X platformunda küresel siyaset ve jeopolitik üzerine yaptığı analizlerle tanınan anonim kullanıcı Pandemic Truther, İsrail'in on yıllardır süren askeri stratejisini ve mevcut durumunu ele alan kapsamlı bir değerlendirme yayımladı. Analizin ana tezini, İsrail'in bölgedeki sarsıcı gücünün ardında bir özgüven değil, derin bir varoluşsal çaresizlik ve stratejik bir sıkışmışlık olduğu fikri oluşturuyor.

Analize göre, İsrail'in "önleyici vuruş" ve mutlak askeri üstünlüğe dayalı geleneksel "Begin Doktrini", Hamas ve Hizbullah gibi devlet dışı aktörler karşısında işlevsiz hale geldi. Bu durumun İsrail'i, "Hepsini Öldürün" gibi daha pervasız ve ayrım gözetmeyen taktiklere ittiği belirtiliyor. Pandemic Truther, ülkenin mevcut durumunu "pençelerini çıkarmış, köşeye sıkışmış bir canavara" benzeterek, saldırganlığının temelinde bir güç gösterisinden çok, bir çıkış stratejisi bulamamanın getirdiği panik halinin yattığını savunuyor.

Yazıda, İsrail'in kuruluş felsefesinde Haganah ve Irgun gibi örgütlerin terör eylemlerinin merkezi bir rol oynadığı ve bu "terörist" mirasın devlet doktrinine dönüştüğü iddia ediliyor. Ayrıca, sürekli teyakkuz halindeki "vatandaş-asker" yapısı, Birim 8200 gibi elit siber birimler ve savaş ekonomisinden beslenen askeri-endüstriyel kompleksin, İsrail'i sürekli bir çatışma döngüsüne hapsettiği vurgulanıyor.

Analiz, İsrail'in askeri gücünün yanı sıra, "kelime savaşları" ve "anlatı hakimiyeti" konusundaki ustalığına da dikkat çekiyor. Koşulsuz ABD desteği ve küresel sermaye ağlarının bu yapıyı ayakta tuttuğu ifade edilirken, İsrail'in sadece bir ülke değil, "Batı'nın çözülmemiş sömürgeci geçmişinin bir yansıması" ve "günahlarının saklandığı Dorian Gray'in portresi" olduğu gibi çarpıcı bir tespitte bulunuluyor.

Sonuç olarak, PandemicTruther'ın analizi, İsrail'in yenilmezliğinin bir yanılsamadan ibaret olduğunu ve saldırganlığının asıl kaynağının "çıkış stratejisi olmayan bir panik hali" olduğunu öne sürüyor.

X platformunda büyük ilgi gören bu analizin, orijinal dili ve tespitleri korunarak çeviri tam metnini aşağıda bulabilirsiniz:

İsrail: Diken Üstündeki Bir Ulus ve Çıkmazdaki Stratejisi

İsrail gibi küçücük bir ülkenin yetmiş yılı aşkın bir süredir tüm Ortadoğu'yu nasıl altüst edebildiğine inanmak zor. Lübnan'dan İran'a kadar uzanan bir coğrafyada savaşıyor, sonra dönüp çevresindeki herhangi bir ülkeyi canı istediği gibi, hiçbir direnişle karşılaşmadan pervasızca bombalayabiliyor. İsrail'in çıldırdığını düşünebilirsiniz, ancak vuruşları daima keskin ve hesaplı, operasyonları ise soğukkanlı ve temizdir; adeta virtüöz bir katil gibi. İsrail, Ortadoğu'nun en dişli, en tekinsiz katilidir.

Paşinyan'dan Rusya destekli eski düzene karşı 'darbe' operasyonu
Paşinyan'dan Rusya destekli eski düzene karşı 'darbe' operasyonu
İçeriği Görüntüle

Begin Doktrini: Daima Uyarısız, Daima İlk Vuruş

Birisi bir zamanlar şöyle demişti: "İsrail, gece yarısı tavanı delip içeri dalan, pirinç pişiricinizi havaya uçuran ve ertesi sabah 'Kusura bakma, içinde bomba sakladığını sanmıştım' diyen o komşu gibidir." Kaba bir şaka olabilir ama metafor cuk oturuyor.

