Giriş
Pakistan, son yıllarda sürekli bombalı saldırılar, ayrılıkçı hareketler ve siyasi krizlerle gündeme geliyor. Belucistan’daki son saldırıda 13 kişinin hayatını kaybetmesi, ülkenin neden bir türlü istikrara kavuşamadığı sorusunu yeniden gündeme taşıdı. Pakistan’daki güvenlik sorunlarının yalnızca iç aktörlerden kaynaklanmadığı, aksine bölgesel ve küresel güç dengelerinin de bu tabloyu beslediği dikkat çekiyor.
İç dinamikler: Ayrılıkçılık ve radikal örgütler
Pakistan’ın en kırılgan bölgesi olan Belucistan, uzun yıllardır ayrılıkçı örgütlerin faaliyet gösterdiği bir alan. Belucistan Kurtuluş Ordusu (BLA) ve benzeri gruplar, bağımsız bir devlet hedefiyle hem güvenlik güçlerini hem de sivil toplantıları hedef alıyor.
Buna ek olarak, Tehrik-i Taliban Pakistan (TTP) ve IŞİD-Horasan gibi örgütler de özellikle sınır bölgelerinde saldırılar düzenliyor. Bu örgütler, camileri, pazar yerlerini ve siyasi mitingleri hedef alarak ülkedeki güvenlik zaaflarını derinleştiriyor.
Afganistan faktörü: İstikrarsızlığın dolaylı etkisi
Afganistan Taliban yönetimi doğrudan Pakistan’a zarar verme niyetinde değil; önceliği kendi iç istikrarını sağlamak ve uluslararası alanda meşruiyet kazanmak. Ancak sınır hattında faaliyet gösteren Pakistan Talibanı (TTP), Afganistan’daki varlığını kullanarak Pakistan’a yönelik saldırılar düzenliyor. Taliban başlangıçta bu gruba karşı pasif bir tutum sergilese de, son dönemde Pakistan’ın tepkileri ve Çin’in arabuluculuğuyla TTP’nin sınır ötesi saldırılarına izin vermeyeceğini duyurdu. Dolayısıyla yaşanan sorun, Taliban’ın doğrudan desteğinden çok, sınırlı kapasite ve öncelik farkından kaynaklanıyor.
Hindistan’ın rolü
Pakistan’ın en büyük rakibi Hindistan. Yeni Delhi yönetimi, Pakistan’ın sürekli iç sorunlarla uğraşmasından stratejik fayda sağlıyor. Belucistan’daki ayrılıkçı grupların Hindistan tarafından desteklendiği yönündeki iddialar, İslamabad tarafından defalarca dile getirildi. Hindistan açısından Pakistan’ın zayıf kalması, hem Keşmir’de avantaj hem de bölgesel güç mücadelesinde üstünlük anlamına geliyor.
Batı ve ABD: Çin’i sınırlama hesabı
Pakistan, Çin’in “Kuşak-Yol Projesi”nin en kritik halkalarından biri olan Çin-Pakistan Ekonomik Koridoru (CPEC)’a ev sahipliği yapıyor. Bu dev altyapı ve enerji projeleri, Batı için Pekin’in küresel güç projeksiyonunu artıran adımlar olarak görülüyor. Dolayısıyla Pakistan’ın sürekli krizlerle uğraştırılması, dolaylı yoldan Çin’in küresel genişlemesini sınırlıyor. ABD’nin bu noktada Pakistan’ın istikrarsızlığından fayda sağladığı yorumları dikkat çekiyor.
İsrail ve İran: Güvenlik ve nüfuz kaygısı
Pakistan, nükleer silaha sahip tek Müslüman ülke. Bu durum İsrail için stratejik bir tehdit. Ayrıca Türkiye ile olan bağını da koparmak için uğraşıyor. Dolayısıyla Pakistan’ın sürekli krizlerle meşgul olması, İsrail’in güvenlik perspektifine uygun düşüyor.
