15 Temmuz gecesi Türkiye’yi işgal etmek üzere gerçekleştirilen darbe girişimi, milletin tanklara, uçaklara, G3 mermilerine göğsünü siper etmesiyle, 200’den fazla şehit, binlerce gazi vererek darbeyi püskürtüp, tüm uluslararası güçlere meydan okumasıyla neticelendi.

Peki sokaklarda neler oluyor? 15 Temmuz’dan bu yana insanları sokakta tutan şey ne? Milyonlarca insanı Yenikapı’da hiçbir yorgunluk alameti göstermeden toplayan şey ne? Tankları durduran güç ne ise o. Kısa ve net: İmân… 

15 Temmuz’dan bu yana, Ankara’da vatan nöbeti tutan bir gruptan söz etmeliyim. Basılı ve görüntülü medyada çok görünmese de, internetteki sosyal medyada gündemden düşmeyen bu Ankaralı grup, başını Sebahattin Arslan gönüldaşımızın çektiği “Ankara Büyük Doğu-İbda Akıncıları”… Peki kimler bunlar? Sebahattin Arslan üç kitabı olan, 28 şubat davaları sebebiyle halen “firari” olan bir yazar, Tayyar Tercan (yazar), Sedat Bulut (yazar), Süleyman Toker (yazar), Selim Beyler (yazar), Nurullah Yemişen, Mehmet Taş, Mehmet Canpolat, Mehmet Ali Kartal, İslam Şahin ve başka isimlerini bilmediğimiz kahramanlar.

Şöyle yazmış, sosyal medya hesabından Sebahattin Arslan: “Geceki nöbetimizden gördüğünüz şu ufak karede; Hacettepe Tıp öğrencisi, ODTÜ makina mühendisliği talebesi, Tarih mezunu, İktisad mezunu, İlahiyat mezunu, bilgisayar mühendisi, YÖK mensubu ve yazar-çizer var. Ortaya karışık muhabbetin nerelere vardığını hesap edin artık. Mesela ben dün gece Hacettepeli kardeşimizden, kurşun yarasına dikiş atmayı öğrendim. Böyle giderse iki haftaya Tıp Fakültesinden mezun olurum!”

Gazi Muhammet Emin Tekin gönüldaşımızın İstanbul’da yaralanmasına rağmen Ankara’da tedaviye alınması neticesinde, Ankaralı gönüldaşlar hemen her gün ziyaretine giderek, yaşı küçük ama yüreği dev gibi olan gönüldaşımızı da Külliyedeki nöbetlerine dâhil etmiş oldular.

Sebahattin Arslan, nöbet tuttukları mekânda bir de imza kampanyası başlattı: “28 Şubat Mağduru Tutsak Müslümanlara Özgürlük” başlığıyla. Kendisi firarda bir adamın trajedisi de bu olsa gerek. Ankara’daki Külliye önünde nöbet tuttukları için de pek çok milletvekili ve bürokrat da imza kampanyalarına imza verdiler. Abdurrahman Dilipak, facebook hesabından Ankaralı ibdacıların nöbetini bir fotoğraf eşliğinde şöyle duyurdu:

“Salih Mirzabeyoğlu’nun neferleri, 15 Temmuz darbe girişiminde 10 şehitleri olan İslami Büyük Doğu Cephesi Akıncıları Külliyede nöbette. Müslümanlar dik durun karşınızda leşler var!”
Yazılı ve görüntülü medyada yer bulmayan bu İbdacı gençlerin direnişini, Sebahattin Arslan’ın sosyal medya hesabından paylaştıkları kadarıyla buraya alalım. Tarihe kayıt düşülsün, örnek olsun:

15 Temmuz: “Arkadaşlar panik yapmayın! Şayet bir darbe olursa hemen en yakınınızdaki tecrübeli bir darbe mağdurundan destek alın. Mesela Ankara ve civarında olanlar bana ulaşabilir. Gözaltıyı en az hasarla atlatmak için orantısız mizah nasıl yapılır? Şayet iki işkenceden birini tercih etme hakkı verilirse; Filistin askısını mı, yoksa Çin işkencesini mi tercih etmeli? Elektriği watt olarak mı kilowatt olarak mı almak caizdir? Velhasıl bu tür mevzularda elimizden gelen bilgi ve desteği esirgemeyiz...”

