LEHVA: 19 Aralık 1989… Annem, dayımların maddi durumlarının hiç iyi olmadığını söylüyor… Biri de, ne kadar maddi sıkıntı içinde oldukları babında, “düşün Nadide ömründe hiç dansöz görmemiş!” diyor ve bir yerde görünce hayretle baktığını söylüyor… Annem, parasız kaldıkları için, yengemin kolundaki saat bileziği bozdurduğundan bahsediyor!

*

ÇENG-EL. Pençe. Eğri büğrü. Çalgı âletlerinden bir saz çeşidi. (Bıraktığı tesir itibariyle, etrafında zengin teşbih ve mecazlara mevzu olan Çeng, büyüleyici sesi ile “her şeyi değiştiren bir cadıya”, sihirbaza, akıl hastalarını musikî ile iyileştirmeye inananlar için bir ilaca, çok hüzünlü ve tatlı bir sesi olan bülbüle, şeker yiyen papağana, yanan yakılan pervaneye benzetilmiştir!): 73: HAMKE-Bit. Zirve. Sıfır. Nokta. Merkez… SABAT-Pazar sokağı. İki duvar arasının örtüsü. (Kucağında küçük çocukla, Şah-ı Nakşibend Hazretleri’ni hatırlayınız!): 73: MÜBELLİĞ-Tebliğ eden, bildiren… HINYE-Yay. Kavs. “Kürsî’yi hatırla”: 73: CÜMME-Ebced-Birkaç urganın birleşmesinden meydana gelen gemi halatı… AHDES-Fikirli kişi: 73: MEHDÎ Salih Mirzabeyoğlu.

*

SÜMERCE’de ismi Çeng’e “Balay veya Balang” deniyormuş; o kadar esi bir musiki âleti… BALAG: 1032: BALAG-Koltuk. Kürsî… PA-KUB-Çengi. Rakkase. Dansöz. (Pa: Ayak… Kub: Küp. Beden): 32: KİC-Dağın zirvesi… El: 31: PİÇAPİÇ-Yengeç. (Piç: Nesebi olmayan. Bulut… Hadîs: Siz dağları sabit görürsünüz, oysa onlar bulutlar gibi geçerler!)… BALANG: 83: ÇENGÎ-El ile ilgili. (Hadîs: “Allah’ın eli topluluk üzerindedir!”… Topluluk, merkezle ifâde edilen: Zirve. Nokta. Sıfır… Allah’ın eli, her şey ve herkesten önce, Allah Sevgilisi’nin üstündeydi ve üstünde… Allah’ın eli, Zâtî Suret sıfatı içindedir; ne şekil ve ne de “kuvvet ve kudreti” diye tevil ve tefsir edilemez bir “meçhul-sır”dır)… RAKS-Ahenkli hareket: 391: KASSAR-Çırpıcı, yıkayıcı. Leke çıkaran. Nefsini tezkiye eden… SAHABE-Tek bulut: 76: AHENK-Ses ve hareketle uyum. Düzgün tarz ve gidiş… MARCO POLO-Takdim yazımda bahsi geçen tetkikçi bir seyyah. (İspanyolca, Marca: İşaret, alâmet. Çizgi. Mühür. Ayak izi. Parmak izi. Marka. Rekor. Gemicilere yol gösteren işaret… İspanyolca, Polo: Kutub. Merkez): 395: MEHDÎ Mirzabeyoğlu.

*

ÇENG, Çin mitolojisinde ilk olarak Milattan önce 3. yüzyılda bir asker tarafından ilk defa kullanıldığına inanılan “Arp” isimli çalgı âleti… ÇENG-tuang: Çin mitolojisinde insanları hastalık ve felaketlerden koruyan, kuraklık dönemlerinde yağmur yağdıran Tanrılara verilen isim; bunlar hasat zamanının verimli geçmesine yardım ederler-miş… ŞAİR-Arpa. Kurban devesi. Bedene: 580: TESLİF-Takdim etmek… ŞAİR: SİSTEM. (On. Onlu. Nokta. Zirve)

