Sancılı zamanlarda sancılı mekanların bulunduğu bir coğrafya Ortadoğu. Bu kavramı ilk defa kim kullandı, bizim için meçhul. Meçhul olmayan ise bir takım insanların kitaplarında bu kavramlara sıkça yer vermeleri. Bunların bir kısmı stratejist, kimileri ise İngiliz Devleti’nin görevlileri. İngiliz Hint ofis bürokratları, Irak’ı kapsayacak şekilde Doğu Akdeniz havzasını “Yakın Doğu” olarak isimlendirdi. Bunun yanında Basra Körfezi ve İran çevresi “Ortadoğu” olarak alınmıştır. İngilizlerin bu ifadesi yanında Ortadoğu’nun sınırlarını Süveyş Kanalı’ndan Singapur’a kadar genişletenler de oldu. Önce askerlerin, ardından gazetecilerin ve siyasetçilerin diline yerleşen Ortadoğu ibaresi günümüzde Mısır, İsrail, Irak, İran, Suriye, Ürdün, Kuveyt, Bahreyn, Katar, Umman, BAE, Umman, Yemen ve Suudi Arabistan’ı kapsayan bir anlam içeriğine sahip. Bazı tanımlar Türkiye’yi de bu haritaya dahil ediyorlar. İran’ı Asya’da, Mısır’ı ise Kuzey Afrika’da sayan tanımlamalar da mevcut.

Bizim için Ortadoğu her şeyden önce birçok peygamber kıssasının geçtiği mekân. Peygamberlerin izlerine şahitlik ettiği, mânalarının sirayet ettiği kutlu belde. Işık doğudan yükselir ve her yere ulaşır. İşte Ortadoğu bütün dünyanın ışığı. Tarihi sürece baktığımızda birçok medeniyet hareketinin olduğu bir diyar. Hangi ruh ve anlayış varsa ancak Ortadoğu’ya hâkim olursa kudretini kâmil görmekte, fetih rüyasını ancak buraya hâkim olarak gerçekleştirmekte. Şu anda Orta Doğu mazlumlar diyarı, zalimlerin hedefi. Şu anda Ortadoğu mazlumların ahını alan Firavunvari devlerin yıkılacağı yurt.

Ortadoğu dünyanın merkezi. Herkesin göz bebeği. Binlerce kilometre uzakta olan Amerika burada. Kutuplara yakın her dem sıcak denizlere inme aşkıyla yanıp tutuşan Rusya burada. Yine çekirge sürüsünü andıran son otuz yılın yükselen gücü Çin burada. Bunların biraz gerisinde kalır gibi dursa da İngiliz, Fransız hasılı Avrupalı güçler burada. Burada gönlü, burada emeli olmayan hemen hemen yok gibi. Elbette, bu coğrafyada asırlarca bulunmuş ve hâkim olmuş olarak bizim de gözümüz ve gönlümüz burada. Burada olanlardan İsrail, Amerika ve Avrupalı güçlerin her birinin burada bulunmaya dair dini argümanları var. Dini argümanı olmayan bir tek Çin. O yüzden bu coğrafyada kalıcı olması mümkün olmayan güç olarak Çin’i gösterebiliriz.

Ne ile iktidar olunur?

Bugün de dahil olmak üzere tarih boyunca iktidar ve hakimiyet güç ile olmuştur. Yeterli silahlı gücün varsa, insan kaynağın mevcutsa Ortadoğu’da senin dediğin olur, senin borun öter. Sınırları belirleyen hak ve hukuk değil güçtür. Tabii ki bu güç ve insan kaynağını muazzam bir siyasetle süslersen kalıcı olabilirsin. Türkiye, sınırlarına duvar çekmekteyken Suriye’de güç kullanıp operasyonlarda başarılı olunca söz sahibi oldu. Diğer devletler tarafından masalara davet edildi. O halde güçlü olup “ben de varım” diyeceksin. Bol keseden atmayacaksın. 15 yıl önce olduğu gibi Arap televizyonlarını kasıp kavuran iğrenç dizilerinle bu coğrafyaya gitmeyeceksin. Çoğu İslam düşmanı olan artistlerle Arap kadınlarının rüyasını süslemeyeceksin. Bundan yüzyıl öncesi hâkim olduğun, birlikte yaşadığın coğrafyaya İslâm kardeşliğini götüreceksin, özgürlük aşkını taşıyan ve sirayet ettiren olarak gideceksin. Batı değerlerini taşımak senin neyine!.. 

