Dava aynı; İslâm… Dik duruş ve cephe aynı; Baran… Öfke ve Muhabbet aynı; pazarlıksız Allah ve Resulü diyorsa dostumuz kim aksini diyorsa düşmanımız… Baş nefret kutbumuz ve etrafında halkalandığımız liderimiz aynı; Batı, batıcılık, Kemalizm ve Yahudi nefret kutbumuzu temsil eder ve ahbese buğzumuz kesintisiz devam ederken Büyük Doğu İBDA fikri ve Mimarları Necip Fazıl Kısakürek ve Salih Mirzabeyoğlu ise etrafında halkalandığımız lider ve fikri temsil etmekte.
Ve 6’ncı yılımızdayız…
Önce geçmişe kısa bir yolculuk;
İlk sayımız 11 Ocak 2007’da Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu tarafından “Emperyalizmin tekerine çomak sokan adam” diye nitelendirilen ve 31 Aralık 2006’da asılarak idam edilen Irak Devlet Lideri Şehit Saddam Hüseyin vesilesiyle çıkmış. 6 yıl sonra ise gelinen nokta ortada. Saddam’ın açtığı direniş bayrağı tüm Ortadoğu’yu Batı ve batıcılardan temizlemeye niyet etmiş güçlü Arap-Türk-Kürt örgütlerinin cesaretini artırmış ve “Arap Baharı” diye adlandırılan ve henüz devam eden büyük zuhurun ilk işaretlerini vermiştir. İşte Pakistan, Afganistan, Keşmir, Somali, Kırgızistan, Tunus, Cezayir, Ürdün, Sudan ve direnişin sevdalısı Hindi Kuş dağlarının İslam Savaşçıları ABD ve AB’yi her yerde yenilgiye uğratıyor, Batıya can çekiştiriyor. Irak İslam savaşçıları ve Afganistan Taliban Mücahidleri bu zaferin bayrağını göndere çekmeyi hak edecek işlere imza atıyorlar.
Tam altı yıl sonra, Saddam’ı idam ettiğini sanan zevat’ın o gün kendini idam ettiği, bugün olan bitenle daha iyi açığa çıkıyor. ABD ve AB, işgal için girdiği Irak’tan ekonomisi iflas etmiş, askeri olarak çökmüş, Ortadoğu’da etkisini ve gücünü kaybetmiş, savaşma ve müdahale kabiliyetini yitirmiş olarak çıkmıştır. Saddam’ın duası hedefini bulmuştur.
Zaman ve olaylar hızlandı, Ahir zaman hikmeti… Gaybı bilen Allah… Olaylar ve şahıslar çok hızlı değişiyor ve seyrediyor. Herşey bir merkeze doğru akış halinde… Sözde 50 yıllık 100 yıllık öngörülerle planlar yapanlar üç günlük plan yapamıyor. Bir gün sonra ne olacağını bugünden bakıp kestirmek mümkün değil… Hiçbir şey eskisi gibi değil!
Bu durum 1999’la başladı… O günden sonra hiçbir şey eskisi gibi olmadı. TAŞLAR BİR KEZ YERİNDEN OYNADI. “TİYATRO BİTTİ”. Artık hiçbir şey eskisi gibi olamazdı, olmadı da. Müjdeci’nin dilinden dökülenin ruhumuzda geç aksül amel bulması hadisenin belki büyük inkılâbın zuhurunu geciktirdi, lakin ALLAH VAADİNDE SADIKTIR. Ve Baran bu aksülâmel niyetinde, eksiği ve gediği ile birlikte bir grub İBDA bağlısında zuhur etti. Ve muradı O’nun muradı üzere olmaktı.
Olaylar, olaylar, olaylar; Ümmetin Yahudi’si Şii İran’ın ABD-AB ile işbirliği ile Irak’ın İşgal edilmesi, Batıcı Kemalist örgüt Ergenekon çözülmesi veya yeniden dizayn edilmesi ile Ilıman İslam adıyla yeni bir Laik Batıcı Rejimin Anadolu insanının başına çöreklendirilmesi, Misyonerlere ve Kiliselere rahat ortam sağlamak için Papaz cinayetleri gibi provokasyon kokulu cinayet şebekelerinin harekete geçmesi ve uzun süre gündemin bunlarla meşgul edilmesinin sağlanması, Gölcük donanması merkezli darbe hareketlerinin açığa çıkması, Balyoz adlı darbe planlarında on binlerce kişinin ölümüne ve onlarca caminin havaya uçurulmasına dair hesaplara ulaşılması, Müslüman Libya Halkının üstüne Haçlı orduları ile işbirliği yaparak bomba yağdırılması, BOP görevi sebebi ile Ortadoğu’da ABD-İsrail adına cirit atılması, garantörlük – taşeronluk  yapılması, Müslüman halkın kemalizme duyduğu nefretin isbatı halinde AKP’nin seçimlerden %50’nin üzerinde bir oyla başarı ile çıkması. Cumhurbaşkanlığı seçimleri ve Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanı olması. İngiltere’nin ve ABD’nin hem resmi hem yarı resmi kuruluşları tarafından Erdoğan ve Gül’ün ödüllere boğulması vs. son altı yılda yaşadıklarımızdan bir kaçı idi. Onlarca generalin içeri alınması ile başlayan süreçte Kemalist güruhun antiemperyalist davranışlarının sahteliğinin ve güçlerinin sadece Müslümanlara ve Anadolu halkının mazlum yetimlerine  yettiğin görülmesi ise bu altı yıl içerisinde en önemli mevzuuydu. Ve dahi İslam dünyasında müthiş bir yankı uyandıran Marmara Gemisi Akıncılarının İsrail’in siyaseten iflas ettiren, büyük bir manevra hareketi ile Gazze’ye çıkarma yapmaya kalkışması, 9 şehit verilerek tarihe altın harflerle yazılması çok önemli olaylardandı. Ve yine Baran Dergisi’nin kesintisiz ve sürekli yazarlarından “Yaşayan Şehid Carlos” dünya çapında röportajları, mahkemeleri ve beyanları sürekli gündemdeydi.