*

ÇENG-NAME: 169: RAHMAN Suresi’nin 19. ve 20. âyetleri toplamı… DUMUZİ Abzu-Sümer mitolojisinde, “Boşluğun Temmuzu” anlamına geliyor. (Temm: Son, netice, bitti… Zu: Sahib… Dumuzî: Du ve muzi… Dü-İki: 10: Evc-Bir şeyin en yüksek derecesi. Zirve… Müz: Derin düşünce. Sözün bittiği yer… Boşluğun iki müzü –İradeyi aşan– Kâinat ve Ahiret… Abzu: Ab-Zu… Ab-Su… Abb: Nur… Zu-Sahib: 707: Varis-Mirasçı. Her şeyin kendisine rücu ettiği –geri döndüğü– Allah’ın 99 güzel isminden biri): 766: FURKAN Suresi 53. âyeti. Berzah’la ilgilidir… Çeng, eski çağın rit ve ayinlerinde, bayramlarında, hem “Temmuz Kültü”, hem de “Aşk ve bereket Tanrısı” ile yakın ilgi içindedir. Yüzyıllar boyunca bazı değişiklikler olsa da, “Aşk ve bereket Tanrıçası, Bitki Tanrıçası, Yeni yıl merasimleri ve kadın musikişinaslar”la… SE harfi, Allah’ın “Rezzak-Rızık veren” ismine, bitkiler mertebesine, Kamer menzillerinden “Değirmen taşının tane dökülen yeri”ne işaret eder ve ebcedi: 500: SAG-İngilizce “Destan” demek… ÇENG-NÂME’ye gelince: Mevzuu bir musiki âletinin sergüzeşti ve onu merkez yaparak diğer musiki âletlerini onu etrafında toplayan… Ahmed-i Daî: 60: İnsan… Ahmed-i Daî: 59: Daî; dua eden… Bu şâir, hem sözkonusu musikî âletini methediyor, hem de diğer âletlere üstünlüğünü. İslâm öncesi devirden başlayarak, her birinin hususiyetlerini ve geçirdikleri safhalarda isimlerini gözönüne alarak, etrafında “teşbihler, istiareler ve maznunlar” icâd etmiş… Zaten şiir, “muhayyelâttan terkküb eden kıyas” değil mi?.. Meselâ, çeng’in ibrişim telleri ve bu tellerden çıkan sesi lisana, kanuna benzeyen ama dik olarak çalınan ve bu yüzden de baş ve son tarafının eğriliğinden bel kısmına nisbetle kafa ve ayağa, at kılından ses perdeleri saça, toplamda bir insana teşbih edilen… ÇENG-Tel sayısı: 24: DİBBİH-Bir… İHATA-Etrafını kuşatmak, içine almak. Kuşatılmak, sarılmak.  Geniş irfan ile anlamak, tam kavramak: 24: KEÇ-Kürtçe bit. “Kec, gece”… ÇENG-Name’den bir beyit: “Yirmidört ebrîşim kılı var / Veli her kılunun yüz bin dili var!”… Yine: “Figana başladıkça ol kadi ham / İşiden kimseler olurlar ebsem!”… Kadi ham: Hükmeden aksak, zelil, insan… EBSEM-Süt emen: 544: MEREC-EL Bahreyn. (İki deniz”in kavuşması”ndan… Ve: “Sözünden anlanur çok ilm-i irfân / Müselseldür saçun zülfün perîşan!)… Sırrın zincirlemedir “zülfün-yakınlığın” perişan… ÜSTADIM’dan: “Senden uzaklık ateş, sana yakınlık ateş, / Yok bu âlemde çile, vicdan azabına eş!”

