Aile ve Sosyal İşler Bakanlığı hangi dil ve diyalektikle mesele çözüyor? Meçhul! Fikirsizlik, keyfilik ve güya aileyi koruma güdüsüyle pratikte iflas etmiş Avrupa  tipi  aile   modeline sarılış Muhafazakâr bir parti olduğu iddia edilen ve yine zaman zaman İslamcı bir kimliğe sahip olduğu vurgulanan AKP'nin gözden kaçan en büyük çıkmazlarından biridir. “Dindar Nesil” yetiştirmek gibi bir hedefle hareket eden ve bunu Başbakan'ın ağzından da ilan eden AKP 'nin ne hikmetse Aile ve Sosyal Bakanlığı'na bir türlü bunu tatbik ettiremiyor. Ya olan bitenden Başbakan'ın ve ilgili diğer kurumların haberi yok. Ya da alan razı satan razı hesabı Başbakan'da bu işin içinde. Mesele şu;  Aile ve Sosyal Bakanlığı Feminist örgütlerin, batıcı normlarla örgütlenmiş feminal derneklerin kuşatması  altında yıllardır İslâm aile yapısını imha eden, aile içi çatışmayı ve boşanmayı artıran, aile bireylerini birbirlerine kinlendiren, kin ve öfke duygusunu iyice artıran “şiddeti teşvik eden tedbirleri” kurtarıcı tedbir olarak Bakanlığa benimseten, moda deyimle “paralel yapılar” mevcuttur. Boşanma istatistikleri malumunuzdur, Aile içi şiddet oranı malumunuzdur ve son olara artık kimsenin hukuka itibar etmediği malumunuzdur. Bu sebeble gün geçmiyor ki “fıtrata ters batı normlarla” aileleri korumaya çalışanlar, İslam Ahlakını devre dışı bırakarak, “güvenlik tedbiri”, “tazminat” gibi olguları daha fazla öne çıkararak duyguları tahrik edenler ülkeyi “dullar ülkesine çevirdi. Bu hususta başı çeken İzmir, İstanbul, Ankara gibi büyük şehirlerin kamu dairelerine bakın hadisenin korkunçluğunu ve izlenen politika ile varılan sonucun dehşetini rahatlıkla görebilirsiniz. Öyle ki bazı kamu dairelerinde boşanmamış tek bir kadın  bulmak zor.  Kürtaj yasası, doğum kontrolü, çocuk yetiştirme, sokak tacizleri, kadın eşcinselliğini yüceltme vs gibi olgular üzerinden talep ve arzuda bulunan kadın örgütleri  kadınlık “masumiyetinin” arkasına saklanarak dogmatikleştirdikleri feminal fikirlerle erkek düşmanlığından kadın düşmanlığına varan bir inanç huzmesinde eylem geliştirirler. Bir din gibi algıladıkları feminal duyguları İslama karşı, geleneksel yaşam biçimine karşı bir imha aracı olarak kullanırlar. Kültürel emperyalizmin ileri karakolu hükmünde örgütlenir ve iktidara, cemiyete ve kendilerine düşman olarak gördükleri zümreye karşı baskı unsuru olurlar. Kapiatalizmin medya ayağı ise sayısı üçü beşi geçmeyen bu feminal şahısların taleplerini ve çözüm önerilerini toplumsal bir talepmiş gibi arzader. Bu açıdan Anadolu aile yapısı ve sosyal dokusu tehlikededir.    
        Anadolu her taraftan kuşatma altındadır. Ne aile hayatı, ne iktisadî hayatı, ne siyasî ne de dinî hayatı güvendedir.  Batılı ve Siyonist güçler adı geçen kurumlara topyekûn saldırı ve imha etme  peşindedir. Elbette bu yeni bir proje ve plan değildir. Üçyüz yıla yakındır Anadolu merkezde olmak üzere Afrika, Asya ve Ortadoğu'ya tatbik etmeye çalıştığı “dinî, mezhebî, siyasî, etnik,  cinsel ve fikrî ayrıştırma" sosyolojik savaşı söz konusudur. Kendisi dışında mevcut bütün fikirleri itibarsızlaştırmak, bayağılaştırmak, öncülerini ve liderlerini yok etmek, fikir üreten alim ve mütefekkirleri yoketmek bu savaşın ana unsurlarındandır. Batılılar ve Siyonistler bütün bunları yaparken imha ettikleri alanları boş bırakmamakta hemen kendi Sosyal insan tipini, iktisadi yaşam biçimini ve Batılı ideallere uygun siyasi ve dini idare biçimini zihinlere "bilimsel", "felsefi", "dini" maskeler ile yerleştirir. İçerisine girdiği, sızdığı toplumların kendi iç dinamiklerini kemirerek, bünyeyi sağlıklı düşünemeyecek hale getirir. Ardından batıcı ve siyonist ilim erbablarının "ticari" bir ürün gibi fabrikasyon babında ürettiği ideolojileri zihinlere ikram ederek içtimai düşünme iklimini değiştirirler. Fransız Devrimi ve Aydınlanma çağı sonrası ortaya çıkan fikirler, ideolojiler bu açıdan sabıkalıdır. 

