LEVHA: 19 Eylül 1989… Öksürür gibi balgam çıkarıyorum… Balgamın içinde bakır tel zımbalar çıkıyor!
*
MÜRG-Sümük. Tükürük. Dışarı atılan. İleri atılan. “İstikbâl”. Salya: 240: MERG-Çayır. Sebze. Yeşillik. Rüya. “Allah aşkı için geçen sır; karanlık gece”… MÜRG-Kuş. Haber. Ölüm. Akl, boğazlanan: 240: KKM-Kaptan Kusto Müslüman. (İdrak edilen, idraka vasıta ve sindirilen)… KKM: 240: EMR-İş buyurma. Buyrulan şey. Madde, husus, hâdise… KİTMAN-Sır saklama, sır gizleme. Zâhir olmanın zıddı. (İngilizce, Fon: Çok seven… İngilizce, Fun: Sermaye, birikim, birikim mekânı… Gram: Çeşitli lisânlardan mânâlarıyla, “yeşillik, akl, dil, birim ağırlık, yakınlık, ekme”… Mekân, lûgatta: Hudus. Yer. Mahal. Kuvvet, kudret, güç… Bu son mânâ, maddenin mekân ve mekânın maddeyi belli etmesi gibi, boşluğu dolduran, boş onunla var HEBA maddesini, Mekan’ın HEBAÎ niteliğini gösteriyor; şekil ve suret alan, şekil ve suret verirken, kendisi o şekil olmayan… Maddî ve mânevî şekil ve suret yanında, bütün unsurların kendisinden yapıldığı ESİR de Hebaî… Gramme: Karme-Yunan mitolojisinde dişi tanrıça. Onun yaradılışla bu ilgisi, aslında tabiat ve Levh-i Mahfuz’a bağlılığıdır da, Hinduizm’de “insan davranışlarının tenasühte, yâni bir sonraki hayata gelişte onun kaderini belirleyeceği” düşüncesi de aynı kökten tahrif… Mekân, “kevn” kökünden bir kelime: Yoktan var olmak, yeniden yaratılmak, varlık, vücut; zamanın “bir varlık-bir yokluk” temposunda, eşyanın her ân var ve her ân yok oluşu ile, “tenasüh-reenkarnasyon” arasındaki yeniden yaratılmayı birbirine karıştırmamak lâzım… Gram: Kıram… Kıram, Rusça Kran: Musluk… Musluk, bir merkezden dağılan suyun kanat uçları… Mesele bilmek ve konuşmak, tıpkı “her şeyde parçaların toplamında fazla bir şey vardır!” hakikati gibi, bize Lûgatların Lûgat mânâsına bağlı kalarak, Lisânın hikmet ve hakikati derinliğinde “birliğe doğru oluşu”nu değerlendirmede “oynama-yapma, faaliyet, aksiyon, icâd” imkânı sağlıyor… Nitekim HEBA, bütün Hebaî nitelemeler içinde, zıdlar ve parça ile hisselerin, kendisi onlar olmadan onlara olma imkânı veren, kuvvet ve kudrettir; bu hüküm, üzerinde durduğumuz mevzuda okuduğunuz şekilde… Fon, “arka plân” nitelemesinde “ikinci derecede” gibi anlaşılırken, Gramafon âleti isminden de misâl edinilebileceği açık, “Gramme-Saklı ses”i kabul eden, yâni varlık alıcısı bir gizli malûm oldu!): 571: ALLAH Sevgilisi’nin doğumu… AŞR-On sayısı. Nokta. Sıfır. On adetten birini alma. (1’den 9’a kadar her sayı bir vahıdtir; her vahid bir On’da birdir!): 570: SİSTEM… TEKAMMÜL-Bitlenme. Bitli olma. Zirve olma: 570: ŞİİR-(Üstadım’dan, “Sana söylüyorum kızım, sen anla gelinim!” hesabı, aslı bana Yevmiye: Efendi Hazretleri karşısında “işte harika meydana geldi!” gibi bir hâle girdim. Bunları anlamak için şiir idrakı lâzım, o da sizde var!)… EMR-İ KİTMAN-Sır saklayan emir. “KKM”: 1811= 812: ŞAH-I NAKŞİBEND… HABÎR-Haberli. Haberci. Alim. “Kulunu imtihan edici” anlamında Allah’ın 99 güzel isminden biri. (Habir: Taze ve yeni şey): 812: TELEGRAMMA-Rusça, Telegraf, Telegram… Rusça, TİL: Dil organı. Lisân. “Gusto”… Rusça, GRAMOTA: Belge. Delil. Diploma. İcazet.
