Kıbrıs’ta Neler Olmuştu?

Kıbrıs’ta başlayan ve kısa sürede tüm adayı saran gerilim, birkaç başörtülü öğrencinin okul kapısından içeri alınmamasıyla alevlendi. Lefkoşa’daki İrsen Küçük Ortaokulu ve Bekirpaşa Lisesi’nde yaşanan bu hadiseler üzerine KKTC Bakanlar Kurulu, kılık-kıyafet tüzüğünde değişikliğe giderek başörtüsüne serbestiyet tanıdı. Ancak bu karar, Kemalist-laik çevreler için âdeta savaş ilanı gibi algılandı.

Rümeysa Öztürk'ün serbest bırakılma talebi reddedildi Rümeysa Öztürk'ün serbest bırakılma talebi reddedildi

Türkiye düşmanlığıyla tanınan KTÖS ve KTOEÖS gibi öğretmen sendikaları başta olmak üzere, 56 örgüt birleşerek başörtüsü serbestiyetine karşı genel grev ilan etti. Meydanlarda açıkça “İslam’ı bu coğrafyadan uzaklaştıracağız” şeklinde skandal beyanatlar verildi. Türkiye’nin adadaki varlığına da karşı çıkan bu gruplar, Türk büyükelçisini hedef göstererek “okullardan elini çek” tehditlerinde bulundu.

Hadiseye destek veren Hamitköy Camii imamı İbrahim Damar, İslam’a hakaret eden zihniyete karşı sert bir çıkış yapınca derhâl görevden uzaklaştırıldı. Başörtüsüne sahip çıkan bu imam hakkında disiplin soruşturması başlatılırken, KKTC Başbakanı Ünal Üstel Meclis kürsüsünden açık açık “gereken ceza verilecek” dedi.

İslâm düşmanlığı peydah edildi

Kıbrıs’ta yaşanan hadiselerin seyri bize açıkça şunu gösteriyor: Kıbrıs’ta hüküm süren anlayış, ne Türk’tür ne de İslâm’a dost. Türkiye’nin canı pahasına yürüttüğü 1974 Harekâtı ile kurtarılan bu topraklarda bugün, hem Türkiye’ye hem de İslâm’a düşmanlık bayraklaştırılmış durumda.

İslâm’ı kamusal hayattan söküp atmak isteyen Kemalist ideoloji, okul kapılarından camilere kadar her noktada varlık göstermekte, inananları ya sindirmekte ya da cezalandırmaktadır. Bu, inkılap maymunlarının güncellenmiş baskı modelidir.

Laik sendikaların önderliğinde yürütülen bu “başörtüsü karşıtı” seferberlik, aslında İslâm’a duyulan köklü bir düşmanlığın dışa vurumudur. Sözde özgürlük ve çağdaşlık kisvesi altında yürütülen bu kampanya, inancını yaşamak isteyen genç kızlara yasak, Türkiye’ye ise meydan okumayla neticeleniyor. Soruyoruz: Kıbrıs kimin toprağıdır? Bu topraklarda kimin hükmü geçecektir? İslâm’ın mı, yoksa Batı’nın kültürel işbirlikçilerinin mi?

Bir harekat daha gerek

Rum kesiminde dahi Müslümanlara daha fazla alan tanınırken, Kuzey Kıbrıs’ta dinini yaşamak isteyen Müslümanlar bastırılıyor. Laik-Kemalist vesayet eliyle İslâm’a açılan bu cephe gösteriyor ki: Kıbrıs her yönden fethe muhtaçtır!

İlla oraya 100 bin Suriyeli mi göndermek lazım?

Bugün Kıbrıs’ta Müslümanlar ikinci sınıf vatandaş gibi muamele görmekte, kendi vatanlarında İslâm’a tahammül gösterilmeyen bir azınlık durumuna düşürülmektedir. Eğer bu topraklarda İslâm yaşanamayacaksa, o zaman bu boşluğu doldurmanın bir yolu bulunmalıdır. Belki gerçekten oraya 100 bin Suriyeli muhacir yerleştirmek gerekecektir ki, İslâm yeniden hayat bulsun.

Üstad’ın bakışıyla: Kıbrıs’ın Mânası

Aslında dava, Kıbrıs'ta 1 metre 70 santim boylu Türk'ü kurtarmak değil, başı Arş'a doğru yükselen minareyi kurtarmaktır.

İlk defa Hazret-i Muaviye'ni Adaya götürdüğü ve onun işaret direği minareyi ufuklara hakim kıldığı mana... Asırlar sonra İkinci Selim devri ve muhafazasını Türk'ün eline ettiği yine o mana...

Batı adamı bin yıldır o mananın karşısında olmuş ve hep karşısında olacaktır. Fakat bu mana onun için tehlikeli bir aksiyona girişmedikçe ve rekabetler arası çevik bir taktik kullandıkça, bugünkü (pasif) ve tabî manadan çok daha fazla itibar kazanacak ve İslam dünyasının kilit noktasını elinde bulundurmak gibi, ayrıca siyasî bir dayanak belirtici kıymet temsil edecektir.

Şimdi minarenin merkezleştirdiği mana etrafında bu manaya bağlı biri bize dönse de dese ki:

- "Siz o mânâyı Kıbrıs'ta değil, ana yurdunuzda kurtarmaya baksanıza!.. İçinizde erimeye ve pörsümeye bıraktığınız bir keyfiyeti dışınızda mermerleştirmeye ve billurlaştırmaya nasıl kalkışabilirsiniz?"

Ne cevab verebiliriz?

Cevabı hazır:

Bazen merkezde kararan bir mana, muhitte aydınlanabilir. Merkez muhite vücut verdiği kadar muhit de merkeze mihrak olmak tamamlığını ihtar eder. İçiçe birbirini doğuran, besleyen ve oluşturan müessir... Bu müessirleri, kendi mücerret keyfiyetleri kadar, müşahhas bir Kıbrıs meselesi de alevlendirilebilir. Bu bir hikmet noktasıdır; ve kavramak lazımdır ki, davaya hak ve istihkak kazanmak ve muazzam bir faide getirmek için, minarenin temelinde yatan Türk ruh köküne inmek şartdır.

Kıbrıs'ı İslam ve Arap dünyasının her an uğraması muhtemel bir emperyalizm saldırısına karşı, BATMAYAN BİR UÇAK GEMİSİ HALİNDE İSLAM DÜŞMANLARINA ÜS VAZİFESİ GÖRMEKTEN KORUMAK lazımdır.

Kıbrıs'ın manası bu kadardır.

DÂVA, IRK VE KAVİM HAKKININ ÇOK ÜSTÜNDEDİR.

(Necip Fazıl Kısakürek- Rapor 11/13 s.48)