth Üniversitesi'ni (VCU) üç yılda üstün başarıyla bitiren Haddad'ın diplomasına, "Filistinlilerin yaşam hakkını savunduğu için" el konuldu.

Azgın azınlıktan İslami değerleri tahkir eden figür! Akıncı Güç'ten eylem çağrısı
Azgın azınlıktan İslami değerleri tahkir eden figür! Akıncı Güç'ten eylem çağrısı
İçeriği Görüntüle

Haddad, "Diplomam, akademik gereklilikleri yerine getirmediğim için değil, Filistin yaşamı için ayağa kalktığım için verilmiyor," ifadelerini kullandı. Ailesinden 200'den fazla kişiyi İsrail saldırılarında kaybeden Haddad, kampüste düzenlenen barışçıl bir anma etkinliği nedeniyle "izinsiz toplanma" suçlamasıyla karşılaştı ve polis şiddetine maruz kaldı. Üniversite yönetiminin, Filistin'e destek gösterilerini bastırmak için sürekli olarak kuralları keyfi bir şekilde değiştirmesi, Batılı kurumların Filistin meselesi karşısındaki baskıcı ve riyakar tutumunu bir kez daha kanıtladı.

BATI'NIN İKİYÜZLÜLÜĞÜ: UKRAYNA'YA ALKIŞ, FİLİSTİN'E KELEPÇE

Analizde, Batı'nın sergilediği çifte standarda sert bir dille dikkat çekiliyor: "Bu öğrenciler Ukrayna'daki savaşı protesto etseydi, yönetimlerin onlara hayranlıkla karşılık vereceğinden emin olabilirsiniz." Ancak konu Filistin olduğunda, ifade özgürlüğünü savunan kurumlar, susturmak, cezalandırmak ve sindirmek için her yolu deniyor. Üniversiteler, silah üreticileri ve kurumsal bağışçıların baskısıyla, adaleti savunan kendi öğrencilerine karşı adeta bir savaş açmış durumda. Haddad'ın dediği gibi: "Adalet taleplerimiz, onların suç ortaklığı için bir tehdit oluşturuyor."

ABD YÖNETİMİNİN "KIRMIZI ÇİZGİ" OYUNU

Sistematik çöküş, sadece kampüslerle sınırlı değil. ABD yönetiminin, İsrail'in işlediği savaş suçlarını meşrulaştırmak için uluslararası hukuku ve hatta kendi yasalarını nasıl eğip büktüğü de gözler önüne seriliyor. Biden yönetiminin Refah saldırıları için çizdiği sözde "kırmızı çizgilerin" nasıl buharlaştığı, İsrail'e yönelik yaptırım tehditlerinin nasıl boş birer vaatten ibaret kaldığı vurgulanıyor.

ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken'ın, kendi kurumlarının "İsrail'in insani yardımı kasıtlı olarak engellediği" yönündeki raporlarını hiçe sayarak Kongre'ye yalan beyanda bulunması, bu suç ortaklığının en üst düzeydeki kanıtı olarak sunuluyor. Leahy Yasası gibi insan hakları ihlallerini cezalandırmayı öngören kanunların İsrail söz konusu olduğunda asla uygulanmaması, "kurallara dayalı düzenin" sadece güçlülerin çıkarlarına hizmet eden bir paravandan ibaret olduğunu gösteriyor.

SOYKIRIM MEŞRULAŞTIRILIYOR: "GÜNDE 100 KİŞİYİ KİMSE ŞOK OLMADAN ÖLDÜRMEK"

İsrail'in Gazze'de yürüttüğü vahşet, "kabul edilebilirliğin" sınırlarını her gün yeniden çiziyor. Kitleleri aç bırakmanın bir savaş silahı olarak kullanılması, etnik temizlik çağrılarının İsrailli bakanlar tarafından pervasızca yapılması ve sivil bürokratların dahi "Hamas" denilerek hedef alınması, uluslararası toplumun sessizliği sayesinde normalleştiriliyor.

Aşırı sağcı Maliye Bakanı Bezalel Smotrich'in "Gazze'de taş üstünde taş bırakmıyoruz. Fethediyor, temizliyor ve Hamas yok olana kadar kalıyoruz" şeklindeki soykırımcı ifadeleri ve İsrailli bir vekilin "Gazze'de günde 100 kişiyi kimse şok olmadan öldürebilmek hükümetimizin bir başarısıdır" diye övünmesi, insanlık onurunun nasıl ayaklar altına alındığını kanıtlıyor. Uluslararası Kızılhaç Komitesi Başkanı Mirjana Spoljaric Egger'in, "İnsanlık Gazze'de iflas etti. Bir halkın insanlık onurundan tamamen soyutlanmasını izliyor olmamız kolektif vicdanımızı şok etmeli," sözleri, bu korkunç tabloyu teyit ediyor.

ÇÖKÜŞÜN TEMELİ: FİLİSTİN TRAJEDİSİ ÜZERİNE KURULU DÜZEN

Analize göre, bugünkü çöküşün kökenleri, 1948'de Filistin halkının felaketi (Nekbe) üzerine inşa edilen çarpık düzende yatıyor. Tarihçi Tony Judt'un ifadesiyle İsrail, "19. yüzyıla ait ayrılıkçı bir projeyi, bireysel haklar ve uluslararası hukuk dünyasına ithal etmiş bir anakronizm"dir. Filistin, BM'nin kurulmasıyla dekolonizasyonu hedeflenen ancak bu süreci asla tamamlanamayan tek toprak parçası olarak kalmıştır. 1948'de Evrensel İnsan Hakları Beyannamesi ilan edilirken, aynı yıl Filistinlilerin kendi topraklarından sürülmesi, bu düzenin doğuştan ne denli kusurlu ve ikiyüzlü olduğunun en büyük ispatıdır.

GAZZE, ABD ORDUSU İÇİN "GELECEK SAVAŞLARIN PROVASI"

Uluslararası hukukun güçlü devletler tarafından nasıl bir sömürü aracına dönüştürüldüğüne dikkat çekilen analizde, en dehşet verici tespitlerden biri de ABD ordusunun Gazze'ye bakış açısı. ABD'li askeri yetkililer, İsrail'in Gazze'de "sivil kayıplar konusundaki gevşetilmiş kısıtlamalarını", gelecekte Çin gibi büyük güçlere karşı yürütülecek savaşlar için "kabul edilebilirliğin sınırlarını genişleten" bir fırsat olarak görüyor. The New Yorker'dan aktarılan ifadeyle, "Gazze, ABD askerlerinin gelecekte karşılaşabileceği çatışmaların bir kostümlü provası gibi görünmekle kalmıyor, aynı zamanda Amerikan kamuoyunun bu tür savaşların getireceği ölüm ve yıkım seviyelerine karşı toleransının bir testidir."

Bu tespit, Batı'nın sadece İsrail'in suçlarına ortak olmakla kalmayıp, bu suçlardan gelecekteki kendi askeri operasyonları için dersler çıkardığını ve soykırımı bir savaş yöntemi olarak meşrulaştırmaya çalıştığını ortaya koymaktadır.