Selâm ile…

II. Dünya Savaşı’nın ardından ABD öncülüğünde bir uluslararası sistem tesis edilirken iki kutuplu bir dünya düzeni kurgulandı. Bir tarafta liberalizmin temsilcisi ABD, diğer tarafında ise komünizmin temsilcisi Sovyetler Birliği’nin bulunduğu bu post-kolonyal düzen başta Birleşmiş Milletler olmak üzere uluslararası müesseseler üzerine bina edildi. 1990’lara gelindiğinde ise Sovyetler Birliği’nin çökmesiyle beraber tek süper güç olarak öne çıkan Amerika, yeni dünya düzeninde tek hâkimin kendisi olduğunu deklare ederken insanların zihninde de ABD’nin yenilemez bir kudret olduğu düşüncesi çoktan oluşmuştu. Çünkü Vietnam’da, muhtelif Güney Amerika ülkelerinde, Irak’ta başarısız savaşlar vererek maksadına ulaşamadan savaş alanını terk eden ABD’nin en iyi yaptığı şey propagandaydı. Sahip olduğu propaganda kabiliyeti sayesinde başarısızlıklarını insanların zihnine başarı olarak yerleştirmeyi bildi. “Amerikan rüyası” diye ifade edilen ve özenilen bir hayat tarzı, devasa ekonomisi, asla mağlup edilemeyecek askerî bir kapasitesi vardı Amerika’nın…

Oysa gerçek öyle değildi. Soğuk Savaş’ın sona ermesinin ardından düşmanını kaybeden ABD Müslümanları yeni düşman olarak seçerken, ilk çelmeyi I. Körfez Savaşı’nda Saddam Hüseyin’den yedi, ABD’nin Irak’ta façası çizildi. 11 Eylül 2001 tarihinde gerçekleştirilen Dünya Ticaret Merkezi ve Pentagon saldırıları ise ABD’nin çöküşünün başlangıcı oldu. Daha sonra girdiği Irak ve Afganistan’da batağa saplanan ABD, Taliban karşısında diz çökerek Afganistan’ı terk etmek zorunda kalırken yakın bir gelecekte Irak’taki tüm askerî varlığını da çekme hesapları yapıyor. Elbette tüm bu hadiseler, zihni ABD’nin yenilemez olduğu düşüncesinin yerleştirilmesi suretiyle iğdiş edilmiş olanlar, ABD’yi tabir-i caizse ilah olarak görenler ABD’nin bu mağlubiyetinin ardında da bir bit yeniği arama telaşına düştüler. Tıpkı işin tüm boyutlarını görmezden gelip Afganistan’a girme bahanesiyle “11 Eylül’ü ABD kendi yaptı” demeleri yahut Irak’da ABD’nin bataklığa saplandığını kabul etmemeleri gibi…

Evet, ABD iktisadî ve askerî bakımdan hâlâ dünyanın en büyük gücü; fakat yaşananlar açık bir şekilde göstermektedir ki, Amerika’nın hegemon güç olduğu dönemin sonuna gelmiş bulunmaktayız ve bugün Amerikan hegemonyasının hâlâ ayakta duruyor olmasının sebebi, Amerika’nın yenilemez olduğuna iman edenlerdir.

Kapağımızda bu meseleyi işledik ve “Amerikan Hegemonyasını Ayakta Tutan Ona İman Edenlerdir” manşetini attık.

Kapak mevzumuzu, “Çağın Nabzını Tutan Kumandan ve O Ân’ı Bekleyen Nizam” başlıklı yazısında işleyen Ömer Emre Akcebe, Amerika’nın çöküşünü ve yeni bir nizamın gerekliliğini ele alıyor.

Kapak mevzumuzla alakalı olarak Emekli Albay, Savunma Strateji ve Güvenlik Uzmanı Yusuf Alabarda ile ABD’nin son durumunu konuştuk.

Osman Temiz, “Taliban’ı Bekleyen Büyük Tehlike veya Nasip” başlıklı yazısının II. bölümünde 11 Eylül 2001’de gerçekleştirilen “Kendinden Zuhur” eylemine dikkat çekiyor.

Gazeteci Ardan Zentürk ile “Tüm Dünyayı Amerika’ya Dönüştüreceklerdi Başaramadılar” başlıklı bir röportaj yaptık. Röportajda ABD’nin doymak bilmeyen iştahası karşısında her geçen gün yenilmekte olduğunu ve devamlı stratejik hatalar yaptığını konuştuk.

2 Eylül 2006 senesinde şehit edilen Bayram Ali Öztürk Hoca’nın şehadetinin sene-i devriyesi hasebiyle orta sayfamızda hayatına ve şehit edilişine yer verdik.

Aylık Baran dergisi 22. sayı çıktı Aylık Baran dergisi 22. sayı çıktı

İbrahim Tatlı, “Şeyh Sait İsyanı Olmasa Ne Olurdu?” başlıklı yazısında Şeyh Sait’i ve o dönemde yapılan hataları ele alıyor.

Çakal Carlos, “Kahraman Bir Direnişçi: Ebu Ali Mustafa”yı anlatıyor.

Kazım Albay, “Batı’nın İçimizde Yaptığı En Büyük Darbe, Kemalist Devrimler” başlıklı yazısında Müslümanlara Batı eliyle biçilen küfür rejimini ele alıyor ve Taliban korkusunun da iğdiş edilmiş zihinlerden kaynaklandığını işliyor.

Bahattin Yeşiloğlu, “Eğitim: Fındık Toplamayan Çocuk” başlıklı yazısında çocukluk hatıraları üzerinden eğitime değiniyor.

Baran Demir, “Serhad Gezisi Notlarım” başlıklı yazısında memleketine yaptığı seyahatinden geriye kalan intibaları yazdı.

M. Taha İnci, “Hattatların Piri: Hz. Ali” başlıklı yazısında ilk dokunuşla hat’tı şekillendiren Hz. Ali ve Kufi hattını ele alıyor.

Gelecek sayımızda görüşmek üzere Allah’a emanet olunuz.