Şekil ve muhteva arasında derin ilişki vardır. Yaptığınız şeklin özünü o şekle sirayet ettiremezsiniz iyi niyetli çabalar boşa çıkar. Yapılması gereken “Amerika, Almanya veya Finlandiya’da eğitim nasıl” olmaktan öte önce kendi kendimize bakmak. Kendi irfan köklerimize inmek ve bu inişten sonra dışarda ne olup bittiğine dikkat kesilmek.

Yine eğitim

Ruh ve beden arasında nasıl ki ahenk ve birlik olması gerekiyorsa, şekil ve muhteva arasında da sırlı bir münasebetin sağlanması gerekiyor. Ruh mekânda beden ile ifade imkânına eriyorsa, beden de ruh ile canlılık kazanır. Beden, ruhun taşıyıcısı; ruh ise bedenin binicisi mahiyetinde. Her ikisi de zaman ve mekân birlikteliğinde birbirlerinden alıcı ve verici konumundadırlar. Tıpkı bunun gibi şekil ve muhteva arasında da tezatsız bir ahenk ve birliğin sağlanması gerekiyor. Bu birliktelik olmazsa yarım oluşlar gerçekleşir. Yarım oluş hiç olmayıştan beterdir. İnsana kendi dünya görüşünün yanlış olduğu zannını maazallah verebilir. Hâlbuki yanlışlık insanın kendisindedir. Dünya görüşünü oluştururken muhataplığında zafiyet vardır. İdraki, dünya görüşüne tam anlamıyla intibak ve nüfuz edememiştir.

İktidarın başı ve iktidarın kimi yetkilileri “eğitimde başarılı olamadık” diyorlar. Buna İslamcı kesimin kimi aydın ve yazar takımı da katılıyor. Her bakan değişiminde iyi niyetli yazılar sonra arkası boş çıkıp hüsrana uğramalar… Parça hüviyetinde eğitimle oynamalar ve bu parça oynamalardan bir takım nefs tesellileri. Artık böyle gidilmez. Öğretmenlik hayatımda o kadar çok bakan değişti ki sayısı belli değil. Her yeni bakan gelmesiyle değişiklikleri çilesi çekilmeden ne getirip ne götüreceği düşünülmeden yaptı. Sadece farkındalığım gözüksün derdindeydiler. Bunların hemen hemen hepsi dış kabukta olan şeylerdi. Acı ama göz boyamaya dönük, cilalama işleri. Acaba gelen bakanlarımızın kaç tanesi eğitim kökenli idi? Kaç tanesi eğitimi dert edinip çalışarak, hazırlıklı ve donanımlı olarak bakan oldular? Kaç tanesi bakan olduklarını yolda giderken duydular? Acaba bakanlık teklifi alan kaç kişi “Efendim beni bakan yapıyorsunuz lakin ben bu bakanlığı yapacak ehliyet ve liyakatte değilim” diye reddetti? Devasa adliye binaları yapıldı. Adalet yine gecikmeli yine layığı ile değil. Devasa statlar yapıldı. Futbolda yine borç bataklığı, boş tribünler, başkan ve futbolcuların birlik ve beraberliği zedeleyici tutumları. Devasa okullar yapılıp teknoloji ile donatıldı eğitim istenen seviyede değil. Çalışmayan, dikkati dağınık, anne, baba ve öğretmeni elinde oynatan bir öğrenci profili…

Evet, şekil ve muhteva arasında derin ilişki vardır. Yaptığınız şeklin özünü o şekle sirayet ettiremezsiniz iyi niyetli çabalar boşa çıkar. Yapılması gereken “Amerika, Almanya veya Finlandiya’da eğitim nasıl” olmaktan öte önce kendi kendimize bakmak. Kendi irfan köklerimize inmek ve bu inişten sonra dışarda ne olup bittiğine dikkat kesilmek. Bu bakıştan sonra mal edici bir bünye ile alınması gerekenleri almak. Yoksa dışa kapalı olmak elbette bizi bir süre sonra çürütür. Aksi takdirde Peygamber efendimizin kelam ve mana toplayıcılığı vazifesine aykırı davranmış oluruz.          

