Bütün beşer tarihi boyunca «din» mevcut olmuştur. Üstelik, her devirde dinin, insanlara sunduğu, önemli sosyal ve ruhî destekler ve nimetler vardır. Peygamberler ve veliler, dinî hayatı zenginleştirerek, fert ve cemiyet olarak insanı, ancak mutlu etmeyi düşünmüşlerdir.

Giderek kitlesel bir biçimde yozlaşan ve fosilleşen bir nesille karşı karşıyayız Giderek kitlesel bir biçimde yozlaşan ve fosilleşen bir nesille karşı karşıyayız

Gerçekten de onlar, başarılı olmuşlarsa insanlık, biraz rahat yüzü görmüş, aksi halde, ızdıraplarının büyüdüğünü idrak etmiştir. Psikanalistlerden C.G. Jung, Batı dünyasında, çeşitli sebepler yüzünden, cemiyetin büyük bir «inanç buhranına» düşmesi neticesinde, kendisine pek çok «ruh hastasının» başvurduğunu, bunların yüzlercesini tedavi ettiğini belirttikten sonra şöyle demektedir: Bu hastalardan «otuz yaşını geçmiş olanlar arasında, hiç kimse yoktur ki müşkülünü halletmek için, son başvurduğu şey, hayatına dinî bir bakış bulmaktan ibaret olmasın. Güvenle söyleyebilirim ki her birinin hastalanmasına sebep, her devirde yaşayan dinin, müminlere bahşettiği nimetlerden mahrum olmasıdır». Bunu yazdıktan sonra C.G. Jung, sözünü şöyle noktalar: «Dinî görüşü, yeniden kazanamayan (hasta)lardan hiçbiri yeniden iyileşemedi». (Bkz. Henry Lik. Dine Dönüş, - Ö.R.-)

Bu psikanalistin tespitlerine göre, «normal olan davranış dindarlık, "anormal olan davranış» ise dinsizliktir. Oysa, günümüzde, birçok kimse, doğuracağı neticeleri düşünmeden, bunun aksini savunmakta ve iddia etmektedir. Böyleleri, bir insanın hem «entellektüel» hem de «dindar» olamayacağı fikrini, kim bilir nasıl bir komplekse düşerek ispat gayreti içine girmektedirler. Bazıları, insanlarda bulunan en tabii «din duygularını» dahi, «anormal davranışlar» biçiminde lekelemeye çalışmakta, ilim maskesi altında «din düşmanlığı» yapabilmektedir.

Nitekim, gerçekten birçok yönleri ile değerli bir eser olan, Dr. Raleigh M. Drake'in yazdığı «Anormal Davranışlar Psikolojisi» adlı kitapta, her müminde bulunan ve bulunması gereken «günah işleme» korkusunun» ve «Allah korkusunun» birer «fobi» tarzında ele alınması ve marazi psikolojiye konu yapılması ne kadar çirkindir. (Bkz. Dr. R. M. Drake, Anormal Davranışlar Psikolojisi -Dr. Nezahat Arkun- 1960 - İstanbul, S. 77). Oysa, yüce dinimiz günah işlemekten korkmayı faziletin «Allah'tan korkmayı da hikmetin başı» saymıştır.

Mamafih, yüce ve mukaddes kitabımız Kur'an-ı Kerim'den öğrendiğimize göre, bütün tarih boyunca, insanlar arasından peygamberleri «tekzip etmeye», onları «sihirbazlık» ve «mecnunlukla» itham etmeye yeltenenler çıkmıştır. Bu durum bu şanlı ve merhametli insanları çok da üzmüştür. Nitekim, münkirler Şanlı Peygamberimizi de bu şekilde itham edince, Cenab-ı Hak, O'nu şöyle teselli etti:

«Herhangi bir peygamber gelmedi ki onlar hakkında da sihirbaz ve mecnun dememiş olsunlar». (Bkz. ez-Zariyat Sûresi, âyet 52)

Günümüzde bile, insanlığın göz bebekleri gibi sevdikleri bu yüce peygamberleri, «saralı», «histerik» ve «hasta» olarak lekelemek isteyenler vardır. Biz, bu çirkin iddialara, maalesef tahsil hayatımız boyunca, pek sık rastladık. Onları, burada tekrarlamaktan haya duyarız. Ancak kesin olarak bilmek gerekir ki büyük medeniyetlere ve hamlelere vesile olan şanlı peygamberler dizisini «yalancılıkla», «cinnetle» ve «hastalıkla» itham etmek, koskoca beşerî hasletleri ve faziletleri inkâr etmek demektir. Oysa, peygamberlerin örnek bir yaşayışı vardır ve onlar, insanlığın «zirveleridir.» Yüce Kitabımızda Şanlı Peygamberimize şöyle buyurulur: «De ki, ben size sırf Allah için, ikişer, (yahut) birer birer (gelerek karşımda) durmanızı, sonra arkadaşınızda hiçbir mecnunluk olmadığını iyi düşünmenizi tavsiye ederim.» (Bkz. Sebe Sûresi, âyet 46)

S. Ahmet Arvasi, Türk İslam Ülküsü, Bilge Oğuz Yayınları, s.267-268