*

TA’İ-İsteyen. Tay. Daî. Atî. Hediye: 80: Fe harfinin ebcedi. Hemen sonra mânâlarını ifâde için fiil köklerinin başına getirilir. Mecazî olarak VAV harfi yerine kullanılabilir… SEG-Köpek. Aklın öncüsü kemer bölgesinde içgüdü. Basiret: 80: SEHAYA-Beyin zarları… A’VEC-Eğri büğrü. Çeng. El. Bir saz çeşidi: 80: KENNÎ-Lâkabtaş, isimleri aynı olan… KES-İnsan. Kişi: 80: MUHTELİT-Karışmış. Karışık. (İnsan, Kâinat’ın bütün unsur ve varlıklarını, “başkasında ben”i, Nefsinde ve merkezî kalbinde “içgüdü, akıl ve ruh”u mürekkeb olan)… Mevzumuz ÇENG âleti ve yine bir AHMED-İ Daî: AHMED Oğlu Şükrüllah… EVLİYA Çelebi’nin, “müşkül bir saz olduğu için çalanı azdır!” dediği ÇENG hakkında, Ahmed Oğlu Şükrüllah’tan. (9. Hicri asır: Milâdî 1471): Çeng, Türkîde “Iklık” dedikleri saz. (Iklık: 241= 1240: KKM). Malûm olsun ki Çeng, tamam sazlara nisbetle “eksik”tir, çanağı bir torba gibi olmalıdır; at boynu gibi, boynu uzun ve kavisli, çanağı da zerdalî ağacından ve yekpâre. (Zerd-alû: Zerdali… Zerd: Sarı. Soluk… İnsanî Hakikat’in Perdeleri’nde, Salı günü ve Davud Aleyhisselâm’da tecelli eden “Vücudî” hikmeti temsil eden gayb perdelerinin rengi sarı’dır… Davud: 16: Taha… Piç-Bulut. Nesebi olmayan. Sarmaşık. Nurbat: 15: Udric-Sarı kaftan. Hızlı ve çok yürüyen at… Vedad-Dostluk: 15: BD-İBDA)… Ve Çeng’in çanak üstünden bir ağaç vardır ki, ona “nize-mızrak” derler ve onu da 24 veya 25 bahş ederler. (Dibace-Önsöz. Takdim: 25: Eydî-Eller, kuvvetler… Hâdiye-Su içinden yükselerek çıkan kaya. “Aynı ebcedle Acak, toprak”: 25: Heyî-Varlık. Madde… İkbab-Yüzüstü düşme, kapanma. Bir şeyin üzerine fazla düşme, aşırı çaba: 26= 1025:  Kih-Sagir, küçük. Kalb. Kadeh)

*

OSMANLI ve Batı musikisini karşılaştıran Üstad Hüseyin Sadrettin Arel, Maragalı Abdülkadir’in Oğlu ve bir Fransız’ın eserinde gördüğünü beyanla, Çeng hakkında: Sümerler’in “Zagsal” dedikleri bir büyük Arp vardır ki, yedişer yedişer düzenlenen 3 takım olarak 21 tel idi. Zagsal, Sümerce’de “Hamd ü sena” mânâsına gelir ve bu dualara eşlik eden saza bu isim verilmiştir… (Zag-Karga, kuzgun. Gammaz. “Karga’ya, renginden dolayı ulu ve yücelik hamledilerek kullanılmıştır”: 1008= 9: Deh-On. Aşer… Sal-Sene, yıl: 91: Man-İngilizce “adam, insan, şahs”… Zagsal: 100: Mugnî-Zengin edici. Allah’ın 99 güzel isminden biri… Mancle-Kelebçe: 130: Selm-Sulh. İtaat. Tek kulblu kova… Şast-Okçuların baş parmakla içini doldurdukları yüksük. Balık oltası: 790: Şast-Altmış. Sin harfinin ebcedi. Sin harfi, Allah’ın Muhyî ismi ve su mertebesine işaret eder”… İzzet Mirzabeyoğlu: 1789= 790: Terakkus-Raksetme. Devamlı aşağı inip yukarı çıkan… İngilizce “destan” anlamına gelen “Sag” ve “tak’ir-çukurlaştırma”: 1791: Nesli-Han… İspanyolca, Acolchar-İçini doldurmak: 252: Kumandan… İngilizce, kollu, içine oturulan sandalye” anlamına gelen “Arm-chair” ve İspanyolca “char-küçük balık” anlamı arasındaki alâkaya dikkat… Nun: Balık. Kalem. Kılıç. Varlık. Da’va cetvelinde, nur… “Aco-Buyur eden, kabul eden, içine alan” kökünden, “Acol”… Acolchair: İçine nuru, varlığı, yaradılışı alan, içi doldurulan… Kürsî’yi anınız; Abdülhakîm Koltuğu’nu)… ZAGSAL kelimesi, Asurca’ya Zakkal veya çakkal (Tilki, gönül, vavî, tagi, takva) şekillerinde girmiş. Keldanice’de “çangal”, Afgan dilinde “cangal”, Farsça’ya “Çeng” şeklinde. Bu sazı çalanlara, Çengi denir.

