“Genelin geneli gibi karikatür ve kaba taklit plânının ‘mihraksız genel’ine düşmemesi gerekenler, bütün ölçülendirmelerimin tatbikini akademik ve soylu pratik plânında göstermek zorunluluğundadır.”
— Salih Mirzabeyoğlu, Hikemiyat
Bir fikre intisap etmek, o fikrin kelimelerini tekrar etmekten ibaret değildir. Aksine, o kelimelerin hangi ruhla, hangi ıstırapla, hangi ihtilâl arzusuyla söylendiğini anlamakla başlar bağlılık. Bugün İBDA’ya gönül verdiğini söyleyen pek çok kişi, ne yazık ki “mihraksız genel”in ta kendisidir. Çünkü fikirle mesafesini bir etiketle kapatıp, o mesafeyi sadakat sanmaktadır.
Oysa Kumandan’ın yukarıdaki ikazı, tam da bu tembelliğe, bu sathîliğe, bu mihraksızlığa karşı bir ölçü koyuşudur. Ve bu ölçü, iddiada bulunanlara yöneliktir. “Düşmemesi gerekenler” ifadesi, sıradan kalabalıktan değil; fikrin merkezine daha yakın duran, kendini o merkeze ait gören, en azından öyle görünmek isteyenlere hitaptır.
İBDA, bir fikir nizamıdır. Yalnızca slogan değil, yalnızca heyecan değil, yalnızca “karşı olmak” hiç değil. Onun hakikati; bir fikir mimarîsidir. Ölçülendirilmiş, iç mantığı kurulmuş, içtimaî ve ferdî sahaya taşınması oradan da müesseseleşmesi zorunlu bir yapı… Bu yapının yükünü ise, yalnızca sloganla yürüyenler değil, ölçüye sadakatle yaşayanlar taşır. Sadece düzene ve onun eserlerine öfkeli olmak yetmez, fikir ve aksiyon sahibi olmak da gerekir.
Bugün İBDA’yı diline dolayıp, onu akademik plânda üretmeyen, düşünceye fikrî emek vermeyen, yaşantısında ise fikrin asaletine değil kendi ham hislerine yer açan kimseler, ne yazık ki karikatürleşmiş bir İBDA tasavvurunun çoğalmasına vesile olmaktadır. Bu da Kumandan’ın “kaba taklit” dediği şeydir: Boş bir yankı hâline gelmiş sözler, fikrin sesi değil, olsa olsa ancak o sözlerin mezar taşlarıdır.
Fikir, kendini yalnızca dilde değil; zahmette, duruşta, üretimde gösterir. Ve işte burada, ölçü kendini dayatır. Akademik plânda fikir üretmek —yani derinlikli, sistemli, izah edilebilir, eleştiriye açık bir fikir dokusu oluşturmak— ve soylu pratik plânda onu yaşamak —yani ahlâk, edep ve dirayet ile tavır almak. Bu ikisi olmadan, İBDA’ya intisap iddiası yalnızca bir maskedir. Ve zamanla bu maske, hakikatin yüzünü değil, o yüzün sahteliğini gösterir.
Bir fikre bağlılık, o fikri her alanda yeniden doğurmakla mümkündür. Sadece geçmişin müktesebatına atıfla değil, bugünün şartlarında o fikri yeni alanlara taşımakla… Edebiyatta, hukukta, sosyal bilimlerde, estetikte, şehir planlamasında, eğitimde, ekonomide —yani hayatın tüm alanlarında İBDA ölçüsünü tatbik etmekle… İşte bu akademik plândır.
Fikrin ilmî üretimi kadar, gündelik pratikteki tezahürü de o fikrin ruhunu diri tutar. Zira fikir yalnız zihinde değil, hâl içinde kemale erer. Günlük hayat, duruş, mücadele, adanmışlık, ciddiyet, vakarla iş görmek; bunlar da soylu pratiği oluşturur. Ve bu ikisini birleştiren kişidir gerçek müntesip. Diğerleri ise, ne kadar sadakat iddiasında bulunsa da, “mihraksız genel”in içinde erimeye mahkûmdur.
O halde soralım: İBDA’yı sevdiğini söyleyen kişi, bugünün meselelerine İBDA tarafından yaklaşabiliyor mu? Kendi çağını, kendi çevresini, kendi mesleğini, kendi nefsini bu fikirle yeniden kurabiliyor mu? Yoksa yalnızca hazır sloganları tekrar ederek, kendi fikrî donukluğunu mu kamufle ediyor?
Ve bir adım daha ileri: Eğer “ölçülendirmeler”in akademik sahada gösterilmesi gerekiyorsa, bu sahada neden hâlâ derinlikli bir üretim yok? Eğer soylu pratik gerekiyorsa, neden bu fikir, bir hayat tarzı, bir şahsiyet disiplini olarak gösterilemiyor?
Kumandan, fikirle yürümenin ölçüsünü koymuş: Sadece bağlılık değil, ölçüyle yaşamak. Sadece sevmek değil, fikre sadakatle şekillenmek. Sadece sahip çıkmak değil, hakikatle kendini yeniden inşa etmek…
Ve bu ölçüden uzak duran, fikrin mihrakından da uzaktadır. Adını ne kadar söylerse söylesin.
Gerçek sadakat, fikrin yükünü taşımaktır. Bu yük, ancak iki elle taşınır: biri fikirde, diğeri ahlâkta. Sadece biriyle yürümek, eksik kalmaktır. Her eksik ise, zamanla ya yozlaşır ya silinir.
Fikri yalnız bırakmak, o fikre düşman olmak kadar veballi olabilir. Çünkü hakikat, sadece ona düşman olanlarla değil, onu eksik temsil edenlerle de yaralanır.
Fikir, hakikatin yükünü omuzlamakla yaşar. Ve bu yük, ancak hem düşüncede hem ahlâkta taşınabilir. İBDA, yalnızca kavramlar değil; bu kavramları hayat hâline getirmiş şahsiyetlerin soylu zinciridir. Zincirin bir halkası zayıfsa, bütünlük dağılır. O yüzden, hakikatin yükünü sadece dile getiren değil, onunla kendi şahsiyetini inşa edenler, gerçekten fikre sadakat göstermiş sayılır. Diğerleri ise, ne kadar bağırsa da, yalnızca figürdür; fikrin değil, kendi unutulmuşluğunun temsilcisi...
Baran Dergisi