Çünkü komşuları Suriye, Lübnan, İran, hatta Mısır ve Ürdün bile her zaman çantada keklik olmadı. Bunlar düzenli orduları ve bolca silahı olan uluslar. Yine de, barut fıçısı gibi bu bölgede defalarca sırtüstü yere serilip, aval aval gökyüzüne bakarken buldular kendilerini. Neden mi? Çok basit. İsrail toprak büyüklüğüne veya insan gücüne güvenmez. O, sert vurup az konuşarak hayatta kalır. İşte onu farklı kılan da bu.

İsrail'in gücünü anlamak için, bu gücün nereden geldiğini anlamanız gerekir. Bu ülke kurulmaktan ziyade, savaşarak var edildi. 1948'de bağımsızlığını ilan ettiği an, komşusu olan beş ülke onu ezmek için üzerine çullandı. Sonuç ne mi oldu? Beşiğindeki bir bebek, beş yetişkin adama okkalı bir yumruk attı ve Birleşmiş Milletler'in kendisine verdiğinden bile daha fazla toprak kopardı.

İşte bu ilk savaş, İsrail'in dünya görüşünü şekillendirdi: Vatanı ancak yumruklar koruyabilir. O zamandan beri İsrail tek bir kuralla yaşadı: "Bana yan bakarsan, ilk ben vururum." Beklemez. Uyarmaz. İsrail vurduğunda, önce hava üsleriniz gider, sonra nükleer tesisleriniz, ardından komutanlarınız. Şikâyet ederseniz, sıra başkentinize gelir ve moloz yığınına çevrilir.

Fakat bu acımasızlık rastgele değil, bir doktrindir. İsrail'in tüm askeri stratejisi iki temel üzerine kuruludur: önleyici vuruş ve mutlak bölgesel askeri üstünlük. Yani, sizin hazırlanmanızı asla beklemez. Siz daha sabah dişlerinizi fırçalarken, macunun kapağıyla boğuşurken, onun füzeleri çoktan yola çıkmış olur.

Bu bir abartı değil, tarihsel bir gerçek. 1967'deki Altı Gün Savaşı'nda İsrail'in açılış saldırısı, Mısır hava kuvvetlerinin %90'ını daha havalanamadan yok etti. Arap başkentleri donakaldı.

Kurucu İlke Olarak Pervasız Terörizm

Ve bu durum sadece konvansiyonel savaşla da sınırlı değil. İsrail, lider kadroyu hedef alan terör saldırılarını tercih eder. 1988'de Mossad ajanları deniz yoluyla Tunus'a sızdı ve Filistin Kurtuluş Örgütü'nün (FKÖ) iki numaralı ismi Ebu Cihad'ı ailesinin gözleri önünde öldürdü. Şişme botlar ay ışığının altında sessizce karaya yanaştı. Birkaç isabetli atış ve geldikleri gibi gittiler.

Bir ülke savaşları böyle mi yürütür? Görünüşe göre, evet. Çünkü İsrail bir devlet olarak faaliyet gösterse de, devlet dışı bir terör örgütünün taktiklerinde ustalaşmıştır.

Aslında kökleri de bu geleneğe derinden bağlıdır. Bağımsızlıktan önce, Yahudi yeraltı örgütleri Haganah, Irgun ve Lehi, bombalama ve suikast uzmanıydı. 1948'den sonra, bu aynı acımasız teröristler, yeni ulusun generalleri, bakanları ve mimarları oldu. İsrail, belki de terörist isyan taktikleri üzerine kurulmuş tek modern devlettir ve bu taktikleri terk etmek yerine, onları resmi devlet doktrini haline getirmiştir.

Bu "ilk vuran olma" içgüdüsü, ülkenin DNA'sında var. 1948 öncesi Yahudi paramiliter gruplar, gerçek terör örgütleri gibi hareket ediyordu:

• 1920'de kurulan Haganah, bir savunma birliği olarak başladı ama kısa sürede aşırılıkçı uzantılarıyla birlikte şiddet taktiklerini benimsedi.

• 1931'de Irgun (Etzel), Revizyonist Siyonist Ze'ev Jabotinsky ve daha sonra Menachem Begin liderliğinde ayrılarak, bombalama ve suikastların meşru araçlar olduğunu savundu; Arapları, İngilizleri, hatta ılımlı Yahudileri bile hedef aldı.

• 1940'ta Lehi (Stern Çetesi), Irgun'dan koptu. Liderleri Avraham Stern yönetiminde, terörü ilahi bir görev görerek Nazi Almanyası ile ittifak kurma fikriyle bile flört ettiler.