*

SAAT-Zaman, bir kalb hissesi olarak işde görünen rakseden ve raksettirici bir beceri ve ustalık bileziği-kelepçesidir. (İngilizce okunuşu “Menıkıl” olan, menacly… Man, İngilizce’de okunuşu “Men” olan, “insan” demek… Bizde, zanaat ve iş sahibi olmaya, “kolda altun bilezik” denmesini hatırlayınız… Menacly: Kelepçe. “İş aklı”… Kişi üzerinde bulunduğu işin zamanı içindedir… Men: Ben… Menacly: 130: Sa’-Vakitler, zamanlar): 531: FETTAN-Kurnaz. Mekr eden. (Zaman, iyi ve kötüyü işlemek için bir fırsattır!)… SİYASET-İdare etme sanatı. (Üstadım: İslâm inkılâbında siyaset, içe doğru olma ve dışa doğru bu oluşu tamimleştirme davasıdır!): 531: TE’SİS-Kurma, temellendirme, esaslar koyma. Esas koymakla sabit, sağlam ve kararlı kılma. (İslâma muhatab anlayış: Eşya ve hâdiseye yanaşan iş ve zaman ölçüsü sahibi olma!)… TESELLÜM-Teslim edilen şeyi tekrar teslim alma. Tekâmül, İslâm’dan İslâma, geride kalmış hâle nisbetle yeni olma. İslâm olma. (KKM): 531: MEHDÎ Salih İzzet Mirzabeyoğlu. KAOS: Eski Ahid’te Adem Aleyhisselâm’ın kaburga kemiğinden yaratılan ve Adem Aleyhisselâm’a “hata” yaptıran “Havva”nın, yaşayan her şeyin anası ve “Havvah-Havva”nın “Heba” ile de kelime olarak özleştirilmesi… Kaos, “Kâinat’ın yaratılmasından önceki durumu”… Kaos, İspanyolca’da: Karmaşa, karışıklık… İbranice’de “Toho-Kaos”, Anaerkil tanrıları, tarihi çağlardaki anlamlarına atfedilecek, “yaratılmadan önce varolan sular”, derinlik ve yoğunluk ile ilgilendirilmiştir… (Osmanlıca kelimeler… Abis: Aslan. Asık suratlı ve ekşi yüzlü kimse… Abis: Alaycı, sayısız… Abis: Denizlerin en derin yerleri… Abist: Gebe, hamile)… Yunan mitolojisinde Kaos: “En başta kaos vardı” denir, bu kasıtla “eşyanın babası anarşidir” der bir filozof. Kaos sonsuz bir boşluğu tasvir eder ve Kâinat’ta varolan bütün maddi ve manevî varlıkların başlangıç “form-şekil ve suret”lerini  barındıran sonsuz bir enerji adıdır… Eski Ahid’de, Allah’ın kutsal ruhu, ıssız suların üstünde dönüp duran bir kartal’ın yavrusunun üzerinde ona dikkati olarak tasvir edilir. Fakat bu ruh, “rih-rüzgar, ruh” anlamlarında da; ve rüzgar, “yaşayan her şeyin annesi” vasfıyle Yunanlı Tanrıça “Nyx-Gece” ile de özleştirilmekte… “Rua-Uçurum”: Tahiti halkının inanışında sanatçı ve zanaatkârların tanrısıdır… Yunan mitolojisinde NYMPHALAR: Genel olarak su kenarlarında yaşayan ve serkeş tabiatlarıyla kavga çıkaran dişi karakterli, “tabiatın dişi esprileri” şarkıcılar… “Espri-mekr-komik-ruhî”… Ben TELEGRAM başındakine NİMPA diyorum; malûm… Hakas lehçesi, Güney Sibirya Türkleri’nin… Hakasça, Nime: “Ne?, Kim?”