Çocuk ve bir şiir

İki kardeşiz. Abim ve ben. Altmışlı yıllarda Anadolu köyünden çıkıp şehirde yaşamını sürdüren bir aile için çocuk sayısı az olsa gerek. Abim benden üç yaş büyük. Köye gidiyoruz amcalarım, dayılarım ve halalarım var her birinin çocuk sayıları en az dört beş. Onların ailece kalabalık olması beni hüzünlendiriyor. “Keşke biz de onlar gibi kalabalık olsaydık” diyorum. “En azından bir ablam bir de kardeşim olsaydı” diyerek hayıflanıyorum. Zaman zaman anneme çıkıştığım da oluyordu. Niye az doğurdun beni yalnız bir ailede büyütüyorsun. Daha Özallı dönemlere gelinmemişti. Çekirdeğin çekirdeği aileler görülmüyordu. Anne ve babaların birlikte iş sahibi oldukları, çocuklarını erkenden kreşe bıraktıkları yıllara az kalmıştı. Abim ve ben. Abi ne yapmalı? Abilik yapmalı. Korumalı, kollamalı, zaman zaman yol göstermeli. Zamanı gelince çocuklarına baba yarısı amca olmalı. Ben abimden ne yazık ki bunların zerresini göremedim. Acım o kadar büyüktür ki anlatılamaz. Abi ne yapmalı? Abilik. Kardeşinin derdi varsa derdini dinlemeli. Gerekirse arka çıkmalı. Düşerse kaldırmalı. Kardeşi bir kız sevip bunalıma girmişse onun yanında olup bir çıkış buldurmalı. Evet, benim lafta bir abim vardı fakat gerçekte yoktu.

Abim evlendi. Askerdeyim. Telefon etti “müjde” dedi “yeğenin oldu, ona bir şiir yazsana”. O ana kadar abim şiirlerime hep göz ucuyla bakmış, bir türlü layığı ile okumamıştı. Şiir yazmama bir tuhaflık ve boş iş olarak bakıyordu. Dünyalık olmayan işlerle uğraşmak gereksiz şeylerdendi. Abimin bu bakışına maalesef aile ve akrabalarımın birçoğu eşlik etmiştir. Abimin bu müjdesi ve isteği bende yer etti. Şiirlerimin çoğunu okuduğum kitaplarda veya şurada burada gördüğüm cümlelerin etkisi altına girerek yazarım. O cümlenin duygu ve düşünce tedaileri beni sarar ve bende oluşan duygu ve düşünceler dökülmeye başlar. Kimi zaman da bir mevzu bende yer eder ve bu mevzuyu işleyerek şiir yazarım. Bu şiir yazma durumu daha bir uzun zaman ister ve beni daha çok yorar. Bazen de şiirlerimi yazmak abimde olduğu gibi bir istek dahilinde gerçekleşmiştir. Bu istek dahilinde dost ve sevdiklerimin arzusunu yerine getirmek benim için bir borçtur adeta. Bu gibi durumda ne yaparım? İstenilen şiirle ilgili kendi iç alemimde yoğunlaşır hafızamda birikmiş şeyleri çıkarmaya çalışırdım. İnsan bir sır. İnsan kendi kendine sır. İnsan kendi kendine bilinmez. Her şeyi bilirim keşfederim anlayışı ne bönce bir tutum. Bilinmez bir alem ve bilinmez bir kendinde yeni keşiflere ermek ne güzel bir davranış. İki şey arasında çok şey olsa gerek. Birinde kendine taparlık, kutsalı olmayan bir alemde kafese tıkılıyorsun. Diğerinde bir ürperti, sırlar caddesinde yürürken bir kapının eşiğinde hayret hissine eriyorsun.

Ben her daim çocuklarla içli dışlıydım ben her daim çocuklarla içli dışlı oldum. Halen ilkokul öğretmenliği yapıyorum. Küçükken gerek tatil sürecinde köy hayatımda gerekse şehirde mahalle hayatımda hep çocuklarla çevrili bir hayatım oldu. Komşularımız çocuklarını mahallede zaman zaman bize teslim eder onlara abilik yapar köyde akrabalarımın çocuklarını sever onlarla oyun oynamaktan büyük bir zevk alırdım. Çocukken çocuklara bakmak bizim için bir vazife idi. Biz şimdinin çocukları gibi değildik. Çocukluğumuzu daha bir çocuk haliyle daha bir sorumluluk altında yaşadık. Elimizin altında tablet ve cep telefonları bir köşede saatlerce vakit geçirmedik. Ağlayıp sızlayarak her şeyi elde etmenin sırrına malik olamadık. Psikolog ve rehbercilerin yanına ebeveynlerimizle gidip “çocuğunuza daha çok vakit ayırın” sözlerini söyletmedik.     