Bu gruplar, Siyonist terörün en kötü şöhretli eylemlerinden bazılarını gerçekleştirdi:

• Kral Davud Oteli bombalaması (1946), 91 kişi öldü.

• Deir Yassin katliamı (1948), Irgun ve Lehi 100'den fazla köylüyü öldürdü.

• Lord Moyne gibi İngiliz yetkililere suikastlar.

• BM arabulucusu Bernadotte'un öldürülmesi.

• Hayfa, Kudüs ve Filistin genelinde sayısız bombalı saldırı.

Bunlar, Usame bin Ladin gibi dünya çapında lanetlenip dışlanmış radikaller değildi; bunlar geleceğin başbakanları, devletin kurucularıydı: Menachem Begin (Irgun → Herut → Likud → Başbakan), Yitzhak Shamir (Lehi → Başbakan). Haganah'dan gelen David Ben-Gurion bile Filistinlilerin yerinden edilmesine yol açacak koordineli terör kampanyalarını yönetti. Bu ulusu ilkeler veya idealler değil, terör inşa etti.

Savaşçı Devlet: Vatandaş Askerler, Birim 8200 (Yeni Dijital/Yapay Zeka Mossad'ı) ve Askeri-Endüstriyel Kompleks

Ancak İsrail'in sadece sinsi saldırılar yapabildiğini düşünerek aldanmayın. Asıl gücü silahlarında değil, tıkır tıkır işleyen sistemli verimliliğindedir.

Savaşta hız her şeydir. Diğer ülkelerin seferberlik için aylara ihtiyacı varken, İsrail'e üç saat yeter. İran'la yaşanan son gerilimi ele alalım: Tahran yüzlerce drone ve füze fırlattı. İsrail çoğunu havadayken imha etti, ardından günler içinde 300.000 yedek askeri seferber etti.

Bu laf değil, icraat.

ABD'de böyle bir yanıt Kongre, tartışmalar, manşetler ve protestolar gerektirirdi. İsrail'de ise tek bir kısa mesaj yeter: "Göreve gelin." Ve insanlar gelir. Çünkü İsrail'de "vatandaş-asker" bir slogan değil, toplumsal bir yapıdır. Erkekler üç, kadınlar iki yıl askerlik yapar. Sonrasında bile, kırklı yaşlarınıza kadar yıllık eğitim için kışlaya dönersiniz. 170.000 aktif askerin arkasında 600.000'i aşkın bir yedek güç yatar. Bu, daima teyakkuz halinde bir devlettir.

Bir de elit siber güç olan Birim 8200 var. Genç dâhiler erken yaşta keşfedilir, veri, gözetleme ve siber savaş konularında eğitilir. Hizmet sonrası ise startup kurar, çip geliştirir, algoritma yazarlar. Bazıları teknoloji milyarderi olur. Dünyanın önde gelen siber güvenlik firmalarının yarısının kökeni İsrailli gazilere dayanır.

Sadece savaşmazlar, bundan kâr da elde ederler.

Demir Kubbe sistemi bunun en bariz örneğidir. Hamas'ın engellenen her roketi, bir pazarlama videosuna dönüşür. Washington etkilenir: "Bundan bir tane alayım." Avrupa sıraya girer. Hindistan cüzdanı açık gelir. Bu savaş mı, yoksa reklam mı? Söylemek zor. Ama net olan bir şey var ki, savaş İsrail'in silah ihracatını körüklüyor.

2024'te savunma sanayii satışları 14,8 milyar dolara ulaştı ve neredeyse dünyanın ilk dördüne girdi. Bu kadar küçük bir ülke için, adeta askeri donanımın Shein/Temu'su haline geliyor.

İsrail'in savaşa bağımlı olmasının nedeni budur: Hep kazanç, sıfır kayıp. Her savaş topraklarını genişletir, kasasını doldurur ve silah endüstrisi için küresel bir reklam görevi görür. Birbiri ardına gelen savaşlar, İsrail'de gelişen bir askeri-endüstriyel kompleks yarattı. Ülke böylece kâr ve gücün beslediği bir kısır döngüye, yani savaşın savaşı beslediği bir girdaba kapılmış durumda.

Koşulsuz ABD Desteği, Küresel Yahudi Sermaye Ağı ve İsrail Yanlısı Anlatı

Elbette, bunların hiçbiri Amerikan desteği olmadan işlemez. Ve Washington, başka hiçbir ülkeye yapmadığı şekilde İsrail'e kol kanat geriyor. F-35 savaş uçağı mı? Bölgede ilk onu İsrail aldı. Radar, savunma verileri... Hepsi tamamen paylaşılıyor. Hatta ABD yasaları, İsrail'in avantajını tehdit edebileceği gerekçesiyle diğer Ortadoğu ülkelerine silah satışını yasaklıyor. Yani İsrail sürekli güçlendiriciler alırken, diğerlerine engeller konuluyor.