*
AHLAT-I ERBAA: Çok karıştırılabilir, karıştırılmağa elverişli bulunan. İnsan vücudunda farzolunan –gerekli– dört unsur. (Ahlet: Saçı dökülmüş kişi… Sal’-Saçı dökülmüş kişi: 190: Etrafı sınırlanmış, çevrelenmiş. Hadd-i zât… Nefs-Can, kişi, öz varlık. Hayat, asıl. Maya, hamiyet. Göz. Kabul edici ruhî. Nesebi belirsiz, nisbeti karışık. “Bulut”: 190: Asal-Bağırsak. Bel. Temel… Muaf-İstisna edilmiş. Serbest, hür. Affolunmuş. Gayri iradî, tam teslim: 190: Muammen-Sarıklı olan. Sarmaşık. Nurbat. Nesebi belirsiz. “Taşla örülen kuyu; vavî, hamd, şükür, tırmanan”… Itfak-Gayesine eriştirme: 190: Manzar-Bakılan yer. “Manzur-u Nazar-ı Piran-ı Kiram”… Munzar-Tehir edilmiş. Tehir-i Takdim: 190: Selk-Bir yerden haber getirmek. Şekil ve suret. Kürsî. Sert söylemek… Yevmiye: “Efendi Hazretleri, tenezzülsüz, öyle hatır matır bakmaz, tarikte nasibi olmayana bunu doğrudan yüzüne söylerdi!”… Rüyâ’de gelen mânâ; Üstadım, ayakları hafif açık ayakta dikilmiş, tebessümle bana bakıyor… Mukîm-Ayakta duran. Bir işde devamlı olan. Okuyan: 190: Süleyman-“Horoz” anlamına gelen “Ebu Süleyman” hatırda... ERBAA-Dört. Varlık sayısı. Allah’ın Yaratıcılığı, kulla ilgisi sadece lütuf olan “İlk akıl, Levh-i mahfuz, Tabiat” ve dördüncü –çeyrek– HEBA mertebesi hatırlanmalıdır: 278: ARVASÎ… MURAHHİL-Bir yerden bir yere göçüren: 278: HİCRİ’-Uzun boylu “başı kesik-tam teslim” adam. Köpek, tazı… Köpek, içgüdü ve sezgi, bunların aklın öncüsü olması ve kökünün kalbte bulunması, iz süren, çevreyi iyi bilen, haber eden ve araştırmada öncülüğü ile, insanda zekâyı temsil eden bu vasıfların toplamıdır; kemer, –bel– bölgesinde… Taz, bir yazılışla “koşma, koşuş”, diğer yazılışla “durma, duruş, konak, hareketsizlik içinde hareket”tir. Kamer menzilleri –konakları– malûm)… TAZİ-Arablar. (Irk ve millet vasıflarından bahsedebilmek, en azından iki cinsten başlar; demek ki tek olunca bundan bahsin yeri yok... İnsanın türeyişi boyunca ırk ve milletlerden bahsediliyor ki, neticede bunlar belirli zamanlarda kendini empoze eden, asıldan türeme ve türemekte olan suretler şeklinde, tıpkı sınıflar gibi izâfi bedahatlerdir… Bu şekilde ele alındığı zaman, Âdem Aleyhisselâm’dan Allah Sevgilisi’ne gelen yekpâre insan kuşağı içinde, Topyekün varlığın yüzü suyu hürmetine yaratıldığı Allah Sevgilisi, bu mânâsıyla Arab değil, Adem Aleyhisselâm’dan gelen soy olarak Arab’tır; buyuruyor ki, “Ben topyekün ümmetin Efendisiyim, Ali Arab’ın Efendisi’dir!”