Rivayet o ki, gazeteciler Şimon Perez’e “Kur’an’ı Kerim sizin devletinizin yıkılacağını haber veriyor” diye hatırlattıklarında Perez, “Kur’an’ı Kerim’in bahsettiği Müslümanlar gelsin, düşünürüz” diye cevap veriyor. Her alanda ince ince kriminalize işlenen asimilasyon ve deformasyon-dönüştürme projelerinin semeresini aldıkları için adam kendinden emin.

Hatırlar mısınız, önceki yıllarda benzer bir ifade Winston Churchill için söylenirdi. Cuma namazına katılımın yüksek olması endişe verici değil mi, diye soruyorlar. “Cuma namazına iştirak edenler, sabah namazına geldiği zaman, düşünürüz.” diyor...

Bu adamlar, bu sözleri gerçekten söyledi mi, elbette bilmiyorum, lakin bu sözlerin zülfü yâre dokunmanın ötesinde yüreğe köz gibi oturması gerekirdi!

Yahudi Gazze’de katliamlarının dozunu artırdıkça kimileri yaraların kabuğunu kavlatır gibi sosyal medyada Perez’in bu sözlerini paylaştı, kimileri de üstteki fotoğrafı Cuma mesajlarında kullandı “Kur’an’ın bahsettiği Müslümanlar” bekleniyorsunuz, diye… Aslında mümkün olsa mikrofonu alıp sokağa çıkmak gerekirdi belki “Kur’an’ın bahsettiği Müslümanlar deyince aklınıza ilk kim gelir? Kim bu adamlar, nerededir? Böyle birini tanıyor musunuz?” diye...

Konuya girmeden önce Churchill’in Cuma namazına gelenler, sabah namazına, geldiği zaman düşünürüz, dediği mevzu mühim. Toplum olarak konudan o kadar uzaklaşmışız ki, Peygamber Efendimizin namazların cemaatle kılınmasının önemini vurgulamak için “Namaza camiye, cemaate gelmeyenlerin evini ateşe veresim var” hadisi şerifini derste söylüyorum, arkadaşların namazlarını camide cemaatle kılmayan eşlerinden “Benim Peygamberim öyle demez” diye cevap geliyor. Sosyal medyada paylaşıyorum “Peygamberimize hakaret etmeyin” diye yazıyorlar. Aslında Churchill, bir anlamda Perez’in sözüne cevap vermiş oluyor. Zira “Kur’an’ın bahsettiği Müslümanlar!” kim diye sorarsanız ilk elde verilecek cevap, beş vakit namazını camide cemaatle eda edenler, olmalı mesela…

Bu arada bir de en alta secde eden Müslüman ayağa kalkarsa Hristiyan ve Yahudilerin yıkılacağı Madrid’deki meşhur “cennete giden yol” heykeli var. Hani o Kur’an’ı Kerim yaktıkları zaman ekranlardan izliyoruz ya, öncesinde adam heykelini yapmış yıllardır orada sergileniyor.

Genel tabloya baktığımız zaman görülen bu dağılma çözülme, Kur’an’ı Kerim’deki tasvirlerden esas ve usulden uzaklaşma öyle durup dururken kolayca olmadı elbette. Cumhuriyet devrimleri ve akabinde elan uygulanan birçok projeye borçluyuz tüm bunları! Farenin ısıracağı kulağa önceden üfleyerek narkoz vermesi gibi. Rahmetli Aytunç Altındal, “Cumhuriyet kurulduktan sonra asimile olmanız için size 70-80 yıl bir süre verildi, oldunuz oldunuz, olmadınız. Hesapta olmayan derinden gelen bir dip dalga, bir İslami uyanış söz konusu.” derdi.

Eğri oturup doğru konuşmak gerekirse, her türlü asimile olduğumuz vakıa, bir uyanış söz konusu mu diye soracak olursak, ne Winston Churchill’i endişelendirecek kadar sabah namazlarında saflarımız, ne de Şimon Perez’i tedirgin edecek ya da bizim gönlümüzü mutmain kılacak, Kur’an’ın bahsettiği vasıflara sahip bir karaltı, sevâdü’l-a‘zam var.