… Hakasça, Ap: Susma oyunu… Yine, Ap: Susma oyunu, susmak… Ve, Ap: Hipnoz. Büyü, büyücülük… “Sihir, büyü, efsun”, iyi ve kötü mecaz anlamlarıyla “teshir-etkileme, feth”e de kullanılır; bu ayrı mesele… NİMPA karşısında NİM-ABA’da ben…Hakasça “Ab-Ortak av” demek; yazımın karışmasının sebebi, yaptığı iş gereği NİMPA’dan, bu bakımdan dikkat… “Ortak av”, ben oluyorum, bundan dolayı kelimeden kaçınacağımı sanarak, beden rahatsızlığı ve kafa karışıklığı veriyor; Ben de Üstadım’dan bir mısra ile karşılık veriyorum… Hani, “Avcı yenik şikâre”; yâni ava… Kelimenin, yâni “Pa”nın bu tersten okunuşu, hoş beni de “avcı” yapıyor ama, ben asıl NİM-ABA üzerindeyim: Yarım Aba… Yâni Mehdi’nin üzerindeki iki aba’dan biri… Aba,  Hakas dilinde “Baba” da demek… Baba, ata, taî, daî… Nim, “yarım, çeyrek”… Hollanda dilinden, KWART-Çeyrek: 706: FİKİR Kahramanı… ŞİMDİ: Şekil veren, ama kendi şekil olmayan HEBA, iyi ve kötü, maddî ve manevî bütün şekil ve suretlerin kabul edicisi “boşluk” maddesidir… Rit: Mizanî vezin ve ahenk. Sadalar uyumu musikî… İspanyolca, Rito: Dini ayin, ayin, merasim. Dini alışkanlıklar… RİT: 610: MİŞAR-Onlu. Onluk. Onda bir. (On: Nokta. Sıfır. Zirve)… BERGSON’un musiki misâli: Müzik, unsurların verimi olmak şöyle dursun, bu unsurlardan bağımsızdır. Bir melodi sadalardan meydana gelmiştir, ama başka bir tona taşısak da onu aynen tanırız; bütünü bakımından böyle bir vahdete maliktir… Musikinin kaynağı hakkında bir denklik fikri: İspanyolca “Cantar-Şarkı söylemek, tabiatta canlıların sesleri, cansızların çıkardığı ses, bir sırrı açığa vurmak, ahenkli ses çıkarmak, fettan, gammazlık, pis koku”… İngilizce, Center: Centre. Merkez. Orta. Bir merkezde toplanmak… İspanyolca, Cantara: Büyük testi. “beden”… KAOS’un kaynağına kadar böyle indikten sonra, sanat anlayışımız: “Güzel, aldatıcı da olabilir; doğrunun olmadığı yerde güzel de yoktur!”… ÇENG’in tefessüh ve çöküş dönemimizde “köçeklik” ve “dansözlüğe”, işret meclislerine dönüşümü böyle. Neyi anlattığımızı ve neyi kastedmediğimiz hususu da açıklanmış oldu! NİMPA ve NİM-ABA karşılaşması da… Bir not: “Rua-Uçurum”. Üstadım, “uçmak” fiilini tersiyle de gösteren bu kelimeye bayıldığını söyler…. Diğer bir not: Hacegân silsilesi büyüklerinden Cafer-i Sadık Hazretleri, “nefsi için nefsiyle uğraşan keramete, Allah için uğraşan da O’na erişir!” buyuruyor ve ekliyor: “Birinci düşük kısma bâtıl yolun bazı kerameti andıran istidrac nevinden zuhurları da girebilir!”… NİMPA, pek sevindi ve yazmam için ısrarcı: “Yerli bir halk mitolojisinde, 12 başlı bir yılan şeklindeki Şeytanî ruh, Şamanların koruyucusu imiş!”
 