… İnsanlar, bir elden türeyen ve “Yoz” tâbir edilen parmaklar gibi, kavim ve topluluklara ayrılmışlardır; Allah, “Sizi, birbirinizi tanıyasınız diye kavimler hâlinde yarattık!” buyuruyor… Mesele, “Mutlak Fikrin Gerekliliği” davasına dayanınca, bütün Peygamberlerin BİR ve bunun da Allah Sevgilisi’nde toplu olması, neticeyi şuraya getirir: Kavimler arasında “jeni-öz” Arablardadır, ama bu öz de Peygamber kuşağında. Dolayısıyle bugünkü Arab da, ona ne kadar yakın? Keyfiyet ve millet olarak alınınca, kim o kuşağa ne nisbetle? Yâni, bir Arab da bu ölçüye yakın veya uzakta… Demek ki, tek başına bir kıymet ifâde eder değil… Bu meseleleri konuşanlar, başı sonu belli olmayan dehlizlerde dolaşma yerine, her şeyden önce bu lerin “doğrulanacak olan-doğrulanması gereken” peşin fikirle başladığının farkında olmalıdırlar ki, neticede iş belirttiğimiz gibi “Mutlak Fikrin Gerekliliği” davası şeklinde bir meseleye dayanır; topyekün Kâinat ve insan muhasebesini gerçekleştirmiş bir sistem davası… Konuş; buna nisbetle, nisbetin doğru olsun!): 418: NECİB Fazıl Kısakürek... Aynı ebcedle MUSA Mirzabeyoğlu… SEYYİD Abdülhakîm Arvasî… İşte, AYASOFYA’nın mânâsında birleşik SELÇUKLU-OSMANLI çatısı altında üç isim, sen kimsen kimsin; mensub olduğunu şu ve bu bakımda ara, iyice ara, sözkonusu nisbet içinde de “çağından mesul insan” olarak o yaşanmışlardan muhasebe ile hâlihazıra kat!.. AHLAT-I ERBAA-Kan, safra, salya, bunlardan başka “sevda” denilen dalaktan çıkma bir nevi ifrazat. (Sevda: Aşk, hırs, tama, istek, siyah): 1418= 419: HAYAT-Dirilik. Canlıklık. Yaşama. Sıhhat… İBTİDAÎ-Başlangıca âit, en önce olan: 419: MUATTIŞ-Susama. Susatan. (Gayn: Allah’ın “Bâtın” ismine işaret eden Ayn harfinden sonra gelen harf. Susama. Susuzluk… Gayn harfi, Allah’ın “Zâhir” ismine ve Heba mertebesinden sonra gelen “Küllî Cisim” mertebesine işaret eder; Kamer menzillerinden “Re’sul Cevza-Resen, kendi hareket eden”e)… TAHSİS-Meylettiren, rağbet ettiren: 418: BİTEVÎ-Vahdet. Yekpare, bütün. Sürekli, durmadan… MUHZAR-İnce belli. (Bel-Ökçe, ayak tabanı: 32: Bel-İki dağ arasındaki kavisli yer): 641: AHLAT… MİR’AT-Ayna. Ayine. Derin düşünce, suret. (Teraî-Aynaya bakma. Birin görme ve görüşme: 612: Derviş Muhammed… Teraî: Te-Raî… Ebcedi 400 olan Te harfi, Allah’ın “Kabid-Kısıcı, sıkıcı” ismine, Esir mertebesine ve Kamer menzillerinden “Kalb”e işaret eder… Raî: Gözcü. Vâli. Güvercin. Kürsî… Hıtab-Sözü aşikâre ve yüzüne söyleme: 612: Haby-Gizli kelâm… Bih-Menba, kaynak, temel, asıl, kök: 612: Meb’as-Yollanma, gönderilme… He harfi, ki en büyük ebcedi “Fikir Kahramanı”na tevafuk eder; Allah’ın “Bais-Elçi gönderen” ismine, Allah Sevgilisi’nin nefsi olan Levh-i Mahfuz’a ve Kamer menzillerinden “Butayn-Beden ve ona mahsus gizliye” işaret eder): 641: HAYAL… Aynı ebcedle HAYYAL-At terbiyecisi. Firaset. Fikirci yetiştiren.
*
TÜFL-Tükürük. Kir, pas. “Nefs, nefsin kabul ettiği - boğduğu, tecessüm eden, sindirilen”: 510: SÜNNET-Göbekle kasık arası. Atın bilek arkasındaki kıllar… TESEMMİ-Bir şahsa veya kabileye mensub olan: 510: MÜSTEHAB-Sevilmiş şey. Yapılması sevablı olan. (Kişi kavmini sevmekle kınanamaz!)… Hepsinin ebcedi bir: 620: Kureyşî-Türk-Kürt.