Hadiseleri ve hadiselere bakışımızı tek tek saymaya yazımız müsait değil ancak 261. Sayısını çıkardığımız Baran Dergileri tarihe ışık tutan “harika bir arşiv” halinde buna müsaittir.
Baran Dergisi bağlı olduğu dünya görüşü gereği; “İslâm ihtilal ve inkilâb şuurunu daima diri ve hazır tutucu” bir role sahiptir. Bu çerçevede denilebilir ki; « “mensupları arasında maddî ve manevî teması sağlama”, “iç ve dışa doğru tebliğ, telkin ve tesir”, “iç ve dışla ilgili haberleşme ve istihbarat”, “mensupları arasında kafa ve ruh disiplini sağlama”, “örgütlenme” ve her ihtilalin toplumda bir sınıfa dayanarak gerçekleşmesi açısından “dayanılacak sınıf hedefi” gibi» gaye ile ortaya çıkmıştır. Gözaltılarla-tutuklamalarla yıldırılmaya, baskı altına alınmaya; açılan devasa mahkemelerle bıktırılmaya, susturulmaya çalışılsa da BARAN davasından asla vazgeçmemiş, geri adım  atmamış, kendini yenileyerek, durmaksızın yoluna devam etmiştir. Gidipte dönenler bizi aynı istikamette ve aynı davada sadık gördüler, gidipte dönmeyenler “dönemedikleri yerde” bozulduklarına, koktuklarına şahit oldular ve halimize gıpta ile baktılar.
Kimileri vardı; İBDA bağlıları Kemalist rejim mensuplarınca esir aldığında, işkenceler altında inletildiğinde; arkadan vururcasına; Ümmet-Kardeşlik şuurunu dilinden kalbine indirememiş olmanın verdiği bir çılgınlıkla yada gaza gelmişlikle “Müslüman Terörist olamaz” ve türlü iftiralar dolu beyanlarda bulunmuş amma ilahi hikmet gereği, Mü’minlere atılan iftira “bir tokat halinde” kendine geri dönmüş ve çetecilikten acip bir iftiradan içeri girmiştir. Buna rağmen, dışarıda yandaşları kadar olsun dik duruş ve sadakat gösteremeyen bu zata “hiç tereddütsüz” sahip çıkılmış ve “Müslüman Çeteci olamaz” denilmeyerek Ümmet ve kardeşlik şuuru çerçevesinde “Hakiki ve Derin Mü’min nasıl olunur ve niçin olunması gerekir” inancı tüm kalplere duyurulmuştur. Evet Baran’ın davası İslam davasıdır, adalet ve aşk davasıdır, iman ve aksiyon davasıdır, Allah ve Resulü davasıdır. Kim pazarlıksız Allah ve Resulü diyorsa bu yeterli sebeptir. Kim; hangi cemaat, hangi parti, hangi örgüt, hangi dernek, hangi millet, hangi kabile’den olursa olsun, hiçbir ehemmiyeti yoktur. Baran mazlumların yanında zalimlerin karşısında olmuştur ve olmaya da devam edecektir.
“Dokunan yanar” ifadesinin zengin bir tedaisi olduğu dikkate alınarak, “Mirzabeyoğlu Davası” babında Mirzabeyoğlu’na zulüm ve işkence edenlerin, O’nun açtığı gediklerden kendilerine iktidar devşirenlerin ve zalimlere şirin görünme ve mevkilerini koruma adına Mirzbeyoğlu’na insanlık dışı vahşiyane mahkumiyet ve iftira halkaları dizenlerin her biri sırası ve zamanı geldikte, tek tek veya toplu  olarak “TOKAT” yemekte ve Allah Masum ve mazlum sevgili kulunu hiçbir zaman yalnız bırakmamakta ve onu ger daim sadık ve galip olarak muzaffer eylemektedir. “Mirzabeyoğlu Davası”nın İslâm davası ile olan ilgisi ve “Dik durun karşınızda leşler var” metaneti karşısında Mirzabeyoğlu’na dokunanlar yedikleri tokatlarla “hakim, general, hocaefendi, aydın” rezil rüsvay olmaktadırlar.