ATAÎ AHMED-ATA AHMED

 
EVLİYALAR Ansiklopedisi’nden: ATAULLAH (Ataî Ahmed) Efendi, Osmanlılar zamanında Anadolu’da yetişen âlimlerden ve evliyadan. Sultan İkinci Selim Han’ın hocasıdır. İsmi Ahmed, lâkabı Atâullah, ünvanı Molla ve Hace’dir. Molla Ataullah veya Ataî Ahmed Efendi diye tanınır. Doğum tarihi belli değildir. İzmir’e bağlı ödenmiş kazasının Birgi kasabasındandır. 1571 senesinde İstanbul’da vefat etti. Kabri Ebu-l Vefa Camii’nin bahçesindedir.

*

AHMED-İ Daî: Divan şâiri ve 14. yüzyılda Bursa’da, Germiyan Beyliği bölgesinde yetişmiş… Meşhur ÇENGNÂME isimli eserini –ki en ünlüsü– emir Süleyman’a sunmuş… DAÎ, “Taî” de olabilir diye düşündüm ve hem da-î, olmazsa Taî diye, neticede ATA Ahmed isimli Veli’ye rastladım… ATA “Taî” veya “Daî” olabilir mi? Nedense divan şâiri Ahmed-i Daî’ye velilik yakıştırmıştım; İsmail Uysal, Kütübhane’den Ataî Ahmed ismini bulunca, ATA Ahmed isimli “33-Veliler Ordusu”nda geçenle bir ilgisinin olmadığını, ama ATA’nın “Ataî” ve herhalde “Taî” olabileceğini gördüm. Onunla ilgilenmemin sebebi, ÇENGNÂME etrafında dönerken, Sümer mitolojisindeki Tanrı DUMUZÎ Abzu’nun “Boşluğun Temmuzu” anlamına gelen ve “bitki, aşk ve bereket”i  temsil eden karakteriydi… (Dumuzi: Dü-müzi… Dü: İki… Dumuzi: İki müz)… AHMED Ata Hazretleri, “Daî Hazretleri?”, Sümer Mitolojisinde “Temmuz’un boşluğu-Temmuz Hebası”nı Te-Daî eden bir keramet sahibi: Şeyhi Zengî Ata, kendi tâbiriyle Seyyidlik ilim ve gururunu kırdıktan sonra ona el veriyor, yolu açıyor. O kadar büyüyüp yükseliyor ki, topraktan iyi mahsül alamadığını söyleyen bir köylüyü dinledikten sonra, toprağa “İyi ve bol mahsul ver!” diyor ve nice seneler o toprak kurak geçen mevsimde bile bol mahsüllü… (Ze-Je-Çe… Zengî Ata: Çengî Ata… Hay: Hayat.  Terzi. Yılan… Hayya: “Haydi gel!” anlamında… İngilizce, Hay: Kuru ot. Otu biçmek. Saman. “Zenginlik”… Hakas dilinde, Piçen: Temmuz. Kuru ot. “Yengeç, seretan, bu Burc’un yıldızı da Ay”… Pıs: Ot biçmek. Pazarğa… Pıs: Kedi… Kay’: Kedi… Kay: İstifrağ, kusma. Zuhur.)
 

OK
(İKİ ZİRVE ARASINDA)

           
LEVHA: 12 Kasım 1997… Okul gibi –ama değil– yeni bitmiş bir binada, uykudan kalkmış, dışarıya çıkmaya niyetleniyorum… Binada sanki benden başka  kimse yok… Bahçe çok yüksek tel örgülerle çevrili… Nasılsa bahçeye çıkıyorum… Ve oradan da tel örgü dışına… Orası sanki Park ve zemin beton… Kanepelerin birinde ZENCİ gibi çok esmer, yaşlı bir kadın… 50-55 yaşlarında DELİ bir adam, şöyle bir bana baktıktan sonra, elindeki YAY ile havaya OK atıyor… Biraz yükseldikten sonra yere düşen ok… TEKRAR… Oku yaya taktığında, okun ucundaki ÇİVİ dikkatimi çekiyor… Sonra, o adam veya bir başkasıyla eski bir şarkıyı söylüyoruz… Ama kelimeleri tersten başa… Sonra… Oturduğumuz kanepede ok atan adamın hâline, Harun Yüksel ile gülüyoruz… Neredeyse ağlayacağım… Esmer kadın ise, adamın hâlini mazur gösterici lâflar ediyor!

*

MEKTEB-Okul. İlim ve yazı bilinen: 462: SEBT-Adem Aleyhisselâm’ın “İnsanî Hakikatin Perdeleri”nde Kırmızı olan gaybının günü Cumartesi. Boyun vurmak, kesmek, bi-ser. Hayrette kalmak. Çok zeki, dahiye… BİNA: DÜNYA, kâinat… BÜRUC-Kur’ân’da bir sûre. Bu kelime, aslında “aşikâr olan” şey anlamına gelir. Allah Sevgilisi’nin nefsi olan Levh-i Mahfuz, bu sûrede geçer ve yaradılışa âit “İlk Akıl-Kalem” mertebesine nisbetle, onunla varlığa çıkan, dişildir. Her Peygamber bu asılndan ve Adem Aleyhisselâm ilk yaratılan İnsan ve Halife. Büruc, her bakanın gözüne çarpacak şekilde zâhir olan “köşk-bina” mânâsında da kullanılmıştır. Bunlara teşbihen veya “zuhur” mânâsıyla semadaki bir kısım yıldız veya bazı yıldızların toplamlarından meydana gelen şekillere ve farazî suretlere de “Burç” denilmiştir. Bilindiği üzere, bazı “felekiyatçılar-yıldız âlimleri-astronomi bilginleri”, muayyen bazı suretlere benzeterek her mevsim ve ayda göründükleri şekillere göre isimlendirilmişlerdir. Burçların 6 tanesi Kuzey, altısı Güney kutbundadır; hadd-i zâtlarına mıntıka-ül burüc ismi verilmiştir. Burçların isimleri: Hamel, Sevr, Cevzâ, Seretân, Esed, Sünbüle, Mizan, Akreb, Kavs, Cedî, Delv ve Hut’tur. (Mıntıkat-ül Büruc-Burçlar mıntıkası: 840: Ruham-Mermer. İki deniz. Abdülhakîm Koltuğu. Hikemiyat… Hammar-Mürşid. Klavuz: 840: Mezk-Tadmak. Zevk. Kusto): 211: İrade-İstek, arzu. Dilemek.  Ferman. Bir şeyi yapıp yapmamaya yeten güç… HATARAT-Tehlikeler. Kalbe birden gelen menfi, nefyi gereken fikirler: 211: MUSAF-Ceng, harb… BAJAR-Kürtçe “Pazar yeri” demek. (Altı yol ve Pazar yeri anlamına gelen “Sabat” kelimesi; ve Pazar yerinde Şah-ı Nakşibend’le kucağındaki çocuğu hatırla!): 211: MU’CİZNÜMA-Mu’cize gösteren.

