Bir ideale göre yaşamak... Bu cümle, belki yani nesiller için çok fazla önemli görülmeyebilir. Fakat, önceki nesiller için çok önemli bir kavramdı!... Hayatını günlük basit ihtiyaçlar için geçiren bir grup veya kesim için ideal, boş bir hayal veya avunma olarak düşünüldüğünde, onun kişiye kazandıracağı herhangi bir değeri olmayacaktır.

İdeal insan için ne manaya geliyor:

ABD'de "kalıcı savaş" rejimi ve iç çürüme
ABD'de "kalıcı savaş" rejimi ve iç çürüme
İçeriği Görüntüle

Eskiden bir kişinin kendine bir ideal seçmesi, onun kendini belli bir konuma ulaştırması ve seviye kazanması demekti. Sıradan bir kişi olmaktan çıkmak ve kendine belli bir hedef koymak suretiyle önemli bir işe adapte olmaktı. Yani, hayatın bir amacının olması demekti.
Böyle bir hayat perspektifi, bir anlamda büyük düşünmek ve kişisel hesapların ötesine geçmekti. Bu idrak, o kişiyi hedeflediği misyona uygun tutum ve çabalara yönelme psikolojisine hazırlıyor ve onu bir davanın insanı haline getiriyordu.

Günümüzde insanlar, davalarıyla değil, günübirlik beklenti ve ihtiyaçlarıyla öne çıkıyorlar. Arayışları, büyük ölçüde maddî ve şahsî ihtiyaçlar. Hayatın, geniş bir çerçevesi olmasına rağmen, arayışları bu derece daraltmak, kişilerin yaşama ufkunun da o ölçüde sınırlı hale gelmesine yol açıyor. Halbuki sıradan ihtiyaçlar, izafi ve geçici bir nitelik taşır. Ayrıca, ihtiyaçların insan ve toplum için bir amaç olabilmesi mümkün değil!..

Aslında, insanın kendine ait bir hayat gündemi veya programı olması lazım. Çünkü insan; her yönüyle mükemmel bir varlık. Onun hayata bakışında, birçok fikir ve hedef, onun çabalarıyla gerçekleşme imkanına sahip olabiliyor. Kişiyi, disiplinli ve bir amaca yönelik hale getiren de böyle büyük hedeflerin varlığı olmaktadır. Ama, kültür ve geleneğin eksikliği, sistemli bir yaşama imkanını kişiye sağlayamıyor!. Çünkü kültür, ahlak ve gelenek, insana bir yaşama çerçevesi çiziyor. Ayrıca insanı, bir takım etki odaklarının güdümüne girmekten uzaklaştırıyor. İşte böyle bir hayat programının varlığı, insanı faydasız ve gereksiz iş ve meşguliyetlerden uzak tutabiliyor, zaman ve enerjisini daha önemli ve gerekli işlere kanalize etmeye imkan veriyor.

Bir davanın adamı olmak:

Dava kelimesinden bahsettik. Dava, kişinin kendi varlığı ve şahsî tutum ve ihtiyaçların ötesine bir gayeye kendini bağlaması ve onun için, sıradan isteklerinden fedakarlık etmesi demektir. Tabii ki bu tavır, kolay bir şey değildir ve sıradan insanların rahatlıkla yapamayacağı bir fedakarlıktır.

Aslında insan, bazı isteklerine gem vurup, onları keyfi değil, hayat felsefesi doğrultusunda düzenleme iradesine sahip olmasıyla ön plana çıkabilen bir varlıktır.
Bu özellik, sadece insana has bir özellik olup, onun akıl ve değerleriyle yaşayan bir varlık olduğunu gösteren önemli bir niteliktir.

Peki, günümüz insanı neden, böyle bir geniş perspektiften olaylara bakamayıp, dar ve geçici istekleri ön plana getirip, ferdiyetçi bir tutum içine girmektedir?
Çünkü o, sadece kendisi ve ihtiyaçlarından oluşan bir dünyada yaşamaktadır! Halbuki, insan, “hakikat arayışı” içinde olan ve bir şeyin asıl amacını arayan bir niteliğe sahiptir. Felsefe tarihi, insanın hakikat arayışı ve onun için ortaya koyduğu inanılmaz çabaları göstermektedir. İnsanın bir robot haline getirilmesi, onu mutlu etmez. Bir yönüne ait ihtiyaç ve zevkin karşılanması, onu huzurlu kılmaz.

O, çok alternatifler arasından en iyiyi seçmeye eğilimlidir. Hedeflediği bir şeyi yaptığında mutlu olan, emek çekmediği işi ve çabayı değerli bulmayan bir yapıya sahiptir.

İnsan, hayatının büyük bölümünde sosyal ve psikolojik bir çerçeve içinde hareket eden düşünce ve duygu merkezli bir varlıktır. Bu iki özellik de birbirini tamamlayıcı bir niteliğe sahiptir. Böylece insan, en uygun ve dengeli bir şahsiyete sahip olur ve olayları değerlendirmede, ölçülü bir davranış ortaya koyabilir.

Günümüz iletişim, sanat ve teknolojik gelişmeler; insanın bu güzel ve anlamlı özelliklerini ortadan kaldırmaya ve onun, bir şeyin bağımlısı ve kölesi haline getirmeye odaklı çalışmalar olarak görülmektedir. Modernist ve seküler sistem, insanı tüm değer ve anlam dünyasından kopararak, herhangi bir ihtiyaç ve zevkin bilinçsiz bağımlısı haline getirmektedir. Böyle yozlaştırıcı ve şuursuz yönelişe hayır diyebilmek; güçlü bir değer sistemi ve irade özelliği ile mümkün olabilecektir.

Prof. Dr. Sami Şener