Hakikat Hakikat

ADALET

●İslâm inkılâbında şer’î mahkeme diye bir teşekkül yok, sadece ve düpedüz mahkeme vardır. Zira İslâm inkılâbının mahkemeden anladığı, yalnız ilahî emirlerdeki ana kaideye ve ona uygun be bağlı olarak insanî selim his ve fikir temeline dayalı adalet mekanizmasıdır. Böylece her şey ve her düstur Allah’ın emirleri içinde gâip ve fânidir. Sudan başka bir şeyle çevrili olmayan balık, suyu nasıl göstersin ve tefrik etsin? Şer’i mahkeme tefrikine şu yüzden yer yoktur ki, Allah’tan gelen hakikatin gayrına yer olmıyan noktada herhangi bir ayırt edişe de yer olamaz.

●Eski devirlerin "Mahkeme-i Şer’iye"leri, Avrupa yoliyle içimize sızan bazı hukuki ve cezaî ölçülerin benimsenmesi karşısında düşülmüş bir pazarlık ve aracılık seciyesinin ve bu yüzden dine bir kısım hak tanımanın ifadesidir. İslâm inkılâbında ise Allah ve din adına tanınacak bir kısım hak yoktur, topyekûn hak vardır.

●Bir zamanlar İslâmlığın, beşeri temsil kadrosunda, nefsine Müslüman ismini verenlerdeki idrak ehliyetsizliği yüzünden nurunu kaybetmeye başladığına, ricat girdiğine, işi pazarlığa ve aracılığa döktüğüne, ne kurtarabilirse kör saydığına; ve bir kısım fedakârlığa razı olarak bir gün her şeye fedaya namzet bulunduğunun işaretini verdiğine, su kesimi altında ceviz kadar deliğe razı olmakla teknenin bir hamlede devrilmesine razı olmak arasında fark bulunmadığına biricik misal, işte, Tanzimat dedikleri avanak hareketin bu malül seciyesidir, İslâm inkılâbında ise her şey "hep"çi ve "hiç"çidir. Bütün "müspet"ler "hep"te ve bütün "menfî"ler "hiç"te toplanır; ve bu ruhun tecellisinde adalet miyân, tam bir kıstas rolünü oynar.

●Anlaşılıyor ki, İslâm inkılâbının, kanun tohumu, kanun maddesi şudur: Bütün kanunlar, hakkın hükümlerine ve ona uygun ve bağlı olarak insanî selim duygu ve düşünceye dayanır; ve bu soydan kanunlara karşı aklî, ruhî, ilmî, hiçbir itiraz ve temyiz makamı bulunamaz.

●Bu bakımdan, İslâm inkılâbının hâkimleri, mihrakını, mukaddes ölçüler manzumesinde merkezleştiren ve her tesirden müstakil hükümlerin tatbikçileri; savcılar da, aynı emirlerin amme hakları çerçevesinde takipçileri olarak, güzideler güzidesi birer memuriyet sınıfını temsil ederler ve kendilerine teslim olunan emanetin nezaketî derecesinde mesuliyet belirtirler. Herhangi bir hâkimi eline, ihtiyacı her neyse aydan aya çekmesi ve dilediği rakamla doldurması için devlet hazinesine karşı açık ve sınırsız bir çek karnesi verilip, böylece o hâkim dahi en ince bir hüküm altında tutulurken, maddî ve manevî tek pulu irtikâp edecek kaza mümessili hakkında da kat ve tahammülün son mertebesindeki ceza tatbiktir.

●Neticede hâkimler, İslâm inkılâbında evvel nefslerinin hâkimi ve ilâhî sınırların muhafızı olarak, bir taraftan, hâkim olmaktansa ömür boyu prangaya mahkûm olmayı mumla aratacak derecede işkenceli bir mesuliyet duygusunun çilekeşleri, öbür taraftan da yeryüzüne sultan ve kahramanlık mevzularına destan olacakları yerde, hâkim olmaya can attıracak nisbette muazzam bir şeref ve haysiyetin sahipleridir.

