Haberler

Bütçe açığına tartışmalı reçete: Köprüler özelleşiyor, esnaf vergide kayıt altına alınıyor

Hazine ve Maliye Bakanlığı ile Özelleştirme İdaresi Başkanlığı'nın (ÖİB), İstanbul'un stratejik geçiş noktaları olan 15 Temmuz Şehitler ve Fatih Sultan Mehmet köprüleri ile bazı otoyolların işletme hakkı devri için yeniden harekete geçtiği belirtilirken, diğer yandan 30 büyükşehirdeki on binlerce esnafın vergi muafiyetini kaldıran düzenlemenin 2026'da yürürlüğe girecek olması, ekonomi politikalarında yeni bir dönemin habercisi olarak yorumlanıyor.

Abone Ol

Türkiye ekonomisinin rota arayışında, kamu maliyesini dengelemek adına atılan adımlar, sermayenin ve vergi yükünün dağılımına ilişkin köklü bir tartışmayı alevlendirdi. Özelleştirme İdaresi Başkanlığı'nın (ÖİB), 15 Temmuz Şehitler ve Fatih Sultan Mehmet köprüleri ile otoyolların işletme devri için uluslararası yatırım bankalarıyla temasa geçmesi, "kamu varlıklarının geleceği" konusunu yeniden gündeme taşıdı. Eş zamanlı olarak, 30 büyükşehirdeki on binlerce esnafı doğrudan etkileyecek yeni vergi düzenlemesi, bütçe açığının faturasının kime kesildiği sorusunu gündeme getirdi.

Stratejik Varlıklar Kavşağında İki Zıt Model: Halka Arz mı, Rantiyeye Devir mi?

Yaklaşık 10 yıldır özelleştirme portföyünde bulunan köprüler ve otoyollar için ÖİB'nin uluslararası yatırım bankalarından danışmanlık hizmeti almak üzere teklif çağrısında bulunduğu haberleri, kamuoyunda geniş yankı buldu. Orta Vadeli Program'da (OVP) 2026 yılı için öngörülen 185 milyar liralık özelleştirme geliri hedefi, bu adımı daha da anlamlı kılıyor. Konuyla ilgili kaynaklar, sürecin henüz başlangıç aşamasında olduğunu ve fiyat fizibilitesi araştırmasının ardından nihai kararın verileceğini belirtiyor.

Bu hamle, 2012 yılında yapılan ancak dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından teklifin (5,72 milyar dolar) düşük bulunması nedeniyle iptal edilen ihaleyi akıllara getirdi. Erdoğan, o dönemde 7 milyar doların altındaki bir rakamı "vatana ihanet" olarak nitelendirmişti. Bugün yeniden gündeme gelen özelleştirme planı, Türkiye'ye önemli bir dış kaynak girişi sağlama potansiyeli taşısa da, stratejik kamu varlıklarının uzun vadeli gelir akışlarının özel sektöre, özellikle de yabancı yatırımcılara devredilmesi konusundaki tartışmaları da beraberinde getiriyor.

ÖİB'nin, Orta Vadeli Program'daki 185 milyar liralık gelir hedefi doğrultusunda attığı adımlar, kamu mülkiyetinin geleceğine dair temel bir tartışmayı yeniden alevlendirdi. Bu adıma karşı, kamuoyunda ve ekonomi çevrelerinde "Özelleştirmeyin, milleti ortak edin!" teziyle somutlaşan güçlü bir alternatif model öne sürülüyor.

Bu görüşe göre, köprü ve otoyollar gibi stratejik varlıklar, birkaç büyük şirkete veya yabancı fona satılarak bir "rantiye" kaynağına dönüştürülmemeli. Aksine, manipülasyona açık borsa mekanizmaları yerine, devlet bankaları aracılığıyla halka arz edilerek mülkiyeti doğrudan millete devredilmelidir. Böyle bir modelin, vatandaşlara döviz ve emlak üçgeni dışında yeni bir yatırım alanı sunacağı, elde edilen kârın temettü olarak doğrudan halka döneceği ve böylece hem servetin tabana yayılacağı hem de yatırım finansmanının ülke içinde kalacağı vurgulanıyor.

Hükümetin mevcut planı ise bu modelin tam zıttı bir yöne işaret ediyor. Uzun yıllar boyunca istikrarlı ve garantili bir gelir akışı sağlayan kamu varlıklarının işletme hakkı devri, bu milli servetin kârının halk yerine imtiyazlı bir sermaye grubuna aktarılması anlamına geliyor. Bu durum, ülkenin en değerli altyapısının gelecekteki gelirlerinin ipotek altına alınması ve kamusal bir kazancın özel bir ranta dönüştürülmesi olarak eleştiriliyor. 2012'de 5.72 milyar dolarlık teklifin bizzat dönemin Başbakanı Erdoğan tarafından "düşük" bulunarak reddedilmesi de bu varlıkların paha biçilmez stratejik değerini ortaya koyuyor.

Vergi Yükü ve Yeni Bir İflas Dalgası Riski

Mali disiplin arayışının diğer ayağını oluşturan yeni vergi düzenlemesi ise hedefine küçük esnafı koyuyor. 1 Ocak 2026'da yürürlüğe girecek kararla, basit usulden gerçek usule geçirilecek olan on binlerce işletme; artan maliyetler, enflasyonist baskı ve yüksek kiralarla boğuşurken şimdi de gelir vergisi, KDV ve defter tutma gibi yeni mali ve bürokratik yüklerle karşı karşıya kalacak.

Analistler, Türkiye'de GSYH'nin önemli bir kısmını oluşturduğu tahmin edilen kayıt dışı ekonomiyle mücadelede somut adımlar atılmazken, vergi yükünün kayıtlı ve en kırılgan kesim olan esnafın üzerine yıkılmasının tehlikelerine işaret ediyor. Bu durumun iki önemli riski tetikleyebileceği öngörülüyor:

  1. Yeni Enflasyon Dalgası: Artan vergi ve operasyonel maliyetlerini fiyatlarına yansıtmak zorunda kalacak olan esnaf, mal ve hizmetlerde yeni zamları tetikleyerek halkın alım gücünü daha da düşürebilir ve enflasyonist baskıyı artırabilir.

  2. İflas Dalgası: Sermaye gücü zayıf olan ve kâr marjları zaten erimiş bulunan binlerce küçük işletmenin bu ek yükü kaldıramayarak kepenk kapatma riski bulunuyor. Bu durum, hem istihdam kaybına yol açacak hem de piyasalarda bir daralmayı beraberinde getirecektir.

Sonuç olarak, ekonomi yönetiminin mevcut politikaları, bir yanda kamusal müşterekleri garantili kâr alanlarına dönüştürürken, diğer yanda ekonominin can damarı olan küçük işletmeleri sürdürülemez bir mali baskı altına sokma riski taşıyor. Bu dengesizliğin, uzun vadede hem toplumsal adalet hem de ekonomik istikrar açısından ciddi sorunlar yaratacağı endişesi giderek artıyor.

{ "vars": { "account": "UA-216063560-1" }, "triggers": { "trackPageview": { "on": "visible", "request": "pageview" } } }