Petrol ve Ortadoğu

Ortadoğu denince petrol akla gelmekte. Ortadoğu üzerinde bütün hamlelerin petrol üzerinden olduğu söylenmekte. Bu anlayış ve düşünüş çok büyük bir yanılgıdır. Eksiği fazla, doğrusu ise az bir tespittir. Bu yanlış tespit tarihi üstünkörü okuyanların görüşleridir. Bu okuyuş seküler ve pozitivist bir okumadır. Ortadoğu’da petrol son yüzyıldır gündeme gelmekte. Oysa Ortadoğu üzerine Ne İskender’in ne Roma’nın ne de Osmanlı’nın hakimiyet siyaseti petrol üzerinden olmuştur. Yani petrol bitse de hiçbir millet ve devletin gözünde Ortadoğu rüyası bitmez. Ortadoğu üzerine mücadelesi sona ermez. Ortadoğu’da her daim kazan kaynamaya devam eder.

“Semavi dinler” olarak isimlendirilen Yahudilik, Hristiyanlık, Yüce dinimiz İslam, Ortadoğu’nun milletler ve devletler nezdinde gözbebeği olmasını sağlayan en önemli sebeptir. Bu dinler varlıklarını bu coğrafya da gösterdikçe bu coğrafya tarih boyunca ehemmiyetini sağlayacaktır. Bin yıldır bölgeye hayat vermeyi sürdüren nehirler ve su yolları, tarihle coğrafyanın ilginç kesişme alanlarıdır. Nil, Fırat ve Dicle başta olmak üzere, dini metinlerin de bol bol referans verdiği bu kaynaklar, insanoğlunun geleceğiyle ve tarihiyle iç içe geçmiştir. Dünyadaki her dil, din, ırk, kültür ve bölge doğrudan veya dolaylı olarak Ortadoğu’yla bir bağlantıya sahiptir.

Ortadoğu’nun kilit taşı Kudüs

Kudüs, duası karşılığı Rabbi tarafından hiç kimseye nasip olmayan miktarda mülk verilen; cinler, insanlar ve kuşların emrine amade olduğu Süleyman Peygamberin tahtının merkezi. Kudüs’ü elde tutmak, gücün doruğuna erişmektir. Kıyamete kadar geçerli bir kural olarak, Kudüs’e sahip olanlar siyasi, ekonomik ve askeri anlamda da kuralları koymaya hak kazanırlar. Kudüs coğrafyanın adeta ümüğüdür. Onu kavrayan, Ortadoğu’nun bünyesinde bulunan diğer unsurlara da malik olur. Kudüs’ü elinde tutanlar dünyaya hâkim olmuşlardır. ABD’nin bütün risklere rağmen İsrail’e yatırım yapması ve bölgede bu şekilde fiili karakol bulundurmasının sebebi de tam olarak budur.      

Sembol isim Yavuz Sultan Selim: Kudüs Fatihi

Kendisinden önceki ve sonraki hiçbir Osmanlı hükümdarına benzemeyen Yavuz Sultan Selim, yönettiği devletin bir dünya devletine dönüşebilmesi için, Ortadoğu’yu da mutlaka avucunun içine alması gerektiğini kavrayacak kadar zeki ve ileri görüşlüydü. Yavuz Sultan Selim İslam birliği için hareket etmiş, bu uğurda tarafsızlık iddiasıyla düşmandan yana hareket eden dedesi Alaüddevle’nin kellesini almaktan bile kaçınmamıştır.