Çocuk, ruh ve beden yönünden iki farklı varlığın nikahlanması ve birlikteliği sonucu oluşuyor. Bir heykeltıraş gibi duygu, düşünce ve iradeni her an gösterip şekillendirmekten yoksun bir süreçte bir varlık sır içinde şekillenip oluşuyor. Bekleyiş… Bekleyiş nasıl olacağı meçhul bir varlık. Sabır… Sabır zamanın nabzını duyduğun bir süreç ve bir mucize. Bu zamanı yaşayan -insanların, eşlerin- gördüğü hakikatlerde meçhule riayet edip meçhul önünde diz çökmemesi ne büyük bir nasipsizlik. Çocuk bir yandan senden, diğer yandan senden değil. Kendi kendine bambaşka bir alem. Bir Allah dostunun ifadesi ile iki yaşına kadar çocuklar cennet kokusunu tüttürürler. Anne ile çocuk arasındaki ilişki bu kokunun tılsımında perçinleşse gerek.

Bir erkek olarak bu ikili münasebeti merak etmemek delilik ve aptallık olmalı. Babalık rolüne uzak bir kütük varlığın haleti ruhiyesi… Ben hep merak ettim durdum sonunda tam olarak izahına eremediğim bir noktada durdum. Kader önünde aklın toslaması gibi çaresizlik girdabına kapıldım. Kadın zayıftır ana güçlüdür. Annelik ne büyük bir makam. Annelik kadını kadın yapan, gelinmesi ve erişilmesi gereken bir süreç. Aile ve evlilik karşıtı hal ve hareketler ne zavallı ve sapık oluşumlar. Çocukluk velilikten bir hisse. Velilerin yanına gider başınız eğik dinler, sükutuna yaslanır, arınır durursunuz. Allah’a yakınlaşırsınız. Velinin yanında siz, siz olmaktan çıkar ona doğru akarsınız. Siz kendi benliğinizi verir, velinin benliğinde kaynatır kendi benliğinizde başka bir benlik bulursunuz. Sürüngen bir mahluk iken serçenin kursağında gezer durursunuz.    

Çocuk beşikte sallanıp uyurken hiç onu izlediniz mi? Uyurken bazen dudaklarının kenarını oynatıp, gözleri kapalı tebessüm ettiğini görürsünüz. Başka alemde gördükleri yaratıklara mı gülmüştür yoksa başucunuzda duran size bir teşekkür tebessümüdür bu? Yoksa, yoksa her ikisi de mi? Çocuk beşikte uyurken her seyredişimde omuzlarımın yanında binlerce meleğin benle birlikte çocuğa baktığı hissi gelmiştir bana.

Çocuk ve yağmur. Çocuk ve veli. Çocukluk velilikten bir hisse sahibi olsa gerek. Çocukla her münasebetimizde çocuğun makam ve mevkiine ineriz. Çocuk bize tesir ederek kendi makam ve mevkiine indirip bizle oyun oynar bizle vakit geçirir. Çocuk günahsız bir varlık. Çocuk Allah’a yakın varlık. Bütün insanlık Allah’a yakın olmak hakikatin soluğunu hissetmek için çırpınıp duruyor. Çocuk ki bunu sağlayan mucizevi varlık. Çocuk Rabbimizin bize en büyük hediyesi, emaneti. Çocuğu bizi Allah’a yakınlaştırdığı için seviyoruz. Yok şirindir. Yok tatlıdır, yok şu bu. Bunlar sadece hakikatten birer kıvılcımlar Evet, evet biz çocuğu son tecritte Allah’a yakın olduğu bizi arındırdığı için seviyoruz. Abimin arzu ettiği şiiri tamamladım. Umarım, yeğenim ilerde okur, okur da çocuk hakikatinin aslını her dem hayatında yaşatır.  