*

KÜNA-Etrafı çitle kuşatılmış bahçe. Kâinat. Âlem: 71: MERASİM-Dinî azab. Âdet, örf ve kanun. Merasim. Usul. Görenek. Ziynet, süs. “Öyle bir şey”. Rit… ŞEARİR-Her yöne dağılmak: 771: MÜZİLL-Zelil kılıcı… RİAS-Taç. “Taht. Kürsî. Hükümdar”: 771: MÜS’TABİR-Rüyâ tâbir ettiren… MORO Destanı-(Moro, İspanyolca’da Mağrib, Filipinler’de İspanyolca istilâsı ve bölge adı olarak maşrık; Doğu ve Batı… “Tılaî On İranî-Mehdi’ye hamil on suvariyi” hatırla… İranî-Farisî. Süvari: 272: İki Kutvanî Aba): 771: İSTİŞHAD-Birisinin şahidliğini isteyen. Değerli eserlerden delil getirmek. Şehîd olmak.

*

OK: 106= 1105: AL-İ Aba. “Ehl-i Beyt”… ADİL-Adalet eden. Mizân. Terazi Burcu: 105: MİDHAK-Mülkün iskeleti… TÎR-Ok. Kirpik. (Ermeni mitolojisinde “Tîr”, kehanet, akıl ve yazı-nesre tanrıçasının adı): 610: TA’LİK-Geciktirmek. Tehir etmek. Bir zamana bırakmak. Muallak kılmak. Tefsir. Yorum… RİT-Amije: (Amije-Karışma, karışık. Şâir: 63: Nabi-Haber veren. Haberci… Bina-Gören. Görücü. Göz. İdrak: 63: Muhavvet-Etrafı surla çevrilmiş yer… Aglal-Boyna geçirilen zincirler. Kelepçeler: 63: Bilâl-Siyah ve beyaz olmak. “Ezanı ilk defa okuyan Sahabî Bilâl-i Habeşî Hazretleri hatırda!”… Cevn-Beyaz. Kara: 59: Mehdî): 673: RÜYA Tabir etmek… TİRENDAZ-Okçu. Ok atan: 673: MEHDÎ Derviş Muhammed… BERAAT-Haşmet. Metanet. İlim ve şecaatle, güzel vasıflarda emsalinden üstünlük: 673: TECRİS-Sağlam fikirli etmek… SALİH İzzet Erdiş: 1674: MEDHAL-Mukaddeme. Önsöz. Takdim. Dahil olacak yer… KAHZ-Ok atmak. Sıçramak. Yarmak: 115: MÜLHEM-Kalbe doğmuş… KIYAD-Çekmek. Kıyadet, kumandanlık: 115: İLLİYE-En şerefli, yüksek.