1946'dan bu yana ABD yardımı 158 milyar doları aştı. Sadece 2024'te 14,3 milyar dolarlık acil durum desteği sağlandı. Ve bu sadece görünen kısmı; Wall Street'ten Silikon Vadisi'ne uzanan Yahudi sermayesini de eklediğinizde, İsrail'in destek ağı çok daha derinlere uzanıyor.

Yani İsrail’e karşı savaştığınızda, aslında Amerikan ordusuna, Wall Street’e, Londra finans merkezine, Batı basınına, yani neredeyse tüm Batı dünyasına karşı savaşıyorsunuz. İsrail'i devirmenin bu kadar zor olmasının nedeni de bu.

İsrail’in Hayal Kırıklığı ve Çaresizliği: Gerçek Bir Düşmana Duyulan İhtiyaç

Peki, komşularının hiç mi karşılığı yok diye soruyorsunuz? Deniyorlar ama çok zayıflar. Suriye bir nükleer reaktör inşa etti; İsrail bombaladı. İran nükleer geliştirmeye yöneldi; İsrail bilim adamlarına suikast düzenledi. Irak bir reaktör inşa etme imasında bulundu; İsrail binlerce kilometre uçup Osirak'ı yok etti. Hiçbiri etkili bir şekilde karşılık veremedi.

İşte bu, meşhur Begin Doktrini'nin işleyişidir: potansiyel nükleer tehditlere karşı önleyici eylem politikası.

Bazıları BM'ye şikâyette bulundu. İsrail kınandı. Sonra ne oldu? Bir sonraki ay daha fazla bombalama. İşte paradoks bu; eğer bir devlet sık sık, yüksek başarı oranıyla saldırır ve çok az bedel öderse, neden devam etmesin?

Yine de bunu güçle karıştırmayın.

İsrail'in hassasiyeti, hızı, aslında çaresizliğinin işaretleridir. Mevcut duruma bir bakın. Onlarca yıllık savaşa rağmen Filistin diz çökmedi. Lübnan teslim olmadı. İran dimdik ayakta. Hatta bölge eskisinden daha da karmaşık bir halde.

Bugün İsrail devletlerle değil, gerillalarla yüzleşiyor: Hamas, Hizbullah, Husiler... Bayrağı veya sınırları olmayan milisler.

Bu gerillalar yılan gibi kıvrak; ortadan kaldırılmaları imkânsız. Onlarca yıllık hayal kırıklığının ardından İsrail, sivillerin toplu katliamı ve yardım konvoylarına saldırılarla karşılık veriyor. Dünya izliyor ve skandal olarak görüyor: "Neden siviller hedef alınıyor? Neden insani yardım bombalanıyor?" İlk Vuruş'u temel alan "Begin Doktrini" başarısız olunca, İsrail'in yeni "Hepsini Öldürün" doktrinine hoş geldiniz.

İsrail giderek daha fazla hayal kırıklığına uğruyor ve çaresizleşiyor. İşte bu yüzden İran'ı ortadan kaldırmayı bu kadar çok istiyor. En azından İran gerçek bir ülke. Hayalet gerillalar değil.

Geçmişte hiçbir devlet İsrail'e karşı bir savaş kazanamadı (X'teki bir Mısırlının, 1973'teki Yom Kippur savaşını kazandıklarını iddia etmesi gibi, tıpkı Hintlilerin de Pakistan'a karşı son savaşı kazandıklarını iddia etmeleri gibi). İsrail'in gerilla düşmanları ise uyum sağlıyor. Vurup kayboluyorlar, yeraltına sığınıyorlar, bir gecede kilometrelerce yer değiştiriyorlar. Bir gün savaşçı, ertesi gün okul önünde dondurma satan bir seyyar satıcı.

İsrail'in ayrım gözetmeyen drone saldırıları kitlesel sivil kayıplara neden oluyor ve her bir görüntü bir imaj krizine dönüşüyor. Bu kazan-kazan olmayan arenada İsrail sıkışıp kalmış durumda. Vurursa kınanıyor, geri durursa kendi halkı tarafından zayıf olarak nitelendiriliyor. Begin Doktrini işe yaramadığı için artık tüm İsrail ülkesi "Hepsini Öldürün" doktrinine sarılmış durumda.