*
TÜFL: Tüfe-Lâm… TÜFE-Yırtıcı bir canavar. Karakulak, tazı, köpek, kurt. Örtülü kadın: 485: KAPTAN Gusto Müslüman… EBU Bekir Muhammed bin Ali. (Muhyiddin-i Arabî): 485: KAPTAN Mirzabeyoğlu… MÜTEKEBKİB-Kaftanına bürünmüş: 485: BFTC-Bolu F-Tipi Cezaevi’nin, baş harfleriyle kısaltılmışı. (Rüyâ’da gelen mânâ; bana Bolu Dağı kaftanın giydirilmesi… BD Kaftanı’nın)… LÂM harfi, Allah’ın her şeye “üstün gelen, zorlayan ve mecbur eden, galib” anlamındaki “Kahir” ismi ile ilgili… KURT(A)-Küpe. Tenbih: 309: KURT… Başka bir yazılış ve hesabla, KURT: 706: FİKİR Kahramanı… İSLÂM Tefekkürü, tenbihini, “Şeriat zahiri akıldır ve Tasavvuf bâtınî şeriattır!” ölçülendirilmesi çerçevesinde alır; akıl da, öncüsü içgüdüden, derunu kalbe ve beyne kadar, ruhî ve ruhta toplanan… HAŞ-Kalb: 309: DİHİŞ-Verme, veriş, bağışlama, hediye, ihsan… MESELE: Allah’ın lütuf ve ihsanı, Zâtî tecellisi yolundan olursa “ebediyen zuhura gelmeyecek meçhul”, isimlerinin tasarrufu şeklinde olursa “suretin kabul ettiği” yolundan meydana gelir. “Suret olmadan mânâlar ebediyyen zuhura gelmez!”… İnsanın bâtını, Allah’ın bilinmez Zâtî sıfatlarından “sureti” üzre; “Ben insanı kendi suretim üzere yarattım!” buyurulandan murad… Allah’ın sırf kendine mahsus lütuf kıldığı: Yaratma, Levh-i Mahfuz, Tabiat ve Heba mertebeleri, kul tarafından tanınan, ama ezelî ve ebedî meçhul. Bu yüzden, son tecridde “her şey öz olarak birdir, bu birlikte Allah karşısında yokluktan ibarettir!” denmiştir… Allah’ın KAHİR ismi önünde İnsan, Yaratan ve Yaratılan farkı, “zelil”… “Ezel-Evveli olmayan zaman” kelimesi, “zelil-horluk” kökünden… Ruha zaman, maddeye mekân izafesi… “Dehre sövmeyiniz, Dehr Allah’ındır!” ölçüsü, zaman ve bâtında sürenin Dehr’e ircaıdır; “insan, üzerinde bulunduğu işin zamanı içindedir!”, bunun müntehası Dehr ve bu mania bir tekâmül engeli değil, “Lâyabgıyan-Bulamamacasına arama” sırrının bilindiği mertebedir; insanın ebediyen, Allah’ın her ân bir şe’nde (İşde) olması ölçüsüne uygun, renkten renge değişeceği… ABDÜLHAKÎM Koltuğu-Hakîm, en başta “her şeyi yerli yerince eden” anlamında Allah’ın, sonra Sevgili Resulü’nün bir ismi: 732= 1731: ZEL harfinin ağızdan çıkan ses harflerinin toplamı… ZEL harfi, Allah’ın “Müzill-Zelil kılıcı” ismine, “Hayvanlar” mertebesine ve Kamer menzillerinden “Sa’du’l Suud-Derece almak” keyfiyetine işaret eder… Zelil kılmak-Yoldan çıkarmak; bu, şekil ve suretin yeni bir şekil ve surete “tahavvülü-değişimi” anlamına da gelir ki, Kamer menzili içindeki anlamı, bürünülmesi istenen olarak müsbettir… Müsbet ve menfî, insanın hür iradesiyle kazanılan; hem hürsün, hem ne yaparsan yaparsın, neticede Allah’ın dediğidir ki, SIR burada. Üstadım’ın, “Lûgatlarda sır diye bir kelime var ya!” dediği şey. Onu, “öyle bir şey var!” kadarıyla hepimiz tanıyoruz… BERZAH’ta