Yıllar evvel dönmemek üzere uzaklara giden bir yakınım, “Bana bir şey söyle, onunla gideyim” dediği zaman, ona yol azığı olarak: “Furkan kesbetmelisin, Furkan sahibi olmadan asla taklitten tahkike geçemezsin, tahkik imana terfi etmedikçe de gerçek mü’min olamazsın.” demiştim. Furkan/Hakkı batıldan ayırt edebilme yetisi, o da öyle pazarda satılmıyor malum. Allahu Subhanehu ve Teala Hazretlerine karşı daimî ihtiram ve haşyet içinde olmaya endeksli bir tuhfe-i ilahi.

Bilmek ve fehmetmek için, öyle müftüyü azam muallim-i evvel olmadan önce Allah’tan sakınmak takva ehli olmak gerekiyor. Takvası hürmeti olmayan nice medrese ve fakülteler mezunu olduğu halde yoldan çıkmanın kitabını yazan örnekleri bu aralar özellikle bolca görüyoruz.

Hakkı, batıldan ayırt edebilme yeterliliği öyle bir kibriti ahmer bir durum ki, maalesef değme allamede olmuyor çoğu zaman. “Gerekeni gerektiği yerde ortaya koyabilme” marifeti gerek okuyarak gerek yaşayarak görüyoruz ki, ayeti kerimenin buyurduğu gibi Allah vergisi bir hikmeti ilahi. Hop oturup hop kalkıp, öyle ben bilirim, ben yaparımlarla değil de seyru sülukle gelişiyor ve öncelikle ihtiram ve haşyet gerektiriyor. Bu iki kelime ihtiram ve haşyet, unutturulmuş, lügatimizden çıkarılmış böylece esas ve usulden uzaklaşılmış. Görünür görünmez böyle bir denklem var belli ki, ne kadar sakınırsan, o kadar istikamet ve irade…

Efendimiz Aleyhisselam’ın “Mü 'minin ferasetinden sakının, zira o Allah’ın nuru ile nazar eder.” buyurduğu durum bir yerde. Furkan kesp etmemişseniz, nerde kaldı ki Allah’ın nuru ile nazar edesiniz.

Evet hafız sayımız yükseliyor belki ama Kur’an’ı Kerim’e mana itibariyle vakıf ahlakıyla ahlaklanmış, o tabir her ne kadar Efendimize ait olsa da “yürüyen canlı Kur’an” Muhammed’ul Emin sıfatlı, her kesimin hakkını teslim ederek itibar ettiği dosta güven, düşmana korku salan büyükler olsun istiyor insanın gönlü. Üstadın “Gökyüzünden habersiz uçurtma uçurmuşum” dediği gibi Kur’an’ı Kerim’den habersiz Müslümanlık uydurmuşuz. Dini çevrelerde, cemaatlerde daha Kur’an’ı Kerim’den surelerden, hatta surelerin isimlerini duymamış, muhteviyatından habersiz hiç merak etmemiş kesimlerimiz var, kim bilir belki kendini hala yasaklı zamanlarda sanıyor; bir de mekteb-medrese kisve hafızlık tamam, lakin işin ruhundan uzak, manasını hissetmemişler var maalesef…

Her okuduğumda bir zaman kalakaldığım Avf İbn Malik’in o rivayeti:

Resulü Ekrem Nebiyyi Muhterem Sallallahu Teala Aleyhi ve Sellem bir gün sahabesi ile birlikteyken, gözünü semaya çevirip:

“Bir zaman gelecek ki, ilim sizden alınır” buyuruyor. Ensardan Zeyd İbn Lebid ra hayretler içerisinde:

“Ya Resulallah! Kur’an’ı Kerim elimizdeyken, biz onu çocuklarımıza öğretirken, ilim bizden alınır mı?” diye soruyor. Efendimiz Aleyhisselam:

“Yahudiler ve Hristiyanları görmez misin, onlar da Tevrat ve İncili güya okumuyorlar mı? Okuyorlar, lakin ondan hiç istifade etmiyorlar, onunla amel etmiyorlar.” buyurdu.

Tüm mevzu sanırım bu, ne kadar istifade edebildiğimiz. Cehenneme odun olmuş bu koca kafirlerin, bizi çantada keklik görme cüreti, Kur’an-ı Kerim’den hakkıyla istifade etmediğimizin, hakkıyla amel etmediğimizin göstergesi.