Netanyahu, Hamas'ın yok olmayacağını biliyor. Ancak katı-sağcılar, dindar kesim, silah lobisi ona durmaksızın baskı yapıyor. Zayıflık gösterirse, sokaklar ona karşı döner. Saldırmazsan hain, saldırıp başarısız olursan beceriksizsin.

Bu yüzden önce vuruyor. Sonrasını sonra düşünüyor.

Köşeye Sıkışmış Bir Canavar: Çıkış Stratejisi Yok

İsrail'in mevcut mantığı şu: Kazanamasa bile saldırmak zorunda. Saklanırsan, geçici olarak güvendesin; şimdilik. Yüzünü gösterirsen, bir kurşun bekle. Bu, kısa vadeli güvenlik yaratır ama hiçbir şeyi çözmez.

Ve en büyük ödül? İran. Ne de olsa Hamas, Hizbullah, Husiler İran'ın vekilleri. İran'ı devirirsen, İsrail birkaç yıl barış kazanabilir. İşte hayal bu. Belki, sadece belki, ABD de bu işe katılır.

Ama İsrail göründüğü kadar güçlü değil. Gıdasının sadece %5'ini üretiyor. Doğal kaynakları neredeyse yok. Damla sulama, ciddi su kıtlığını maskeliyor. Teknoloji sektörü parlak ama savaş aplikasyonlarla yürütülmez. GSYİH'sı algının gerisinde. Satın alma gücü zayıf. Batı yardımını kesin, ekonomi kan kaybeder.

Sıradan İsraillilerin hayatı mı? Durgun. Fiyatlar yüksek, zorunlu askerlik ağır, protestolar sık. Yani hayır, yenilmez olduğu için değil, geri çekilecek bir yeri olmadığı için savaşıyor. Onu tehlikeli yapan da bu: pençelerini çıkarmış, köşeye sıkışmış bir canavar.

Yine de çökmedi. Neden? Bir cevap: yapı. Ordusu saat gibi işliyor. Siyasi kaos orduya dokunmuyor. Teknoloji, silah, tarım ve finans paralel olarak işliyor.

Peki ya küresel olarak? Los Angeles'tan Londra'ya, Zürih'ten Singapur'a uzanan Yahudi sermaye ağı, finansal ve medyatik bir kalkan sunuyor. Bu bir komplo teorisi değil, bu bir altyapı. İsrail'e vurduğunuzda, aslında küresel sistemlere bağlı dokunaçlara vuruyorsunuz demektir. Kanayabilir ama kolay kolay yıkılmaz.

Kelime Savaşları ve Arap Eylemsizliği

Daha da kötüsü, İsrail kelime savaşlarında ustalaştı. Her çatışma, mağduriyet çığlıkları, çocuk fotoğrafları, yıkılmış okullarla başlıyor. CNN ve BBC bu acıyı büyütüyor. Eleştirirseniz, antisemitik olarak yaftalanırsınız. Siz politikayı eleştirdiğinizi sanırsınız; onlar kimliğe saldırdığınızı söyler.

İşte asıl asimetrik savaş bu; sadece füzelerde değil, anlatıda. İsrail şehrinizi bombalar ve buna meşru müdafaa der. Siz protesto edersiniz, terörist olursunuz.

Peki Arap devletleri neden birleşip karşılık vermiyor? Denediler, altı kez. Kaybettiler, altı kez.

Arap devletleri İsrail'e altı kez saldırdı—1948, 1956, 1967, 1967–70, 1973 ve 1982—ve her savaş yenilgiyle sonuçlandı.

Bugün bu devletler bölünmüş durumda, birbirlerine güvenmiyorlar, iç çatışmalarla boğuşuyorlar. Mısır, Suudi Arabistan, Suriye, Irak, Lübnan; hepsinin kendi evinde sorunları var, birleşemiyorlar. Geriye ciddi bir tehdit olarak sadece İran kalıyor, o da çoğunlukla vekilleri aracılığıyla.

İsrail, İran'ın ağını çökertirse daha uzun bir barış sağlayabileceğine bahse giriyor.

Mısır, Müslüman Kardeşler'den korkuyor. Suudi Arabistan, Şii yayılmasından korkuyor. Suriye, iç savaş batağında. Irak bir enkaz. Lübnan kendini yönetemiyor. Sadece İran savaşmak istiyor, o da şimdiye kadar sadece vekilleri aracılığıyla.