Bu sabıkalı fikirlerden biride Feminizm'dir. Diğer bir deyişle "kadın haklarını savunayım derken, kadını toplum hayatından tecrid edip, erkekten daha üstün özelliklere sahip olduğunu iddia edecek kadar ileri gitmiş, ama pratikte kadını toplum içerisinde aciz, duyguları ve bedeni paramparça olmuş, kutsallığını ve ulviliğini kaybetmiş bir eşya haline getirip bırakmıştır. Kadın düşmanı bu anlayış sebebi ile yüzyılın üzerinde bir zamandır kadın Roma Genelevlerinden daha beter bir insafsızlıkla pazarlarda satılmaya başlanmıştır. Mealen özetlediğim bu ifadeler salt şahsi fikrim değildir, benzeri fikirler birçok aydın kadın tarafından tekrar edilmiştir. Feminizm kadını sanayi devrimi sonrası artan işgücü ihtiyacını karşılama, ucuz iş gücü sağlama ve erkeklerin emeklerinin karşılığını "grev" yolu ile güçle sağlama girişimine karşın büyük sermaye sahiplerince desteklenmiştir. Nancy Fraser adlı bir hanım yazarın deyişiyle; FEMİNİZM KAPİTALİZMİN HİZMETÇİSİDİR.

İngiliz Mary Wollstonecraft'in 18.yüzyılda yazdığı A Vindication of the Rights of Women adlı makalesi feminal mikrobun insanlık bünyesine bulaştırıldığı ilk nüvelerdir. Kocası anarşist William Godwin idi. Kızı Mary'yi doğururken öldü, Mary daha sonra şair Shelley ile evlenip Frankenstein'ı yazdı. Ne kadar garip bir ilgiler kümesi değil mi?

Sonraki yıllarda yayınlanan eserlere, savunulan görüşlere bakıldığında rahatlıkla görülen şudur; feminizm dahil bu tür görüşler kapitalizmin, emperyalizmin, çok uluslu sömürgeci elitlerin arka bahçesi olmuş, neoliberal politikaların birer aracı haline gelmiş ve sömürülecek devletlerin "sosyal yapısını" imha etmek içi paralel yapılar meydana getirme adına ideolojik destek noktası olmuştur. Özgürlük, eşitlik, demokrasi vb kavramlar üzerinden sömürülmek istene ülkelerin aile yapısı, mahalli kültürel yapısı, yaşam tarzı ve ahlak anlayışı değiştirilmek istenmiştir. Erkeği kadın karşısında mahkûm ederek, erkeğin yaşam süresini, alışkanlıklarını ve dışa yönelerek kurucu ve kurtarıcı güç olma erkini yok ederek, "zihnini meşgul etme-oyalama" gibi dehşetengiz sosyolojik oyunlar yahut sosyolojik savaş stratejileri güdülmektedir. Nihayetinde "sağlıklı düşünme"; şehvet sıkıntısını üzerinden atmış, düzenli aile hayatı olan, neslini güvenli bir şekilde devam ettiren insanlarla mümkündür. Batılı ve Siyonist güçler ise ellerine geçirdikleri dünya iktidarını kaybetmemek için bunu istememektedir. Dolayısıyla bu faaliyetlere kesintisiz devam etmekte ve hatta daha ötesine giderek feminal ayrımıda aşarak cinsel ayrımları da doğal bir havaya bürümekte hiçbir mahzur görmemektedirler. Ülkemizde her geçen gün artan lezbiyen dernekleri, gay dernekleri, bioseksüel dernekleri vs. temelde bu "sosyolojik savaş" stratejilerinin bir ürünüdür.

Ve yine sanki ailelerin arasını özellikle açmak için çıkarıldığı izlenimi veren ve boşanmayı teşvik eden yüksek tazminat, nafaka ve mal bölüşümü evlilik oranının azalmasına sebeb olurken boşanmayı da hızlandırmaktadır. Ve boşanan kesimin büyük kısmını eğitimli kişilerin oluşturması ise hadisenin “eğitimle” değil ahlakla ve yaşam biçimi ile daha yakından ilgili olduğunu işaret etmektedir. Diğer bir mesele ise bir türlü durdurulamayan kadına şiddet mevzuu... Burada da yine Aile ve Sosyal İşler Bakanlığı çıkardığı kanunlarla erkeği kadın karşısında çaresizleştiren, kadının uyguladığı duygusal şiddetten ekonomik şiddete ve tahrik eden tehditlerine kulak tıkayıp ve  neredeyse her ailenin başıan bir polis dikecek kadar tarihte görülmemiş bir aile koruma biçimine imza atmıştır. Rejim zaten sorun bir rejimdir, onun yetiştirdiği erkek ve kadında hem ahlaken hem sosyolojik olarak zaten sorunludur. Ancak iktidar partisi “dindar nesil yetiştirme” iddialı partidir. Ancak olan bitene bakıldığında görülen şudur ki; Anadolu aile yapısını imha edici politikalarla resmen milletle alay edilmektedir. Erdoğan Gülen taifesini kasten; “aldatıldık, kandırıldık” demişti onbir yıl sonra. Ne yani şimdi Aile ve Sosyal İşler Bakanlığı için mi Başbakan “aldatıldık, kandırıldık”desin.

Aile ve Sosyal İşler Bakanlığı biran önce içine sızmış, kafasına nüfuz etmiş feminal yapıdan kurtulmak ve hakiki istikametine girerek İslam Aile tipini Anadolu insanına modellemek zorundadır. Yoksa daha nice aile faciaları kapıdadır.

           Baran Dergisi 372. Sayı