Mevlana’nın Mecalis’i Seb’a da, “Meclislerde mum, savaşlarda demir gibiyiz” dediği Allah’ın burhanı ve nusretini celbedebilmek, mış gibi yaparak değil de ilimi ile amil olmayı gerektiriyor.

Yine de ayağa kalktığı zaman, Hristiyan ve Yahudileri yıkılmasına vesile olacak Kur’an’daki Müslümanlar deyince doğrusu benim aklıma ilk gelen Ahzab Suresi’nin 23. Ayeti kerimesi oldu:

“Müminler içinde Allah'a verdikleri sözde duran nice erler var. İşte onlardan kimi, sözünü yerine getirip o yolda canını vermiştir; kimi de (şehitliği) beklemektedir. Onlar hiçbir şekilde (sözlerini) değiştirmemişlerdir.”

Bu ayeti kerime Talha (ra) hakkında bir müjde adeta. Seçkin sahabenin yine kendi rivayeti:

“Hz. Peygamber Uhud’dan tekrar ashabının yanına dönünce minbere çıktı, Allah’a hamd ve sena etti. Müslümanların başına gelenlerden dolayı onları teselli etti ve kendilerini bekleyen ecri ve mükafatı onlara haber verdi. Sonra da:

“Mü’minlerden öyle erler vardır ki, Allah’a verdikleri ahde sadakat göstermişlerdir…” ayetini okudu. Mü’minlerden bir adam ayağa kalkarak:

“Ey Allah’ın Resulü, bunlar kimlerdir?” diye sorduğu anda ben de tam içeri giriyordum. O esnada Peygamberimiz:

 “İşte bu gelen onlardandır” buyurdu…

Üstadın, “Zaman donduracak kadar güzeldi…” dediği muhteşem bir an yaşanıyor.

Ayeti kerimenin sonundaki “Onlar sözlerini hiçbir zaman değiştirmemişlerdir” ifadesi “O halde haktan nasıl da çevriliyorsunuz?” ayetine karşılık gelen kısmı önemli! Sanırım bizim değişim listesi biraz kalabalık.

Genelde yaşanan bu deformasyon, hadisi şerifle de ifade edilmiş:

 “Sizler karış karış, arşın arşın sizden öncekilerin yolunu izleyeceksiniz onların inançları ve yaşayışlarını ölçü edineceksiniz. İnsanın giremeyeceği küçük bir kertenkele deliğine girecek olsalar, siz de onları takib edeceksiniz.”

Hz. Peygamberin gelecekle ilgili bu ürpertici açıklaması üzerine biz sahâbîler sorduk:

"Ya Resûlallah! İzlerini takib edeceğimiz bu topluluklar Yahudiler ve Hristiyanlar mı olacak?"

 “Ya başka kimler olacaktı?” buyurdu… (Buhari, Enbiya 50; Müslim, İlm 6)

Kur’an’ın bahsettiği Müslümanlar denince örnekler çoğaltılabilir elbette, vidanın yivleri gibi derine işlemesi gereken bir başka ayeti kerime de:

“İnanıp da imanlarına herhangi bir zulüm bulaştırmayanlar var ya, emniyet içinde ve hidayet üzere olan onlardır.” (En’âm Suresi, 82. Ayeti kerime)

Düşünsenize kendinizi mis gibi iman ehli sanıyorsunuz ama ayeti kerime imanlarına zulüm karıştıranlardan bahsediyor. Abdullah İbn Mesut (ra), bu ayeti kerime inzal olduğu zaman sahabe efendilerimize çok ağır geldiğini ve “Ya Resulallah! Hangimiz nefsine zulüm etmedi ki?” diye sorduklarını haber veriyor.

Resulü Ekrem Nebiyyi Muhterem Sallallahu Aleyhi ve Sellem Efendimiz, zulümden kastın, şirk olduğuna vurgu yapıyor. Neticede imanın şirkle birlikte olabileceği, “Onların ekserisi Allaha şirk koşarak iman ederler” ayeti kerimesi ile de dikkat çekiliyor. Hasılı iman ince iş, insan öyle iman ettim demekle salıverilmiyor.

Kuş, yavrusunun ağzına yemi nasıl birer birer verirse, birbirinin mütemmimi ve açılımı gibi olan ayeti kerimeleri ve hadisi şerifleri, kelime kelime kalbimize nakşetme nasibi diliyorum cümlemize…

Aylık Baran Dergisi 23. Sayı, Ocak 2024