Ve yine ahbes’ten sonra buğzumuzun merkezine oturan Ilıman İslam taifesi ve liderciği… Maiyetini Papalık misyonuna esir etmiş ve kendiside ABD’de mahsur kalmış kuklanın salya sümük gözyaşları arasında “İsrail otoritesine itaat telkin edilir”, “ABD emperyalizmi şirinleştirilir”, “AB merkezli her şey, medeniyet menşei ve hakiki terbiye kaynağı olarak gösterilir”, “kurtuluş reçetesi olarak demokrasi-ileri demokrasi telkin edilir ve İslam Devlet ideali törpülenir” ken Baran, bu oyunları bozacak, zihinlerin iğdiş edilmesine yepyeni bir yüzle devam etmek isteyen Batı’nın bu planını ifşa edecek, muhatap olduğu kitleyi, Anadolu insanını bu “KENE”lere karşı uyanık olmaya çağıracaktır. Fikir ve tesir burada mühim. Nihayetinde fikirde aksiyonda üretken olmak kadar öncü rolde esas. Baran’ın ideolojik duruşu bu açıdan dikkate değer; propagandayı her açıdan derinleştirerek sürdüren ve şuurlara alternatif fikir ve aksiyon telkin eden, farklı farklı cephelerde ortaya konulan verimleri tekbir haznede biriktiren-değerlendiren yayın organı olarak öncü rolü tartışılmaz.
Ve Kürt(ün) Meselesi. Gelinen nokta; bütün çıplaklığı ile Mirzabeyoğlu’nun 20 yıl önce, Büyük Doğu mimarının 70 yıl önce ifade ettikleri yer. Kürt, Doğu, Kürdistan derken, Şeyh Said kıyamı vesilesiyle Kürdistanı kana bulayanların, Dersim katliamcılarının, Ağrı’da soykırıma giren insanlıktan çıkmış batıcı Kemalist şovalyelerin, birbir suçları ifşa ediliyor. Hem de devlet çapında özür dilenerek, hem de o günün şartlarında Müslümanların hakkını “HAKKIYLA” savunma cesareti gösterebilmiş İslâm İnkılâbının lideri ve öncülerinden Necip Fazıl Kısakürek’in  diliyle, O’nun deyişiyle. Devlet Kürd’e Türk’e yapılan zulümde yıllar sonrada olsa Necip Fazıl’ın dediği yere geldi. Bu bir zulümdü, işkenceydi, alçaklıktı. Bundan dolayı onlarca yılı hapishanelerde geçen İslâm İnkılâbının büyük lideri yürüyen haliyle halen içeridedir. Bayrak yere düşmemiş, Büyük Doğu Mimarından alınan bayrak  kendisine on yılın üstündedir “kesintisiz” işkence yapılan Bolu cezaevinde mahkum edilen İBDA Mimarı Salih Mirzabeyoğlu tarafından “yükseğe, daha yükseğe” tırmandırılmıştır.
Baran bu manada Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu’nun önce “İnsan-Büyük Doğu İbda” sonra “Esatir ve Mitoloji” ve halen yayını süren “Ölüm Odası B-Yedi” adlı eserlerini basımından önce tefrika etmiş ve o’nun okura yansıyan sesi olmuştur.
Nihai söz İBDA mimarının dilinden olsun, O diyor; “Her ân, her nefes alışta ihtilâl-inkılâbın rüyasını görecek, hayatını buna göre ayarlayacak, hiçbir zaman hiçbir tehlikeden yılmayacak, son nefesine kadar dönmeyecek, kafa ve ruh disiplini içinde gerçekleştirmenin mânâ ve madde şartlarına ermeye çalışacak… Evet; plânlı ve sistemli bir şekilde kadrolaşacak nesil olma görevi…
Açıkça söyleyelim ki; bu liyâkate ermenin ilk şartı ruh ve kafaca batağa yayılmış manda rehâvetinden kurtulmak ve bu işin nasıl olacağı hakkında düşünür görünme maskaralığından çıkarak, düşünmektir. En azından, (nefsini sokamayanlara sözümüz yok), ihtilâl-inkılâb hakkında devşirileni anlayacak duruma gelmenin çaresine bakmak…” (İdeolocya Örgüsü, 23)
DAVAMIZ MURAD EDENİN MURADI ÜZERE OLMAKTIR.
             
  “Bu uğurda NE DUR/ NE DURAK/ NE RAHAT… Engelcileri eze eze.”(S.M)
 

Baran Dergisi, 261. Sayı