TBMM'nin 1 Kasım 1928'de 1353 Sayılı Yasayı kabul ederek gerçekleştirdiği harf inkılabı kanunu; 28 Mayıs 1928'de TBMM, 1 Haziran'dan itibaren resmî daire ve kuruluşlarda uluslararası rakamların kullanılmasına yönelik bir yasa çıkarttı. Yasayla aynı zamanda da harf reformu için bir komisyon kuruldu. Bu yasanın kabulüyle o güne kadar kullanılan İslam harfleri esaslı Osmanlı alfabesinin resmiyeti son buldu ve Batı’dan alınan Latin harfleri yürürlüğe konuldu.

İslâm’a en büyük darbe olarak harf inkılabı gösterilir. 1928 yılında İslâm harflerinin yerine Latin harflerine geçilmekle İslâm ilim ve kültürünün temeline ve bir milletin tarih köklerine dinamit konulmuştur. Harf inkılabının zararı, ulemanın imha edilmesinden dolayı çoğu da okur yazar olmayan halk nezdinde yeterince idrak edilememiştir. Koca bir milletin hafızası, kültürü, sanatı, düşüncesi soykırıma uğramış, geçmiş unutulmuş, idrakler dumura uğramış, iğdiş edilmiştir. Hakikaten de bir gecede cahil bırakılmıştır millet. Yüzlerce hat dükkânına kilit vurulmuş, İslam harflerini kullanmaya devam edenler derdest edilip zindana atılmıştır. Zaman içinde yetişen fertler kendi kütüphanelerinden dedelerinin kitaplarını okuyamaz vaziyete gelmiştir. Cemil Meriç’in sözleriyle söylersek; Kamus, bir milletin hafızası, yani kendisi; heyecanıyla, hassasiyetiyle, şuuruyla. Kamusa uzanan el namusa uzanmıştır.

Kazım Albay’ın dilimize yapılan soykırıma dair Baran Dergisi’nin 550. sayısı için kaleme aldığı “Özgürlük ve İdrak” başlıklı yazısındaki düşünceleri pek yerindedir:

Cumhuriyet rejiminin en büyük kötülüğü İslâm karşıtlığı demek olan laiklik anlayışından öte idrakleri iğdiş etmesidir. Bu hususta harf inkılabı milad gösterilir. Çünkü insan kelimelerle düşünür. Osmanlıca kelime ve harflerdeki kültür, idrak, his zenginliğini bir gecede ortadan kaldırarak millete en büyük fenalık yapılmıştır. Zihinler daraltılmış, hisler körleşmiştir. Zor ve anlaşılmaz gelen Divan Edebiyatında bir kelime ile birkaç mana anlatılır ve tedailerle zengin hisler oluşturulurken kolaya kaçmanın sonucu 300 kelime ile bütün duygu ve düşüncelerini ifade eden kuru bir gençlik yetişmiştir. Bu kısırlıkta tahassüs ve tefekkür olmayacağı açık, ilim de olmaz. Osmanlıcanın zorluğu ise idrakleri genişleten ve faydalı bir zorluktur. Tıpkı Japonların ve Çinlilerin dünyanın en zor alfabesini bırakmamalarında olduğu gibi.

Ulus devletin eğitim sistemi, tek tipleştirme ve idrakleri rejime göre kütleştirme üzerinedir. Eğitim kelimesi ile maarif kelimesinde bu fark görülebilir. Birinde irfan tüterken öbüründe sanki tornadan geçirme vardır. Kelimelerle oynayarak bizi bozdular. Konfüçyüs’ün, “yönetim elime geçerse önce dili düzeltirdim ki anlaşma sağlansın” deyişindeki hikmeti düşünmeli. Lisan darlığı, fikir darlığı demektir. İnsan, lisanla mühürlenen bir varlık ve kâinat lisanda toplu. Bunun için lisanla oynamak vatanla oynamak mânâsına gelir.

Cumhuriyetin ithal devrimleri ve harf inkılabı ile birlikte duygu-düşünce dünyamız kökünden baltalanmış ve küspe nesiller doğmuştur.

Bu açıdan Necib Fazıl’ın Salih Mirzabeyoğlu’nun Kültür Davamız eserine yazdığı şu takdim, hayatî önemi haizdir. “Cumhuriyet sonrası kavruk nesillerin ilk ciddi fikir sesi, ilk çileli nefs murakabesi…” İbda idraki, havandaki cevher misali, kurtuluş yolunun anahtarı mesabesindedir. İdrak ve irfan davası güden ve bunun ehemmiyetini idrak edenlerin (idrakin aczini idrak de bir idrak oluyor) anlayacağı ve kurtulacağı bir yoldur. Gerçek özgürlük yoludur. Ruhun kanatlarıyla akıl atını koşturmanın, kâinatı ve kendini keşfetmenin zevkli ve heyecanlı yoludur.

İdrak ve irfan tarlası olarak Büyük Doğu İbda dünya görüşü kurucu ve yönlendirici ilkedir. Ümmetin birleşmesi için gereken tek fikir mihrakıdır, hüviyetimizdir.