Bu sefer İsrail bir çizgiyi aştı ve İran—gurur için de olsa—karşılık verdi. Ama kimse bu işe bulaşmak istemiyor. Böylece İsrail kazanmaya devam ediyor; küçük savaşları, her seferinde bir savaş lordunu alt ederek. Birkaç saldırı, birkaç kınama ve gelecek ay her şey yeniden başlıyor.

Sonuç: İsrail'i Yenmek Neden Bu Kadar Zor?

Soru yine başa dönüyor: İsrail'i yenmek neden bu kadar zor?

Güçlü olduğu için değil, kaybetmekten ölesiye korktuğu için.

Travmadan doğmuş, kuşatmayla sertleşmiş bir ulus. Köşeye sıkışmış bir kirpi gibi savaşmayı erken öğrenmiş: küçük, dikenleri keskin ve asla yerinde durmayan. Yenilmez olduğu için kazanmıyor. Çıkışı olmadığı için savaşıyor.

Hassasiyet ve vahşetle maskelenmiş saf bir panik haliyle...

Tıpkı etrafı sarılmış, bir odaya kilitlenmiş bir davetsiz misafir gibi; duvarlar üzerine kapanmadan önce duvarda bir delik açmaya çalışıyor.

Bazıları İsrail'in Batı olmadan bir hiç olduğunu söyler.

ABD silahları, ABD dolarları ve BM'deki ABD koruması olmadan çökeceğini.

Ölen bir imparatorluğa yapışmış bir parazit gibi, ödünç alınmış bir güçle hayatta kaldığını...

Ama bu, hikâyenin sadece yarısı.

İsrail sadece bir ülke değil. O, küresel, güçlü ve acımasız bir projenin kristalize olmuş halidir. Nükleer silahlara sahip bir yerleşimci kolonisi. Travma diline sarılmış daimi bir savaş makinesi.

Yalnız değil, çünkü hiçbir zaman yalnız olması planlanmadı.

O, köklü bir şekilde yerleşmiş durumda; New York'taki yönetim kurulu odalarına, Hollywood stüdyolarına, Londra'daki yayın yönetmeni odalarına, Washington'daki kampanya sandıklarına.

Sadece dış yardımla değil, anlatı hakimiyetiyle de gelişiyor.

Vahşeti meşru müdafaa gibi gösterme yeteneğiyle.

Bir kuşatmayı güvenlik önlemine dönüştürme yeteneğiyle.

Bir halkı aç bırakıp buna terörle mücadele deme yeteneğiyle. Teröristleri açlıktan öldürüyoruz, diyorlar.

İsrail bir ileri karakol, ama sadece Batı çıkarlarının değil. Aynı zamanda finansa, medyaya, hukuk savaşına hâkim güçlü bir ulusötesi elitin yansımasıdır. Sınırları coğrafi değil, kurumsal olan genişletilmiş bir devlettir.

Yani hayır, İsrail Batı olmadan bir hiç değil.

O, Batı'nın ta kendisidir; en damıtılmış, en çaresiz ve en sahtekâr haliyle.

Şiddetinin, ikiyüzlülüğünün ve egemenlik arzusunun bir aynası.

Hem silahlar hem de dil için bir deneme sahası.

Gazze'ye atılan her bomba bir basın bültenidir. Her Demir Kubbe önlemesi, bir silah fuarıdır.

İsrail'i hafife almak, onu inşa eden, ayakta tutan ve onu—suçlarına rağmen değil, suçları sayesinde—kullanan sistemi hafife almaktır.

İsrail, Batı'nın tavan arasında asılı duran Dorian Gray'in portresidir. Avrupa kendini liberal cilalar ve insan hakları söylemiyle yeniden icat ederken, sömürge çağının şiddeti, mülksüzleştirmesi ve ırksal hiyerarşileri ortadan kalkmadı; sadece dışsallaştırıldı, korundu ve İsrail'in bedenine yansıtıldı. Bir zamanlar Amerika'daki yerli halkları yok etmek, Afrika'da milyonları köleleştirmek ve Ortadoğu'yu parçalamak için kullanılan vahşet, Siyonist projede ikinci bir hayata kavuştu. İsrail, Batı'nın çözülmemiş geçmişi için bir kap haline geldi; modern demokrasi kisvesi altında imparatorluk alışkanlıklarının bir devamı oldu.

Kaynak için tıklayın