●İslâm İnkılâbında köy, davayı geniş̧ madde, zengin kemmiyet ve müstahsil kitleye nakşetme hamlesinin en hassas ve nazik tezahür çerçevesidir.

●İslâm inkılâbında köy, kasabalara ve şehirlere doğru yontulan ve nihayet büyük (Metropolis)te en muğdil çizgilerine kavuşan cemiyet heykelinin maddî ve manevî iptidaî madde kaynağını belirtir; ve bu bakımdan birinci derecede bir kıymet ve ehemmiyet arzeder.

●Köylüye, şehrin en ileri ferdiyle eşit seviyeye yükselip onu fethedici yolları açık bırakan bir nizam örgüsü içinde, derin ve girift şehirli, en silik unsuruna kadar köyü ve köylüyü fethetmiş ve ona dava ehramının eteklerini-kurdurmuş̧ /olarak/ köyün manasını daima elinde tutacak ve koruyacaktır.

●İslâm inkılâbında köy davasının üç hedefi vardır: Birincisi, köylüyü okutmak ve terbiye etmek... Ruhunu ve kafasını imar... İkincisi, köylüyü güzelleştirmek ve sağlamlaştırmak... Vücudunu ve nesillerini imar... Üçüncüsü, köylüyü zenginleştirmek ve refah içinde yaşatmak... İş unsurlarını ve kesesini imar...

●İşte köy ve köylü dâvası, ilk ana ölçülerden sonra, her biri binlerce kola ayrılan bu üç imar hedefinde toplanabilir.

●Birinci imar hedefi: Bu hedef, malum ve mahut ilk öğretim çekirdeğini, hattâ 10 haneli bir köye bile bir tanesi düşecek kadar geliştirmenin çok üstünde bir iş... Her biri "Karagöz" veya "Hacivat" gazetesini sökebilecek, dünyanın yuvarlaklığını isbat edebilecek. Cumhuriyet tarifini tek klişe içinde ezberliyebilecek ve hepsi bir ağızdan "Soğol!" veya "Egemenlik ulusundur" diye bağırabilecek bir köylü kalabalığı, bellibaşlı bir ruh ve kafa mimarisine sahip bir millet tarlasının başak başak emilmiş ve hazmedilmiş olmak gereken iman ve ahlâk keyfiyetinden hiçbir oluş belirtmez ve sadece kemmiyet plânında vâki bir hamaratlık gayretinden ileriye geçemez.

●Birinci imar hedefini yerine getirebilmek için, her köyde, cedlerimizin her köyün göbeğinden fışkırttıkları minarelerden tüten müdir fikir ve muallim dâva noktasına eş, birer talim ve telkin istasyonu kurmak lâzımdır. Gerçek ve şâmil mânasiyle, elbette ki, camilerden başka merkez tanımıyacak olan bu telkin istasyonları, cahil yobazların eline değil, yepyeni nesiller halinde üretilecek olan genç ve aşk dolu terbiyecilerin eline teslim olunmak ihtiyacındadır.

●İkinci imar hedefi: Birinci imar hedefi yerine getirilemeden ikincisinin çaresi bulunsa da, Diyarbakır karpuzlarının birkaç misli büyüklüğe çıkarılması gibi, nebat içinde nebatî bir gelişmeden başka bir şey elde edilmiş olmıyacağına göre, bu dâva, ancak birinci hedefe bağlı fennî zabıta müeyyideleri altında ve askerî bir disiplin içinde son haddine kadar getirilecek; ve köylü, solucanları burnundan sarkan ruhî sefalet halinden kurtarılıp gayet titiz ve temiz bir madde asliyeti ifade edecek; bu iş de, her şubesiyle, yine deminki telkin ve terbiye istasyonlarının murakabesi altında yürütülecektir.

●Üçüncü imar hedefi: Daima ve mutlaka istinadını birinci hedefte bulacak olan bu saha da, ufak tefek sıva tedbirleri dışında esaslı bir merkezî ve iktisadî plândan şubelenerek, köy köy teşkilâtını ve iş programını köyün öz vicdanına yerleştirmek işi de tâlim ve telkin istasyonlarının eline verilecektir.

●Bu istasyonların kimler tarafından idare edileceği biraz ilerde ele alınacak.

●Görülüyor ki, İslâm inkılâbında köy dâvası, her işde olduğu gibi, her şeyden evvel bir ruh meselesidir; ve bu ruh bir kere mayalandırıldıktan sonra, onun kerpiçten kulübeleri ve sokağa akan üç köşeli helaları tasfiye edip güvercin kanadı renginde ve temizliğinde bir madde ve mekân telâkkisine /yarması işten bile değildir. İkinci ve üçüncü hedeflerin dünya çapında malum kaide ve yolları, yine birinci hedefin yerine oturtulması sayesinde köylünün öz vicdanına sindirilebilir. Başka türlü, köylüye zorla kasket giydirmekten farklı hiçbir şey olmaz; ve köylü̈, işte bu tarzca yaptığı işleri, giydiği kaskete benzetir...

●Bütün bunlar için; köylünün öz vicdanını, ruh kıvamını her ân kaşıkla karıştırarak talim, terbiye ye telkin istasyonlarının köy köy kurulabilmesi ve bu istasyonların ağa babalarından sığırtmaçlara kadar yepyeni bir dünya görüşü, madde ve hayat estetiği getirebilmesi için, faraza 40.000 köyü olan bir vatanda, hususî üniversiteler içinden hızla yetiştirilip köylere dağıtılacak 40.000 manen fedaî münevver tipine ihtiyaç vardır, İslâm inkılâbında köy ve köylü dâvasını kudret ve selâhiyetle kucaklayacak olan bu harikulade yeni ve şahsiyetli teşkilât işi de, Büyük Doğu mefkure ve iş plânının, gayet hususi ve sarih bir faslını çerçevelemektedir.

Necip Fazıl’da “ben” kavramı Necip Fazıl’da “ben” kavramı

●Küçük ve temiz bir meydan... Ortasında nefis bir cami... Etrafında, hendese zevkine ulaşmış, muntazam sokaklar... Sokaklarda minicik, tertemiz ve baştan hususî üsluplar içinde gönül açan evler... Köyün dışına doğru, kırpıl ve karmakarışık saçının her teli örülmüş tabiat parçası... Sanki dağlarının taşları bile sabah ve akşam cilâlanıyormuşçasına parlak ve temiz... Temiz, temiz, temiz. Onda, temizden başka bir şey görünmüyor. Köyün içine doğru da tam bir içtimaî alâka ve dayanışma havası... Kılıkları taklitten uzak ve millî yenileştirme üslubuna bürülü, dağ gibi, yanaklarından kan ve can fışkıran insanlar... Vazifesi, bir mâna ve ihtimali beklemekten ibaret, sevimli bir hizmetkâr tavırlı jandarma... Köyün yardım sandığına, ilâç stokuna ve tohum örneğine kadar işi idare eden küçük köy meclisleri... Ve uzaktan, bütün bu erginlik ve yetkinlik bestesinin notasını dağıtan ve genç̧ çağını köye gömen, talim terbiye ve telkin istasyonunun mümessili mânevî fedailer; feda olmak ahlâkî örneği münevverler...

●İslâm inkılâbının hasret ufkunda şayan köy budur!

Necip Fazıl Kısakürek, İdeolocya Örgüsü