16 Temmuz: “ALLAHU EKBER! Genelkurmayın önündeyiz. Üzerimize helikopterden ateş ediliyor. Hakkınızı helal edin...”

17 Temmuz: “Ne hikâyeler çıkacaktır kim bilir Müslümanların bu şanlı direnişinden? Ama dün bir gönüldaşımızın bizzat yaşadığı bir anıyı anlatayım: “Darbeciler tanklarla Ankara Emniyet Müdürlüğü’nü taramaya başlayınca, içinde gönüldaşlarımızın da olduğu bir grup, yaylım ateşine aldırmadan içerideki polislere yardım etmek için Emniyet binasına giriyorlar. Tanklara, ellerindeki silahlarla mukavemet göstermeye çalışan pusudaki polislerin yanına gidip “bize de silah verin beraber karşı koyalım” diyorlar. Polisler “depoyu patlattılar. Elimizdekinden başka silahımız yok. Ama biz şehid olursak silahlarımızı alın sonuna kadar savaşın. Bu vatanı Allahsız hainlere teslim etmeyin. Hakkınızı helal edin” diye karşılık veriyorlar... İşte bu yüzden Müslümanları yenemeyeceksiniz!”

17 Temmuz: “Darbenin başladığı ilk saatlerde 5 gönüldaşımızla birlikte Genelkurmay’a doğru yola çıktık. Allah şahid, şehid olmayı göze almıştık. Zaten evden çıkmadan yavruma uzun uzadıya sarılıp, eşimden de helallik almıştım. Olay mahalline intikal etmeden 5 kişilik gönüldaş grubumuzla hemen başta birbirimize sarılıp helalleştik. 20’li yaşlardaki genç gönüldaşlarımız, böyle bir hadisede tecrübesiz olmalarına rağmen, hiç beklemediğim bir metanet gösterdiler. Bizi “helikopterden ateş açılıyor, canınızı tehlikeye atmayın” diye yarı yoldan çevirmeye çalışan polislere ve vatandaşlara aldırış etmeden “ne güzel işte, şehid oluruz biz de” diyerek geri dönmeyi reddettiler... Genelkurmay’ın önüne geldiğimizde içinde bulunduğumuz kalabalık gruba helikopterden ateş etmeye başladılar. Tekbirlerle karşılık verdik helikopterden açılan mermilere. Sonra Genelkurmayın içinden G3’lerle ateş etmeye başladı asker. Biz inatla ALLAHU EKBER nidalarıyla mermilere karşı koymaya çalıştık. Amacımız askerin mukavemetini kırmaktı. Şayet Müslümansa, tekbiri duyunca karşılarındakinin Müslüman olduğunu idrak eder ve pasif hale geçer diye düşündük. Ama heyhat! Biz tekbir getirdikçe daha da kudurdular, saldırının şiddetini artırdılar. O zaman oradaki askerin özel olarak seçildiğini ve hiçbir şeyin onların kalbini yumuşatamayacağını anladım...”

“TARİH BUNU DA YAZSIN: 28 Şubat darbesine karşı koyduğum için, onca yıl hücrede yattığım yetmezmiş gibi, tekrar aldığım cezayla firari firari yaşamak zorunda kalırken; bu halimle 15 Temmuz darbesine de karşı koyup, beni yakalasalar içeri atacak olan Emniyet güçlerine yardım etmeye çalışıyorum. Bu trajikomik durumu da bir kenara not edin!”
“Övünmek gibi olmasın ama; Boğaz köprüsünün üstünde, halka kurşun sıkan askerlerin karşısına dikilip, İBDA işaretiyle birlikte TEKBİR getirdiği için vurularak Gazi olan şu ortadaki Aslan parçası Muhammet Emin Tekin benim gönüldaşım işte!”

18 Temmuz: “YURTTA SULH Konseyinin darbesine, milletimiz YURTTA CİHAD direnişiyle karşılık verdi...”

19 Temmuz: “28 Şubat darbesi Gazi’sinin 15 Temmuz darbesi Gazi’sini ziyareti!.. Adam İBDA işareti yaptığı için darbecilerden kurşun yedi. Ama hala akıllanmamış!”

20 Temmuz: “HAYIRDIR İNŞAALLAH! Az önce uykusuzluktan içim geçmiş, oturduğum yerde dalmışım. Şehid gönüldaşım Halil Kantarcı’yı gördüm rüyada.

Halil bizi peşine takmış dik bir yokuştan yukarı çıkarıyor. Adeta bize rehberlik yapıyor. Çıktığımız yol öyle dik ki ben yuvarlanıp düşeceğiz diye endişeye kapılıyorum içten içe. Bu endişemi sezen Halil o meşhur mütebessim haliyle “haydi elini omzuma koy” der gibi omzunu işaret ediyor. Ben de öyle yapıyorum. Elimi Halil’in omzuna koyuyorum. Tam o ara Yakup Köse gönüldaşımla göz göze geliyoruz. Onun elinin de Halil’in omzunda olduğunu görüyorum. Hep beraber yukarı doğru yürümeye devam ediyoruz.