●İslâm inkılâbının adalet telâkkisinde en canlı ve müşahhas tatbikatcılık örneği, mefkürevî çapta merhametle, mefkürevî çapta şiddetli cezayı iç içe barındıran, yani gerçek merhameti ve yerinde şiddeti, yani hakiki adaleti heykelleştiren Halifeler Halifesi Hazret-i Ömer’dir.

●İslâm inkılâbının, adalet tablosu ölçüler manzumesindeki herhangi bir madde gereğince, ferdin ve cemiyetin vermiyeceği ve alıkoyabileceği, karşılık olarak da almıyacağı ve alıkoydurabileceği hiçbir kıymet mevzuu değildir. İnsanlar, gerektiği zaman, sinekler gibi öldürülecek; ve bir sinek için, gerektiği zaman bir dünya yıkılabilecektir.

●İmparatoruna "Berlin'de hâkimler vardır!" cevabını vererek, fertler ve salâhiyetler üstü adalet telâkkisine işaret etmekte Garp adaletine hayranlık çeken Alman köylüsünün misali, hakikatte İslam’ın ve Türkün malıydı. Fakat kimse bunun farkında değil: Padişahın "beni, kime şikâyet edebilirsin?" sözüne, Garp misalinden asırlar evvel bir Türk köylüsü "Şeriate şikâyet ederim!" cevabını vermişti. Kanunî ve köylü...

●İslâm inkılâbının adalet ölçüsünde, ferde cezanın şiddeti değil, neticede korunacak fertlerin ve cemiyetin kurtuluşu mevzuu teşkil eder; ve cezalardan bir çoğu, onu tatbik etmenin değil, o suçu yok etmenin emelini güder.

●İslâm inkılâbının adalet ölçüsü; dinin yasak etmediği her sahada selim aklı bütün tantanasiyle sınır çizme ye ve had koymaya davet ederek, cana kıymak, hırsızlık etmek, alenî fuhşa meydan açmak, nefsinin ve gayrın hakkını yemek, nefsini ve cemiyetini her türlü ifsat etmek gibi asri hastalıkların mütekeffil ve müteahhit doktorudur; ve bütün yeryüzünde ondan başka hiçbir doktor, tedavi usulü, reçete ve ilâç yoktur.

●İslâm inkılâbının hâkimleri, halka göre değil, hakka göre hükmederler; ve devlet reisliği makamına niyabetle, halk adına değil, hak adına kaza makamını işgal ve adalet tevzi eylerler.

●İslâm inkılâbının adalet sisteminde, dinin, devlet reisine tanıdığı hakla, daima ana ölçüye sımsıkı bağlı olarak, terbiye, edep, zevk ve güzellik hıyanetlerine kadar fertleri sigaya çekici ve tenbihkâr küçük müeyyidelerle irşad edici, yepyeni ve cihan tarihinde misilsiz teşkilâta da yer vardır.

●İslâm inkılâbının adalet sisteminde, hürriyet telâkkisi, fertlerin hakikate esaretinden doğan gerçek ve üstün insan hürriyetidir; ve hayvan hürriyetiyle hür olmak istiyenlere hayat hakkı tanınmamıştır.

●İslâm inkılâbının yalnız adalet düsturları laboratuarı, atom harbinden ziyade cihanı yıldıracak ve ruhlarının ta içinden büyüleyip fevc fevc Müslümanlık sarayının somakî eşik merdivenleri üzerinde dize getirecek tesir ve kuvvettedir.

MAHKEME

●Bizde mahkeme, en alt seviyesinden en üst kademesine kadar Başyüce (devlet reisi) adına kaza icra eyler.

●Bu öyle bir kaza terasıdır ki, devlet reisine nispeti, sadece onun temsil ettiği fikirler ve ölçüler manzumesine(sembol) olması bakımındandır ve aynı Başyüce, kendi nasbettiği hâkim karşısında, şahsiyle, en aşağı fertten daha zâiftir.