her şeyin aslı esası, Hakk’ın Hak üzere kaimliği olarak, Allah ve Kul cihetiyle mevcut; nefsimizin Allah’ın emirleri dairesinde alabileceği, olabileceği, olduğu, olamadığı, doğru ve yanlışın bir VAHDET’te tekliğini gösteren… KEYFİYE: Keyf mânâsından. Bir şeyin aslı ve esası, içyüzü, nasıl olduğu ciheti ve hadd-i zâtı… EZEL: Zelil kökünden gelir. Kurt ile sırtlandan doğan enik… KURT ve SIRTLAN, ezelde, nefs sırrının (mechulünün), tam teslimiyeti ifâde eder kabul ediciliği vasfıdır; ısıran-tutan, kendileştiren-boğan, afiyette-sıhhatte ve cismanî heyeti asılda… Keyfiyet, maddenin zıddıdır, kemmiyetin zıddıdır; Yevmiye, “Kemmiyetlerin de bir keyfiyeti var, meselâ 1 sayısı bir keyfiyettir de!”… Bitki, hem maddeyi, hem de nefs sahibi hayvanı tanıyan bir perde; malûm hayvandan farkımız, hür iradî seçimle kemmiyet yönümüzü “doğru, iyi, güzel”e uydurmak… Birine bir şeye müdahale etmesi ve tasarrufa kalkmasına kızınca, “keyfimin kâhyası mısın?” deriz; keyf, “TABİAT, mizaç, istek, taleb, arzu, heves, gönül açıklığı, neş’e, sevinç, sürur, memnunluk, afiyet ve sıhhat” mânâlarında, KEYFE ise, “nasıl, nice?”… KAHYA: Yardımcı. İşleri idare eden… “Kâinat –dünya–, bir insan’ın takva ve tekâmüle ermesi şartlarında, aslı İslâm olarak iyi ve kötü zıdlıkları içinde, kötünün iyiye irca edilmesi için yaratılmıştır!”… Madde, nesne, aslıyla nefsin eşya düzeninin karşılığı akıl; yararlı yahud zarara sebeb kâhya… Ruhun eşya ve hâdiseler karşısında “nasıl” tavrına mukabil, akıl “niçin”lerle yaklaşır ve fikir meydana gelir; fikrin içine işlemiş işletici sıfat ahlâktır ki, kendisinden doğduğu fikri ileriye doğru zuhur ettirir. Ahlâk, KENDİNİ BİLDİKÇE Rabbi’ni bilendir… Ahlâkın hakikati İslâm’da: “Ben ahlâkî yücelikleri tamamlamak için yaratıldım!” buyuran ve bir teville “Allah’ın ahlâkıyla ahlâklandım!” yerine, “Ben Kur’ân ahlâkı ile ahlâklandım!” diyen Allah Sevgilisi’nde!
*
BİR NOT: “Burcun İsmi - Unsuru - Tabiatı - Yıldızı - Vücutta tesir yeri - Simya safhası”… TABİAT’ın, “Sıcak ve kuru, Kuru ve soğuk, Sıcak ve nemli, Soğuk ve nemli” diye işaretlendiğini biliyorsunuz; keza “harfler” mevzuunda da… Dikkat: Allah’ın HAYAT sıfatı suya işlemiştir, İLİM sıfatı da Hayat sıfatından… Her şey sudan meydana geldiğine göre, her şey canlı… TABİAT mertebesi ile HEBA’nın izdivacından, ilk madde olan ESİR doğdu; 4 unsurun yapıldığı bu mertebenin Kamer menzilinde karşılığı, “Kalb”… Allah’tan gelen herşey, ruhtur, nurdur; anlaşılıyor ki Kalb, ruhî yönüyle bu “doğru, iyi ve güzel”e, yahud her türlü kötülük ve eksikliklerin kaynağı “adem-yokluklar”a yönelecektir. Nefs, yokluktan çıkmış olmakla, bir anlamı “Allah’tan uzaklık” olan, tezkiye edilmesi ve nurlanması gereken bir zelildir. Kalbin o yöne veya bu yöne yönelmesi, sahibinin müsbet veya menfisi!