*

NEBL-Ok. Okçu: 82: NECL-Kuşak. Kemer. Neseb. Nisbet. Soyu temiz. Çocuk. Ayak ucuyla vurmak. İstihraç etmek, meydana çıkarmak. “İstihare”… Hacegân silsilesi büyüklerinden, HACE Ubeydullah Ahrar Hazretleri: Zâhir ilimlerinin özü, “tefsir, fıkıh ve hadîs”tir… Tasavvuf’un özü ise “Vücud” bahsi. Derler ki bütün tecelli mertebelerinde Vücud birdir ve o vücud kendi “ilmî suretleri” ile zâhire çıkmıştır. Bu gayet nazik ve dakiktir; buna hayâl ve akıl ile girişmek küfürdür. O hâlde Hacegân bağlılarına düşen vazife, bütün akıl keşmekeşlerini bir tarafa bırakmak, bâtın tasfiye ve tezkiyesine çalışmaktır. Bâtın nuranileşip ruh aynası safa kazanınca hakikat ona tecelli eder. O zaman Vücud hakikatinin ne olduğu anlaşılır ve bu kelâm kalıblarına dökülemez… (Ve bir şiir okudu): “Ey okunu ve yayını hazırlamış, avını gözleyen! / Sen uzaklarda ara dur, şikâr senin içinde… / Ben sana senden yakınım dedi Hak, bilemedim! / Senin uzaklık sandığın, akıl ve idrakindedir!”… TILAÎ ON İRANÎ-Mehdi’yi hamil on süvarî: 392: İKSAR-Fazlalaştırma… İRKAS-Raksetme, raksettirme. (Üstadım’dan: Zamanın raksı ne bir yuvarlakta!): 392: İNFİSAR-İnkişaf etme, inkişaf ettirme... Düzine-Oniki parçadan ibaret. (On: Sıfır… 0+2= 12): 82: BUUC-Karında olan yaralar. (Bel: İki dağ arasındaki çukur, kavis, yay, gümüş, Mesih, el yürütmek… Kelm: Yara, yaralı. Kelime… Üstadım’dan: “Kelimeyi boğardım verselerdi elime!”… Bir ve ikinin, sıfıra katılması: Abdülhakîm Arvasî Hazretleri’ne… Üçışık’ın birincisi Seyyid Taha Hazeretleri: O, Seyyid Fehim Hazretleri, Abdülhakîm Arvasî Hazretleri, “Necib Fazıl Kısakürek-Salih Mirzabeyoğlu: 1868= 869: Mektubat”… Beşin ilki buradan bakarsan Seyyid Taha Hazretleri. Beş , “0” işaretiyle yazılıyor. Neticede beşli bir terkibte, merkez Abdülhakîm Arvasî Hazretleri’dir!)… NABİL-Ok yapan. Üstad: 83= 1082: MEHDÎ Salih Mirzabeyoğlu… (NOTLAR… Yengeç-“Yengeç Burcu, yıldızı Ay, vücutta tesir yeri Bel ve Göğüs”: 83: İksa-Bilgilendirme… Fecc-Tarîki vasi: 83: Bayi’-“Şehîd Seyyid Taha Arvasî”… Peygame-Kapı içinde pencere. Delik. “Abdülhakîm Arvasî”: 82: İf-Vakit)

*

BE: İki zirve arasındaki kavis. Yay. (Vahdet-i Vücud, Vahdet-i Şuhud)… RAHMAN Suresi, 19 ve 20. ayetler: 3166: KAVS-Kavis. Yay… ABDÜLHAKÎM Koltuğu: İngilizce’de Koltuk, “Kollu, kolların konulduğu sandalye” demek ve kollar “Arm-Armî”, onlarda ordu, bizde yılan-hayat… Günlük hayatta da, “kol kanat germek” gibi tâbirler; kol, kanat… Hakas Lugatı’nda, KANAT: İp, urgan, halat… KUT: Sibirya Yakut-Hakas halkının “Mit ilmi”nde, canlı ve cansız varlıkların özünü oluşturduğuna inanılan ruh… ABDÜLHAKÎM Koltuğu: 732: KARTAL… Kuş: Hayat, can, diri… Allah Sevgilisi’nin şahsında, “Vahdet-i vücut” ve “Vahdet-i Şuhud” birliği… ABDÜLHAKÎM Koltuğu’nun, “İki Kutvanî Aba” hâlinde B.D KAFTANI ve kanatlarının “Vahdet-i Vücut” ve “Vahdet-i Şuhud”a bir “anahtar-dil” olduğunu göreceğiz; önümüzdeki sayıda, Allah kısmet ederse… O, Allah hedefine ulaşma amacında bir OK’tur!


Baran Dergisi 372. Sayı