Osmanlılar ile Memluklar arasında münasebetler İstanbul’un fethine kadar istikrarlı ve dostane geçmiştir. İstanbul’un fethini Memluk sultanı top atışlarıyla kutlamıştır. Daha sonra Memluk sultanı olan Hoşkadem’in tahta oturmasıyla Osmanlı Memluk arası gerilimler yaşanmaya başlandı. O devirde Anadolu içinde bulunan Karamanlı, Dulkadiroğulları beylikleri, Memluk yönetimi tarafından ‘’tabi yönetimler’’ olarak kabul ediliyordu. Pontus Rum Devleti’nin elinde bulunan Trabzon’un Osmanlılar tarafından fethi bölgesel bir kriz başlattı. Pontus Rum Devleti’nin müttefiki olan İran merkezli Türkmen Akkoyunlular bundan rahatsız olmuştu. Trabzon’un fethi, Akkoyunlular üzerinden Memluklar ile Osmanlıları karşı karşıya getirdi. Memluk sultanı Hoşkadem, daha önceki dönemlerde uygulanan usulün dışına çıkarak Osmanlı sultanının fethini (Trabzon) tebrik etmedi. Karamanlılar ve Dulkadiroğulları beyliklerinde yaşanan karışıklık dolayısıyla mücadele buralarda yoğunlaştı. Bu mücadele Cem Sultan’ın Memluklara sığınmasıyla daha da arttı. Memluklar Cem Sultanı ikamet ettirerek taht kavgası kozu olarak kullanmak ve Osmanlı Devleti’ni karıştırmak emelindeydi. Dulkadiroğulları beyliğinde taht mücadelesini Memlukların desteklediği şahıs değil de Osmanlı’nın desteğini alan Alauddevle kazanmıştı. Alauddevle aynı zamanda İkinci Bayezid’in kayın pederi olmuştu. Alauddevle’nin Osmanlı-Memluk arasındaki mücadelede Memlukları desteklemesi sıcak çatışmaları daha da artırdı. Bu süreçte Memluklar kendilerine Batı dünyasından müttefik bulmaktan da çekinmediler. Kastilya ve Aragon kralı İkinci Ferdinand çatışmaların yaşandığı süreçte Memluklara silah ve mühimmat verdi. Osmanlılar bütün enerjilerini Memluklara verdiği için kendilerinden yardım isteyen İspanya Müslümanlarına gerektiği biçimde el uzatamadılar.

İkinci Bayezid’in hükümdarlığının son aylarında patlak veren Şahkulu İsyanı, Anadolu’da yaşayan Kızılbaş Alevilerin, İran merkezli Safevilerin koruma ve kontrolü altına girmesine yol açmıştı. Safevi hükümdarı Şah İsmal’in birlikleri Tokat’ı kuşatmış, Kütahya’ya kadar ulaşmıştı. Yavuz, babasını indirip yerine tahta çıktığında, Anadolu ciddi bir siyasî kaos içindeydi. Üstelik, Yavuz’a bayrak açan kardeşi Şehzade Ahmed, Safeviler’den yardım istemiş, Ahmed’in oğlu Murad da İran’a iltica etmişti. Safeviler ile Memluklar arasında, Osmanlılara karşı ittifakın olduğu bilinmeyen bir şey değildi. Fikri ruhuna nüfuz ettirmiş aksiyon aşığı Yavuz Sultan Selim bu hengamede yüz bin kişilik orduyla Safevilerin üzerine yürümüş Çaldıran’da mağlup etmişti. Ehli sünnet düşmanı Şah İsmail karısını bile savaş meydanında bırakarak kaçmıştı. Yavuz’un hedefinde artık Memluklar vardı. Ancak ondan önce halletmesi gereken bir mesele vardı. Yavuz’un anne tarafından dedesi olan Dulkadiroğulları Beyi Alauddevle Safeviler üzerine düzenlenen seferde Osmanlı ordusuna katılması için yapılan çağrıya ilerlemiş yaşını mazeret göstererek ret cevabı vermişti. Yavuz da “taraf olmayan bertaraf olur” anlayışı gereği Sinan Paşa’yı göndererek Alauddevle’yi ve beyliğini ortadan kaldırdı. Nihayet Yavuz Suriye’de Mercibadık ve Ridaniye Savaşlarını kazanıp Kudüs ve Kahire’yi alarak İslam birliğini sağlamıştı. Kudüs fatihi olmuş, bu şehirde hutbeler okutmuştu. Böylece Filistin topraklarında 400 yıllık Osmanlı hakimiyeti başlamış olacaktı.

Kudüs fatihleri olan Hz. Ömer (r.a), Selahaddin Eyyübi ve Yavuz Sultan Selim’in fıtrat ve karakterleri birbirine oldukça benzer. Hepsi de kalem ve kılıç ehli. Üçü de tavizsiz, gerçekçi ve kararlı bir siyasi çizgiye sahipti. Kişisel olarak fıtratlarına hâkim olan sertlik, onlara siyasi başarının yolunu açmış, dönemlerinde İslam orduları geniş coğrafyalarda etkili olmuş, önemli fetihler gerçekleştirmişti.

Evet, Kudüs yaslı. Kudüs toprakları sancılı ve mahzun. Kudüs fatihini bekliyor Yavuz, Hz. Ömer mizaçlı fikir ve aksiyon hareketine yaslanan kimse bunu gerçekleştirecektir. Büyük Doğu-İbda bu şahsa gerekli olan gıdayı elbette sağlayacaktır.

Aylık Baran Dergisi 11. Sayı Ocak 2023