KURT ADAM
(ŞAMANLIK VE MİTOLOJİDE)
MESİH-Mesh olunmuş. Başka bir şekle, hayvan kılığına girmiş. Şuurunu kaybedecek hâle gelen. Sekr hâlinde, sarhoş ve akıl denetiminden azade, şuursuz. Güzelliği olmayan, bedi’ değil, haylulet cinsinden. (Haylulet, “kibir” gibi nefsin kötü yönü olduğu gibi, zelillikten doğan iyi ve kötüye yorulabilir “korku”, bedende bedene âit “cin-gizlilik” ve Kâinat’ın bütün unsurlarının temel dört unsurda topluluğunun insana hamledilmesi aslı ile “maddenin aslı” diye nitelenendir; bu şekilde, HEBAÎ bir suret ki, yine ruh ve ruhîye bağlanan!): 710: HAYLA’-Cin taifesinden bir nesne. Sırtlan, zelil. Korku. “Kurt, Köpek, Tilki” vesaire. (Hayil: Kısır, doğurmaz hayvan, canlı… Hayl: At. At sürüsü. Sahil. Zümre. Düşünmek, hıfzetmek… Hayl: Kuvvet. Havl. Davranış. Tahavvül, inkılâb, değişim. Bir hâlden bir hâle dönmek, geçmek, geçici. Sıçramak. Zirve, sıfır. Rücu etmek, geri dönmek, asla yönelmek. Mekr, hile, oyun, bilmece. Muhit. Sene, yıl)… CAZÛ-Büyücü. Cadı. (Büyü, çeşitli kültürlerde, Efendi Hazretleri’nin ölçüsü kendi kemâline nisbetle anlaşılsın, “bugün yapabileni kalmayan”dır… Tıpkı şamanlığın bugün turistlere gösteri bir kazanç kapısı hâline dönmesi gibi!): 710: ZİBH-Boğazlanan hayvan. (İster şerrin yöneldiği kişi, isterse büyü tekniği ile hazırlanan keyfiyeti “nefsi kabul etmiş” diye anlayın!)… HATARAT, menfi fikir yönünden kabul edib etmemenin bir NİSBET meselesi olduğuna dair: Veli, müridi karşısında yüzünü gayet çirkin bir surete döndürür, garib ve acîb, sonra tekrar eski hâline döner ve şöyle buyurur – “Bizde çirkin bir hâl görürsen, onu bırak da sen nisbetine sarıl!”… İMAM-I Azam Hazretleri, birgün riyazette, nefsinin köpek şeklinde belinden çıkıp orada bulunan yemek tabağına yöneldiğini görür, “artık senden kurtuldum!” buyurur. Ve gaibten bir nida duyar: “Onu içine al, biz seni onunla birlikte seviyoruz!”… Bir intiba olarak bu kadar yeter!
*
Şamanlık, mitoloji, çok tanrılı putperestlikte “Kurt Adam”: Sakson dilinde “Werewolf”, “Were: Kurt” ve “Wolf-Adam”mış… İngilizce’de Kurt Adam, “Wolf-Man”… AYTMATOV’un romanından iktibas ederek TELEGRAM’ın yontmak istediği adam tipinin, iradesi yok edilmiş bir “Mankurt” olduğu hakkında, TELEGRAM isimli kitabımızdan bir not: (Aytmatov’un kitabından kısaltılarak iktibas edilen bölümler, sadece TELEGRAM bahsinin tarihi seyri bakımından değil, İslâm yerine Şamanizm’i ikameye çalışan kesimlerin de ilhâm kaynağı olması bakımından önemlidir… Bizi benzetmeyi düşündükleri tip bakımından… Yahudî ökültizminin emrinde, nelerin nasıl karıştırılıp kime hizmet edildiğini anlayınız!)
*
TEDAÎ-Birbirini bir iş için davet etmek: 485: HETF-Bir şeyi gizlice hatırlatmak. Seslenmek. Fısıldamak… Alt başlığı “Zihin Kontrolü” olan TELEGRAM kitabımda, Yakut Şamanlığı’nın TELEGRAM’da işlenen mevzu ve yola ne kadar yakın olduğunu, TEDAÎ usulüyle göstermiştim… Burada da, tedaîden fazlasıyla: Seha’, “beyin zarı” demek; Yakut (Hakas) dilinde, bizde “kıymetli bir taş” demek olan Yakut, “saha” demek. YAKUT TÎL: Yakut dili, Yakut sahası… Seha’, “Beyin zarı”; Saha, “mekân”… Neticede YAKUT DİLİ: Beyin Zarı Dili, Telegram dili… YAKUT: Ya-Kut… “İsterseniz, veya” anlamındaki YAHUD: Ya-Hud… HUD: Büyüklük, hürmet edilen, sükun ve vakar sahibi anlamları ile, bu vasıftaki Peygamber’e verilen isim. Yahudilere de “Ya-Hudî” birleşiminde verilen isim. “Ya-Hudî” ve “Ya-Kutî” mânâları aynıdır. HUD Aleyhisselâm, Yemen diyarında AD kavmine gönderilmiştir ve kendisinde tecelli eden hikmet, EHADÎ; Allah’ın her şeyde ona mahsus Birlik tecellisi… HER milleti içine alarak istidatlarıyla ona mahsus görünmeyi isteyen İSLÂM karşısında, her millette ona mahsus kendi görünmeyi isteyen Komünizm, Nazizm, Faşizm ve “Yeni Dünya Düzeni” derdinde olanların kaynağına dair, bu not… Maddeye mekân ve ruha zaman izafesi: Telegram karşısında KKM. (Malik hikmeti)