En tepeye yaklaştıkça ortalık zifiri karanlık olmaya başlıyor. Bir süre sonra göz gözü görmüyor. Halil ileri doğru yürüyor. O yürüdükçe ortalık aydınlanıyor. Bir hale gibi ışık saçıyor. Bu durumu görenler Halil’e daha da yaklaşıyor.

Sonra düzlük bir yere çıkıyoruz. Yerde şehid olmuş birini görüyoruz. Dikkatli bakınca onun da Halil’e benzediğini görüp şaşırıyorum. İkisini ayıran tek şey, giydikleri kazakların rengi. Yerdeki Halil’e benzeyen şehid yeşil bir kazak giymiş, Halil’de ise mavi kazak var. Halil, yerde yatan o şehidin yanına gidip üstüne yatıyor. Adeta bedenine giriyor. Yekvücud oluyorlar. Sonra Halil o yerdeki şehidin bedeninden çıkıp ileriye doğru yürümeye başlıyor. Sonra yerde yatan o şehidden peş peşe şehidler çıkıp Halil’in peşinden ileri doğru yürümeye başlıyorlar...”
31 Temmuz: “Ben bir müzmin firariyim Beştepe parkında!

Ne sen bunun farkındasın ne de polis farkında!”

1 Ağustos: “SİZDEN KORKAN SİZİN GİBİ OLSUN LAN KÖPEKLER! Az önce GMK Bulvarı arama noktasındaki işgüzar polisler şu sırtımda gördüğünüz Çeçenistan bayrağını miting alanına sokmamıza izin vermedi. Biz diretince amirini aradı, komiserini çağırdı filan. Sonra bizi kenara çekip etrafımızı çevirdiler. Bizimle muhatap olan komisere yüksek sesle dedim ki “bu bayraktan ancak Fettoşçu piçler rahatsız olur. Ne ayaksınız birader?” Bunu yüzüne söylediğim komiser suçüstü yakalanmış gibi bir hissiyatla renkten renge girdi. Yüzünü öteki tarafa çevirdi. Polis kamerası da bu münakaşayı saniyesi saniyesine kaydetti. Sonra olay mahallini terk ettik. Fettoşçu polis mi arıyorsunuz? Aha işte. Adamı kendi kamerası önünde deşifre ettim. Onu da mı biz paket yapalım? Onu da mı biz tepeleyelim!”

2 Ağustos: “ANKARA’YA DUYURU! Allah’ını ve vatanını seven Ankara’daki tüm kardeşlerimiz; hangi davaya mensup olurlarsa olsunlar, muhtemel bir iç veya dış müdahale tehlikesine karşı, birlikte hareket etmek için bizimle iletişime geçebilirler!”

2 Ağustos: “Kızılay meydanında kurduğumuz 3 kişilik çadırdan, Külliye yerleşkesine kurduğumuz 12 kişilik çadıra geçtik. Kayı obası gibi çoğalıyoruz. Şimdi onlar düşünsün!”
3 Ağustos: “Ankara Metrosunda Gökbayrak ve İBDA işareti ile selfie yapan 7 kişilik ekipten biriyim!”

4 Ağustos: “FİRARDAKİ ADAMIN DEVLETLE TRAJİKOMİK PAZARLIĞI! Ak Parti Ankara Milletvekili ve Anayasa Komisyonu Başkanı Ahmet İyimaya nöbet çadırımızı ziyaret etti. Kendisine, 28 Şubat darbesine karşı koydukları için halen cezaevlerinde ve firarlarda Müslümanlar olduğunu, gerekenin yapılması için şu an bir çalışma yapılıp yapılmadığını sordum. İyimaya; bu dosyaların zaten kendisinin önüne geleceğini, gerekeni yapacaklarını iletti.”

9 Ağustos: Tayyar Tercan: “Ankara İBDA Akıncıları nöbette... Tekrar darbe yaparlarmış, şöyle planları böyle oyunları, arkalarında güçlü devletler varmış falan diyorlar ya, bunlar hep hikaye. Allah için, vatan için, canların canı için can vermeyi cana minnet bilen yiğitler varken kim gelirse gelsin, biz meydandayız.”

Baran Dergisi 500. Sayı