İran açısından tablo daha karmaşık. Enerji ve ticarette Pakistan ile işbirliği olsa da, sınır bölgelerindeki gerilimler ve Belucistan hattı Tahran’ın da İslamabad’a temkinli yaklaşmasına yol açıyor. İran, Pakistan’ın tamamen çökmesini istemez; ancak fazla güçlenmesi de kendi bölgesel nüfuzunu sınırlayacağı için kuşkuyla karşılanıyor.
Türkiye–Pakistan ilişkisi
Türkiye ile Pakistan arasında son yıllarda giderek derinleşen ilişkiler, savunma sanayii başta olmak üzere pek çok alanda stratejik ortaklığa dönüşmüş durumda. Türkiye’nin Pakistan’a MILGEM korvetleri, ATAK helikopterleri, insansız hava araçları ve çeşitli mühimmat sistemleri sağlaması, iki ülkenin savunma alanında birbirine olan bağımlılığını artırıyor. Bu işbirliği ortak üretim, teknoloji paylaşımı ve uzun vadeli kapasite inşası da içeriyor.
Diplomasi sahasında ise Türkiye ve Pakistan, özellikle Filistin meselesinde aynı çizgide duruyor. İki ülke, İslam dünyasında ortak bir ses olarak Batı merkezli politikalara karşı çıkıyor. Türkiye’nin İslam İşbirliği Teşkilatı’ndaki girişimleri ve Pakistan’ın Birleşmiş Milletler platformlarındaki tutumu çoğu zaman birbirini tamamlıyor.
Bu yakınlaşma, İsrail için nükleer silaha sahip tek Müslüman ülke olan Pakistan’ın Türkiye ile askeri bağ kurması anlamına geliyor ki bu Tel Aviv açısından stratejik bir tehdit. ABD açısından ise sorun, Türkiye’nin NATO üyesi olmasına rağmen Pakistan üzerinden Çin’e yaklaşabilecek bir hat kurabilme ihtimali. Hindistan ise Türkiye’nin Pakistan’a verdiği desteği, özellikle Keşmir bağlamında doğrudan kendi ulusal güvenliği için risk olarak görüyor.
Öte yandan şu soru da akıllara geliyor: Türkiye bir savaşa girse, Pakistan yanında olur mu? Pakistan’ın tarihsel olarak Türkiye’ye verdiği destek, iki ülke halklarının kardeşlik söylemleri ve mevcut stratejik işbirliği dikkate alındığında bu ihtimal güçlü. Nitekim Pakistan, geçmişte de uluslararası krizlerde Türkiye’ye diplomatik ve askeri destek açıklamış bir ülke. İşte tam da bu ihtimal, yani Türkiye ile Pakistan’ın olası bir ortak cephede birleşmesi, dış mihrakların iki ülkeyi zayıflatmak istemesinin en önemli nedenlerinden biri olarak görülüyor.
Dolayısıyla Türkiye–Pakistan ortaklığı yalnızca savunma sanayii projelerinden ibaret değil; jeopolitik dengeleri değiştirme potansiyeli taşıyan bir stratejik eksen. Bu eksenin güçlenmesi, bölgedeki pek çok aktör için rahatsızlık verici bir senaryo.
Sonuç
Pakistan’daki karışıklık, yalnızca içerideki ayrılıkçı ve radikal gruplardan kaynaklanmıyor. Hindistan’ın stratejik hesapları, Batı’nın Çin’i sınırlama politikaları, İsrail’in güvenlik endişeleri ve İran’ın nüfuz kaygıları da bu istikrarsızlığı besliyor. Kısacası Pakistan, hem içeriden hem dışarıdan baskıların kıskacında, sürekli güvenlik sorunlarıyla meşgul edilerek bölgesel ve küresel projelerde zayıflatılmak isteniyor.
Baran Dergisi