*
İngilizce, “Wolfman-Kurt adam”; Wolfram, “Kurt başlı”… İngilizce, RAM: Kale kapılarını kırmakta kullanılan kütük, tokmak, toz seren… RAM: İtaat eden. Ulaşan, gayesine eren… Kütük, “tomruk, güzel ifâde, kut” anlamlarına geldiği gibi, “Kale-O dedi” şeklinde bir karşı dildir de… Kurt adam da, “Oyun eden, hile yapan, hud’a eden, mekreden, adam”… Bu notlardan sonra: KURT Adam, Dolunay zamanı “yarı kurt yarı insan” görünümlü bir canavara dönüşüp insanlara saldıran bir yaratık. Kurt’un, Orta Asya’da Türkleri Ergenekon’dan kurtaran ve bir türeyiş sembolü olduğu malûm. Asya ve Amerikan’ın eski çağlardaki medeniyetlerin, ilk tanrılarının “yarı insan-yarı kurt” şeklinde olduğu… Yunanca “İykanthrope-Vurucu kanaat” ve “hayvana dönüşme” anlamı, bunun Asya Şamanizm’i ve Cadı kültüyle ilişkili olduğu zannını veriyor… Bizde İKAN: İyi ve yakînen bilmek. Sağlam bir iş. “İykan”… Yunanca Thrope: Darbe, küt küt vurma… Benim ele alış tarzım, eski zamanlara âit kültür formlarını, ibtidaî veya modası geçmiş hammadde cinsinden değil, Adem Aleyhisselâm’dan Allah Sevgilisi’ne kadar baş ve son İslâm’ın, “İslâma muhatab anlayış”ına göre bir tutarlılıkta olmak üzere; İlk İnsan İlk Peygamberdi ve ilk dil ilk insanla vardı… Böyle bir “Kablî-Peşin fikir” ki, bu nisbete karşı olanlar da, hemen her işde bir “Kablî-Peşin fikir” ile başladıklarını, her tümevarımda hâdiseye yaklaşırken bir “Tümdengelim” bulunduğunu-böyle hareket ettiklerini farketmeyenlerdir. Mitoloji ve Şamanizm bahsinde de, antitezlerde yozlaşmış hakikatlerin asıllarını işaretle hâlihazırımıza katışımızda, buna dikkat… “Kurt adam” benzeri, Kuzey Amerika yerlilerinde “Ayı Adam”, “Kurt Adam”, “Tilki Adam” ritleri ve hikâyeleri… Osmanlı Lûgat’ında SEBENTA: Ayı. Kurt, çeri, “akıncı”… SERAB: Kurt. Ot. “Rüya, hayalî”… VAVÎ: Tilki. Zeki. Siyasî. Kalb. Gönül. Takva. Nur, ışık. Genç kadın, kabul edici nefs. Fare. Far. Fer, fer’i. Şubeler, dallar. “Parmaklar”… İngilizce, MİTT: El. Eli gizleyen ve parmakları açıkta bırakan eldiven… DEST: Kuvvet. Kudret. El. Tasallut, taşan, tag. Fayda. Yardım. Âlî makam. İkmal yapan… DEST: Dört bucaklı yastık ve elbise. Varlık sayısı Mehd ve sıfat. Karışık, hile… Parmakların yoz oluşuna nisbetle, boy ve kavim ayrışmalarının bir kökten türeme oluşunu düşününüz… Eski İskandinav dillerinde, savaşçıları belirten “Kurt kıyafeti” ve “Ayı postu”… Milattan Önce 5. yüzyılda Yunan Tarihçisi HEREDOT –ki, ismi “destan şairi” anlamında istakoz’dur–, SLAV çekirdeğinden olması muhtemel Nevrol halkından bahsederken, senenin belirli günlerinde kurda dönüştüklerinden dem vurmuş… UKRAYNA ve Belarus folklorunda kurt adam kültü yaygın olup, bu yaratıkların “kedi, köpek ve çalı” formuna girerek şekil değiştirdikleri inancı. (Hayvan kelimesinin, hayevan-canlı, hayat sahibi demek oluşunu hatırlayınız!)… BALTIK ve Slav milletleri, bu dönüşümün sihirli bir KEMER veya kurt postu giyilmesi ile gerçekleştiğine… KURT adamlar, kan emici VAMPİR tiplerden ayrı olarak, ölü değildir; Güneş ışığı ve Haç sembolünden etkilenmezler… KURT Adam şekline dönüş, ya “kudretli büyücülerin düşmanlarına saldırabilmek için kara büyü” yüzünden, yahud “büyücülerin masum insanlardan intikam almak amacıyla onları kara büyü ile kurt adama çevirmeleri”… BAZI büyü kitablarında, KEMER: “Kurt adam yapabilmek için çırılçıplak soyarak, vücuda yeni öldürülmüş hayvan yağı ile bazı bitkilerin karışımı sürülmesi, kemerin insan veya kurt derisinden yapılması”… Kurt adamların varlığına dair ilk resmi kayıt 1407 yılında İsviçre’nin Basel şehrinde tutulmuş; 1520-1630 seneleri arasında Avrupa’da 30 bin civarında Kurt adam vakası kayda geçmiş… İlk defa 1521 senesinde Poligny’de üç adam, aileleriyle birlikte “Kurt adam” olmakla suçlanıp yakılmış.
