Dergimizde 2015 yılından itibaren yazan Kındır, özellikle psikoloji alanına ilgi duydu ve meseleleri bu çerçevede ele aldı. Bunun yanı sıra, Mesnevi hikâyeleri ve Büyük Doğu prensipleri üzerine yazılar yazdı ve bunları yorumladı.
Hanife Kındır, aynı zamanda Süleyman Demirel Üniversitesi (SDÜ) Kütüphane ve Dokümantasyon Daire Başkanlığında Bilgisayar İşletmeni olarak görev yaptı.
Tekerlekli sandalyeye mahkûm olmasına rağmen çalışmalarına ara vermedi; inandığı değerler doğrultusunda hem okudu hem de yazılar kaleme aldı.
Üstad Necip Fazıl Kısakürek ve Salih Mirzabeyoğlu’nu büyük bir sevgiyle takip eden Kındır, onların eserlerini yalnızca okumakla kalmadı, aynı zamanda bu eserlerde ele alınan konular üzerine yazılar yazdı. Hanife Kındır’ın 2014 yılında kaleme aldığı "Benim Gözümde Salih Mirzabeyoğlu" başlıklı yazısı, bu ilgisini açıkça ortaya koydu.
Söz konusu yazısında, Mirzabeyoğlu’nu anlatmanın ne denli zor olduğuna değindi ve onun eserlerinde, İslam’ın hayatın her alanına tatbik edilmesi gerekliliğinin vurgulandığını belirtti. Ayrıca, Mirzabeyoğlu’nun vakur duruşuna ve özgürlüğüne kavuştuğu an verdiği demece duyduğu hayranlığı da dile getirdi.
“Yaşamayı Deneme bende derin izler bıraktı”
Kındır, Mirzabeyoğlu’na duyduğu hayranlığı şu cümlelerle aktarıyor:
“Ben en çok Salih Mirzabeyoğlu’nun gerçek mânâda merhameti, yaşantısıyla eserleriyle ortaya koyduğu özelliğine imrenirdim. Üstad Necip Fazıl Kısakürek’in Reis Bey isimli piyesinde geçen şu cümle “Merhamet etmeyene merhamet olunmaz.” Mutlak mânâda merhamet… Ve bunun en bariz örneğini de Salih Mirzabeyoğlu’nun Yaşamayı Deneme adlı eserinde hissettim. Rastladım demiyorum hissettim. Mirzabeyoğlu’nun okuduğum ilk eseri ve bende en çok iz bırakan kitabı buydu. Çünkü Mirzabeyoğlu o kitabında hayatına tatmin edici bir anlam vermeye çalışan ve en sonunda çıkış yolunu kendi bulabilen bir genci anlatıyor. KİM’in romanı bu… Benim hayatım da öyleydi işte. Bazen tanımlamak için bile zorlandığım sorunlarla boğuşuyordum. Hayatta, karşılaştığım bütün engelleri tanımlayıp, çözümüne nasıl ulaşacağımı gösterecek bir kılavuz gerekiyordu. Benim hastalığımdan dolayı özel bir durumum vardı, dolayısıyla birçok problemle yaşamak zorundaydım. Ama etrafıma baktığımda görüyordum ki, özel durumu olmayan birçok insan da mutsuzdu. Ve herkesteki bu ortak mutsuzluğun nedenini tanımlayabilirsem, sanki kendi hayatımdaki sorunlara da tatmin edici bir çözüm bulabilecektim. En azından sorunun ne olduğunu anlayabilecektim. En sonunda bu mutsuzluğun nedenini “Yaşamayı Deneme” isimli kitapta buldum. Sorunumuz şuydu; Biz kurak bir iklime doğmuştuk. Yeni bir dünya görüşüne ihtiyacımız vardı. Hepimiz bir kimlik bunalımı içindeydik. Bu kaosun içinde yaşama savaşı veriyorduk. Ya da yaşadığımızı sanıyorduk sadece. Yeni bir dünya görüşü… Yeni bir dünya düzeni… Eşya ve hadiselere yeni bir bakış açısı… Ve en nihayetinde tam olarak ihtiyacım olan reçete buydu; “İslâm merkezli bir fikriyat”… Rabbime şükürler olsun ki, bana Salih Mirzabeyoğlu’nun eserlerini anlamaya çalışarak, O’nun İslâm merkezli fikriyatını tanımamı nasip etti.”
Kındır, engelliler üzerine de yazılar yazdı ve önerilerde bulundu.
"Engellilik meselesi insanlık meselesidir" başlıklı yazısında, engellilik konusunun yalnızca belirli günlerde hatırlanan bir mesele olmaktan çıkması ve toplumsal sorunların bir bütün olarak ele alınması gerektiğini savundu. Engellilerin haklarının kadın, çocuk ve yaşlı gibi dezavantajlı gruplarla birlikte değerlendirilmesinin eksik kaldığını, bunun yerine bir "insanlık meselesi" olarak görülmesi gerektiğini belirtti. Duygusal ajitasyon yerine analitik bir yaklaşımla çözümler üretilmesi gerektiğini vurguladı. Türkiye'deki sosyal politikaların daha çok yardım odaklı olduğunu, oysa engellilerin toplumda aktif bireyler olarak yer almalarının sağlanması gerektiğini ifade etti. Farkındalık söylemlerinin pratikte karşılık bulmadığını, esas olanın engellilerin yaşadığı sorunları anlayıp çözüm üretmek olduğunu söyledi. Engellilik konusunun duygusal değil, akılcı bir perspektifle ele alınması ve sosyal politikaların bu doğrultuda geliştirilmesi gerektiğini vurguladı.
Ayrıca Kındır, engellilerin hayatta daha aktif rol alması gerektiğini şu sözlerle dile getirdi:
"Bir kolun yoksa diğer kolunla, bir bacağın yoksa diğer bacağınla yeryüzünde İslâm adına uğraş vermek zorundayız. Allah’ın bizi yaratıp dünyaya göndermesindeki gaye, yeryüzünde O’nun adına iş yapmak zorunda olmamız değil mi? Yani bizi kendisinin halifesi olarak yarattı. Dolayısıyla varoluş gayemizin tezahürünü yerine getirmemiz ancak ve ancak Allah adına iş yapmamızla gerçekleşir. O yüzden de engelli ya da engelsiz, konuşabilsin ya da konuşamasın, yürüyebilsin ya da yürüyemesin, her şeyden önce insan olma bilincini yerine getirmeliyiz. Nasıl bir insan olmamız gerektiğini de Mirzabeyoğlu eserlerinde anlatıyor. Mutlak mânâda insan olma şuurunu yerine getirmeye çalışmak demek, hem varoluş amacımızı yaşamak, hem anlamlı bir hayata sahip olmak, hem de bir şeyler ürettiğimiz için gerçek anlamda mutlu olmak değil midir? Yaradan’ın dilediği gibi tasavvur edip şekillendirdiği ve belirli bir süre için bize emanet olarak verdiği bedenimizdeki herhangi bir eksiklikle yaşamak, varoluş gayemizi yerine getirmekle anlam kazanan bir hayata sahip olmakla daha kolay hâle gelmez mi? İşte, ben bu fikirlere Mirzabeyoğlu’nun ortaya koyduğu eserleri sayesinde ulaştım."
Ömrünü güzel yaşayan ve etrafına da iyiyi, güzeli yansıtan Hanife Kındır’a Allah’tan rahmet, yakınlarına da sabr-ı cemil diliyoruz.
Hanife Kındır’ın yazılarına buradan ulaşabilirsiniz?