●Fatih Sultan Mehmed'e kendi kadısının "ayağa kalk; şer murafaası üstündesin ve hâkim karşısındasın!" ihtarını, Halifeler Halifesi Hazret-i Ömer'in de kendisini görünce ayağa kalkmak isteyen kadıya "oturunuz; taraf tutmanın ilk alâmeti budur!" dediğini hatırlayalım! Bu iki tabloda, adına kaza icra edilen devlet reisiyle hâkim arasındaki bütün münasebet, olanca incelikleriyle pırıldar.

Büyük Doğu fikir ve ahlâk ikliminin en nadir ve nadide mahsulü olan hâkime, bağlı olduğu ölçüler karşısında, ne devlet, ne menfaat, ne kadın, ne his, ne merhamet, tesiri mümkün hiçbir şey düşünülemez.

●Büyük Doğu nizamında hâkim tatbik ettiği kanuna, mahkûm da hesab verdiği hâkime inanır; ve eski bir atasözü olan şu ölçü, taraflarca kanun itimadının ruhunu teşkil eder, "Şeriatın kestiği parmak acımaz!"

●Büyük Doğu adalet cihazında, merhamet cemiyete, riayet konuna ve ibret suçluya ve bütün suç istidatlılarınadır. "Bu medeniyet asrında bu kadar ağır ceza olur mu?" diye bir görüş, suça gelişme payı vermekten ve tek ferde acıma bahanesi altında cemiyeti feda etmekten başka bir şey değildir. Büyük Doğu adaletinde kanun ve hâkim, boyuna olagelen ve cezalandırılan tüllerin böylece ilelebet devamını değil, kökünden kazınmasını hedef tutar

●Büyük Doğu mahkemesinde hiçbir dâva sürüncemede kalmaz, bir mevsimden öbürüne geçmez ve en hızlı (prosedür-muhakeme şekli) içinde ve her delili tamam olarak hak ve adalete kavuşturulur.

●Büyük Doğu adalet nizamında Allah üzerine yemin eden şahit, amme haklarının müdafii savcı, birer emin vazife örneğidir; ve işlerinde gösterecekleri en küçük uygunsuzluk, cezaların en büyüğünü çekici mahiyettedir.

●Büyük Doğu mahkemelerinin, idam, hapis, sürgün, mecburî işçilik vesaire gibi hükümler dışında, suçluya karşı ve suçuna göre en tesirli ceza müeyyidesi manevîdir ve suçlunun cemiyette teşhiridir. Bu teşhir, suçlunun, suç işlediği ve hüküm giydiği beldenin meydan yerinde, göğsünde yafta, muayyen merasimle sabahtan akşama kadar bekletilmesidir.

●Beratla neticelenen haksız takipten manevî zarar ve ziyanını devlet öder ve sebep olanları cezalandırır.

●Büyük Doğu hâkimi, geçimi ve içtimaî mevkiiyle mütenasip her türlü ihtiyacı için gereken parayı, elindeki harcama mevzularını gösteren resmî cetvele göre, hesap vermeksizin ve herhangi bir muameleye münasip bir ikramiye ödeneceği gibi, devlet kasasından çeker; ve devlet, sadece hâkimin ne çektiğini bilmekle kalır. Mübalâğayla kanaat gösterenlere seneden seneye münasip bir ikramiye ödeneceği gibi, tekaüt zamanında da hâkime, bellibaşlı kıdem ve liyakat ölçülerine göre bir maaş biçilir. Tek cümleyle hâkim, kendisinden beklenen ilmî ve ahlâkî vasıfların korunması adına, her türlü ihtiyaçtan azade tutulur ve başka bir vazifeye tâyini halinde muayyen bir maaş derecesini daima muhafaza eder.

Necip Fazıl Kısakürek, İdeolocya Örgüsü, s.255-261