*
SERHAN-Kurt. Vahş, ıssız yer. (Serab: Kurt. Ser-ab, Kâinat yaratılmadan önce varlığı kabul edilen su. Ot, hayâl… İspanyolca Gramo: Yeşillik… Hudar: Karanlık gece. Hebaî. Kökü derin ot… Hudare: Deniz. İlim… Hudara: Allah için, Allah aşkına… Allah Kâinatı su ile kuşatmış ve ARŞ’ı da su üstüne istiva etmiştir; saltanatını. KÜRSÎ de, Arş’ın altında ve bitişik bir sema tabakası): 919: SÜBUTÎ-İsbatlı olan. Varlığı kesinlikle isbat edilene âit olan… SALİH İzzet Erdiş: 919: DEDEKTİF-Hafiye. Arayan, problemi çözen… GRAMOTA-Rusça, “Belge, diploma” demek: 668: ECZAHÂNE… GRAMOTA. (Grammota)-İstif birimi, istif vahidi: 668: İSLÂM-MOTA (İslâm istifi, vahid-i kıyas)… GRAMOTA-Yeşil ot: GRAM-Ota… OTA: 407: OTAĞ-Padişâh’ın seferde kurulan çadırı. Temel, esas. Tabiat… EL-KARİA. (Muarife olmuş, Kıyamet): 407: DABBET-Yürüyen mahlûk. Debelenen. (Kıyamet alâmetlerinden, –devrinden–dir)… TELE-GRAMOTA-(Tîl, Hakas Lûgatı’nda “dil” demek; Rusça’dan geçmiş… İngilizce’de, “uzak görüş, uzaktan görüntü, hikâye etmek” anlamlarında Tel, tele… Rüya’daki, “balgamın içindeki bakır teli” hatırla; Bakır madenin sembolü, “zühre, tarık” yıldızı - BOĞA Burcu ve TERAZÎ Burcunda, birinde sabit, diğerinde ise hareketli tür olarak bulunur!): 1084= 85: KÜNYE-KKM. (Bir kimsenin nereden ve kimden olduğunu bildiren ve hüviyeti yazılı kâğıt)… MİLAD-Doğum günüm. (Doğduğum gün, aynı zamanda “köpek” anlamında gelen “Tag-ı Sagir” yıldızıma büyü yapıldığı, malûm; rüyâda gelen mânâ… Sagir: Zelil, ezel, bedene, kalb): 85: BÜZÜ’-Doğmak, tulu’ etmek. (Mehdi’ye hamil 10 Süvariyi, Şeyh Büzürg namlı Seyyid Taha’dan sonra 5’li terkibi, hem ona hem Üstadımla bana, “Fikir Kahramanı” meselesine nisbet Üçışık Efendi Hazretleri’ni, Tehir-i Takdim mevzuu içinde düşününüz!)… Elbette TELEGRAM’ın “Fikir Kahramanı”na bir başka delil oluşunu da… Sanıyorum, “Sen kurt olmazsan seni parçalarlar!” buyuran Veli’nin, HEBAÎ’yi kasdı da anlaşılıyor!
Baran Dergisi 374. Sayı