Üstad Necip Kısakürek’in “bugünün ve yarının gerçek müminleri”ne ithaf ettiği, İman ve İslâm Atlası eserini tefrika olarak yayınlıyoruz.

Yandı kitap dağlarım, ne garip bir hal oldu!

Sonunda bana kalan, yalnız ilmihal oldu!

TEVHİD

*Mutlak müessir diye işaretlediğimiz, mutlak kudretin sahibi Mutlak ZAT… Mutlak Zat, vücud olmanın, sayıya girmesi muhal olmanın, mutlak keyfiyet ve yegânelik anlamiyle BİR’dir.

*Oluşun, olmanın gereği BİR… Kemmiyeti yakan ve zatiyle kalan nâmütenahî BİR… 

*İmam-ı Azâm “Fıkh-ı Ekber” isimli eserinde, bu BİR’i akıl hamlesinin son mecaliyle, BİR üstü BİR mânasına sayı dışı “şiddetle bir” diye tarif eder. 

*Şah-ı Nakşibend’in “mutlak tevhid mümkün değildir” diyerek anlaşılmasını akış dışı kâbul ettiği her şeyi silici sayıları berhevâ edici ve yalınız kendisi kalıcı BİR…

*Akıl, nâmütenahî derin mânaya hesapla yol bulamaz; ve bu mânada, Allahta kaybolmak, yokluğa bürünmek, öz varlığını yitirmek ve İlâhi visâle ermek gibi, gâyelerin gâyesi zuhur etmeye başlar. Öyle bir ufuk noktası ki, ne aklın, ne de bu eserin mevzuu…

*Miracta “Sidretü’l-müntehâ- nihayetteki ağaç” noktasında, artık daha ileriye geçemeyeceğini, geçecek olursa kanatlarının yanacağını ve ötesine ancak aşkla geçilebileceğini söyleyen, akılda son mertebe Cebrâil, mutlak tevhidin eriyip silinmekten ibaret olduğunu işaretlemiştir.

*Böyleyken iman ve itikad ile mükellef aşka düşen borç, kendisinin kuşatılmışlığını ve mahpusluğunu düşünüp hiçbir işe yaramayacağına hükmetmek yerine, aksine, İlâhî bahş olarak pek büyük bir nimet olduğunu takdir etmek, fakat asıl kuşatıcı ve sınırlayıcı Zat önünde yükseldikçe küçük kalacağı şuurunu tutmak… Allahı, ortaksız, benzersiz, eşsiz, misalsiz ve misilsiz BİR kabul etmek…

*Tevhid sırrı üzerinde, sadece duygu emrine tâbi bir ölçü aleti olduğunu bilen, anlayan ve kendisini hudut dışı zorlayan akıldır ki, Peygamberlerden sonra insanlığın en büyük zirvesi Hazret-i Ebubekr’in vasfettiği dereceye ulaşır: “İdrakin aczini idraktir ki, idraktir”…

*Erenlerin, “bu iş ne akılla olur ne de akılsız” demelerindeki sır, böylece anlaşılmış gibi oluyor ve akla en büyük memuriyet şanı, kendi kendisini anlamaya bakmak, duracağı ve koşacağı yerleri görebilmekte toplanıyor. İdrak saltanatı kalbin bedâhet duygusuna geçiyor v e akla bu duygunun sadece tartı memurluğu düşüyor.

*O halde itikad ve tevhid bahsinde aklın ister istemez kurcalayacağı ve cevap arayacağı “İlâhi keyfiyet nedir?” sualine, yine akılla verilecek cevap “varlığı ve kâmil kudreti bedâhet duygusuyla sezilen Mutlak Zat” demekten ibaret kalıyor ve bu kadarı akla ve mümüne yetiyor.

*Allah ve Resûlünün kitaplarından sonra en büyük eser kabul edilen “Mektubat-ı İmam-ı Rabbanî”den kısa bir cümle: “Allah tecelli eder, ötenin ötesinde, ötenin ötesinde, ötenin ötesinde”… Üç kere tekrarlanan “öte” tabirinin sayılar boyunca sonsuz ötesi.

*Tevhidde yol, bu sonsuz öteler anlayışı içinde; aklı, kendi aletleriyle hakikate erdiği vehminden korumak ve Allahı bulmayı, onda kaybolmakta bilmektir.

*Nitekim bu eserde mevzuumuz ve gâyemiz bakımından üzerinde daha fazla duramayacağımız ve kelimeler fezasında milyarlarca ışık senesi yol alınsa bile eksik kalacağını bildiğimiz bu bahiste en ileri akıl hamlesi şu tasavvuf düsturunda pırıldıyor: “Kendinde olmak küfür, kendinden geçmek iman”…

Necip Fazıl Kısakürek

İman ve İslam Atlası 

Shf. 16-18.