Gül çocuk

Küçüğüm! Hoş geldin sefa getirdin
Pamuktan ellere ruhun akseder
Evimize cennet kokusu verdin
Uyurken nöbette melek dans eder

Annen ne terler döktü boncuk boncuk
Istırabın vardır elbet nimeti
Daha doğar doğmaz ağladın çocuk
Alemi zindan bil ara hikmeti

Toprağı dost sayıp oynasan kumda
Hamurunda vardır hep vefalı ol
Seni seyredeyim gözünü yum da
Uykunda saklanmış sırla dolu yol

Gözlerin kim bilir neler görecek
Korkuyla iç içe bekle ümitte
Akıl ermez nice sırlar çözecek
Söze ne gerek var kalsan hayrette

Whatsap konuşmalarım - Fitnenin yuvası: İran

Whatsapp gruplarından birinde, birileri son günlerde İran ve Pakistan arasında yaşanan hadiseler üzerine üzülmüş ve endişe duymuş olmalı ki Müslüman hassasiyetini gösterip şunları yazıyor:

“Savaş baronları iki Müslüman ülke olan Pakistan ve İran arasında savaş çıkarmak için bütün güçleriyle gayret sarf etmektedirler. Bu savaş Müslümanlar için çok büyük bir yıkım olur. Allah (c.c) Kuran’ı Kerim’in Hucurât suresinin 9. Ayetinde şöyle buyuruyor: “Eğer müminlerden iki grup birbirleriyle vuruşurlarsa, hemen aralarını düzeltin. Eğer ikisinden biri, diğerine saldırırsa, saldırgan olanlarla, Allah’ın emirlerine uygun davranıncaya kadar savaşın. Eğer böyle davranmaktan vazgeçerlerse o zaman adaletle aralarını düzeltin ve hakkaniyetli olun. Allah, haktan yana olanları sever.” Bu mevzuda Müslüman ülkelere büyük görevler düşmektedir.

Bu hassas kardeşimin derdiyle dertlenip ben de şunu yazdım:

“Yıllardır Azerbaycan ile Ermeniler arasında süren çatışmalarda İslâmî hassasiyeti göstererek her dem Ermeniler karşısında Azerbaycanlı kardeşlerimizi destekleyen, batının piyonu Ermenilere topuz göstererek onlara haddini bildiren, Azerbaycanlı kardeşlerimizin Ermenilere karşı zafer kazanmasında en büyük desteği veren, kendi topraklarında Amerika’nın taşeronluğuna soyunan PKK ile mücadelesini bütün gücüyle devam ettiren, Irak’ta yine şeytan olarak ifade ettikleri Amerika ve taşeronu PKK ile savaşmaya devam eden, Suriye topraklarındaki savaşta Rusya ayısına, Amerikan domuzuna ve bunların finosu PKK ile harp edip onlara meydan okuyan, onları Ortadoğu topraklarına gömmeye ahdeden, kurmuş oldukları Kudüs Tugayları adı verilen orduyla Kudüs üzerine yürüyüp Hamaslı kardeşlerimize Gazze’de yardım eden İranlı kardeşlerimizin Pakistanlı kardeşlerimizle savaşması bizi çok üzer. Müslüman kardeşlerimizin emperyalizmle savaşmayıp kendi aralarında savaşması İslam dünyası açısından düşmanlarımızın ekmeğine yağ sürmek olur. Bunun için İran ve Esed’le arası çok iyi olan Bilge Dedemiz Saadet Partisi Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu derhal devreye girmeli Amerika’nın Henry Kissinger’i gibi bir role soyunarak iki ülke arasında arabulucu olmalı. Kardeşler arasında akacak kana son vermelidir. Emperyalizmin işine yarayacak çatışmayı engelleyecek gizli diplomasiyi yürütmelidir.” 

İran Ortadoğu içinde fitne yuvasıdır. Fars siyaseti bu ülkedeki itikadı bozuk, para düşkünü, sahte Ehli Sünnetçileri avlayabilir. Lakin derin ve ince Müslümanları avlayamazlar. Anadolu’da Vahhabilik ve Şia ile hesaplaşmayı Ehli Sünnet anlayışın devletini kurduktan sonra daha sistemli ve aksiyoner yapacağız. Şia ve Vahhabilik birbirine düşman kesilse de Ortadoğu’da emperyalizmin oyuncakları konumumdadırlar. Her ikisinin de derdi ve gayesi Haçlı-Yahudi Deccal tayfasıyla savaşmaktan öte Müslümanları müşrik addedip Müslümanlarla savaşmaktır. Tarihi hesaplaşmamızı elbet bir gün yapacağız.  

Aylık Baran Dergisi 25. Sayı, Mart 2024