Biz Anadolu’ya ne için geldik? Ortaasya’dan boylar hâlinde yola çıktık ve çarpışa çarpışa niçin burayı kendimize yurt edindik? Çünkü Anadolu coğrafyası otlaklarıyla hayvanlarımızı beslemeye ve ovalarıyla ektiğimizin karşılığını almaya uygun bereketli topraklardı. Bizim üstlendiğimiz bir misyon vardı ve bu misyonu gerçekleştirmek için bağımsız olmamız, bağımsız olmak için de kendi besinimizi kendimizin üretiyor olması şarttı. Bu sebeble birçok alternatif olmasına rağmen daha büyük bedeller ödemeyi de göze alan ecdadımız bu topraklarda karar kıldı.

Şimdi geldiğimiz noktadan baktığımızda, aynı topraklar üzerinde kurulu bulunan Türkiye Cumhuriyeti’nin,hâlihazırda, ziraata dayalı bir kalkınma modeli kurmak ve işletmek yerine, bütün ümidini dışarıdan gelmesi beklenen ve karşılığının ne olduğunu da bilemediğimiz yatırımlara bağlamış olması, buna karşılık dünyanın en verimli topraklarından birisi üzerinde olduğumuz hâlde temel tarım çıktısı olan samandan tutun da et ve süte kadar ithalatçı konumuna düşmüş olmamızın izah edilecek bir tarafı yoktur.
Bu vaziyet elbette yalnız bugünün meselesi değil; fakat bugünün kendisine has hususiyeti de zaten senelerdir göz ardı edilen yahut ettirilen meselelerin bir bir su üstüne çıkması değil mi? Mademki artık Türkiye’nin meseleleri saklanamayacak, gizlenemeyecek hâle gelmiştir, öyleyse bunlardan şikâyet etmek yerine bu meselelerle hesablaşmak gerekir.

Türkiye’de tarım üretiminin ve üreticinin sorunları, elbetteki yanlış politikaların birer neticesi olarak var. Dolayısıyla evvela ekonomiye bakış açısının değişmesi gerekir. Buna mukabil yine de müşahhaslaştırmak adına bu sorunları da kısaca bir sıralayalım.

Anadolu’da Tarım Üretiminin ve Üreticinin Başlıca Sorunları
Mülkiyet: Bugün dünyada tarım üretimi gerçekleştiren devletlerin tamamı tarım arazilerinin miras yoluyla bölünmesine karşı tedbir almış yahut alırken, Cumhuriyetin, kuruluşu esnasında ne olduğuna bile vâkıf olmaksızın kopyalayıp yapıştırmış olduğu “Medenî Kanun” dolayısıyla, tarım arazileri bölünmekte ve bu bölünme neticesinde ekonomik değerini yitiren araziler, ziraî üretiminden elde edilmesi planlanan verimin alınması önünde engel teşkil etmektedir. Birkaç yıl evvel tarım arazilerinin miras yoluyla bölünmesini engellemek adına çıkarılan kanun da iş işten geçtikten sonra çıkarılmıştır. Bununla beraber aynı zamanda bölük pörçük hâle gelmiş bulunan tarım arazilerinin yeniden nasıl birleştirilerek ekonomik hâle getirilebileceğine kafa yorulması gerekmektedir. Ayrıca döviz getirsin mantığıyla yabancıya arazi satışının önünün açılması, yerli tarım yatırımcısı için tarla maliyetini arttıran bir faktör olarak karşımıza çıkmaktadır.

Eğitim: İnsanî faaliyet şubeleri hakkındaki ilmî müfredatımız, baştan aşağı Batı müfredatının kopyasından ibaret ve bununla beraber kendi başına tez-tezler ortaya koymuş olması gereken akademisyenlerimizse, intihalci-kopyacı hırsızlar maalesef... Batıdan kopya edilen müfredattan doğan ezberci zihniyet ve bu zihniyetten türeyen intihalci akademisyen kadro hem tekâmüle mâni, hem de meselelerin hâl ve fasl edilmesi önünde yıkılmaz set olarak karşımıza dikiliyor. Batı’da görmediği usulü ve tekniği ne olduğu ve faydası hakkında üzerinde kafa patlatmaya lüzum görmeksizin peşinen reddeden, önüne çıkan meselelerde taklit ettiği müfredatta emsali bulunmayanlar için asla çözüm getiremeyen adamlar, ülkemizdeki yetiştiricileri yetiştirmek gibi müşkül bir görevle vazifelendirilmiş bulunuyorlar. Akademik kadro ve müfredattaki bu sıkıntılar giderilmeksizin, yalnız ziraat değil, diğer insanî faaliyet şubelerinin meselelerini çözüme kavuşturmak mümkün değildir.

Eğitimin ve fakültenin meselesi olması gereken toprak veriminin arttırılması, tohum ıslahı, ekim ve toplama teknikleri, ilaçlama ve bakım, araştırma ve geliştirme, kurutma ve saklama teknikleri gibi meseleler, sadece yüzünden öğretiliyor ve öğreniliyor.

Batılı devletler bu gibi meselelerden tamamen çekilmiş ve çözümü, işleri topyekûn sermaye hâkimiyetine terk etmekte bulmuştur. Sermaye daha fazla kârlılık için gerekli yatırımları yapmaktan çekinmiyor; fakat burada da şöyle bir mesele doğuyor, sermaye için esas olan kârlılık olduğundan, tarım gibi içtimâî faydaya nisbetle çalışması gereken bir sektörün sermaye inisiyatifine terk edilmesi, hiçbir sıkıntıya olmasa biletüketicinin sağlığına tehdit olarak geri dönebilme potansiyeli taşıyor. Bugün dünya çapında hastalığın sıradan, sağlıklı olmanın ise istisnaî bir durum olması bu vaziyetten kaynaklanıyor.

Hâsılı kelâm, tarım stratejik olduğu kadar nazik de bir faaliyet şubesidir ve dolayısıyla daha fazla kârlılıktan başka kıstası olmayan sermayenin inisiyatifine terk edilemez. Devletin tarım ile alâkalı eğitim bahsini çözüme kavuşturması ve en başta kendi tarım tarihini yeniden gözden geçirerek, cemiyetimizin besin kaynağı olan tarım mahsulleri üzerinde hassasiyetle durması son derece hayatîdir.

Göç:Türkiye’deki nüfusun yabancı şirketler tarafından ucuz iş gücü olarak görülmesi dolayısıyla güya senelerdir Türkiye’ye yatırım yapılıyor ve siyasî iktidarlar da bu yatırımları sanki Türkiye’nin sanayi devrimi gerçekleşiyormuş gibi sunmaktan haya etmiyorlar.

Batılı şirketlerin ürünleri ucuza monte edilsin, iş gücü maliyeti daha da ucuzlasın diye yabancıların da destek ve müdahaleleriyle köylümüz dolaylı yollarla da olsa şehre göç etmeye zorlandı. Cumhuriyetin ilk 50senesinde Anadolu’nun köylerine altyapı hizmeti ulaştırılmadı dense yeridir, terör bahane edilerek doğunun en verimli topraklarındaki köyler yakıldı, ahali göçe zorlandı ve Batı sofrasının artıkları “büyük nimet” sanıldı. Şehir hayatının yüksek maliyeti dolayısıyla kadının da iş hayatına girmek zorunda kalmasıyla beraber, hem iş gücü maliyetleri daha da ucuzladı, hem de millet olarak bizi biz yapan ve elimizde dinimize dâir kalan tek hususiyet, kültürümüz de böylelikle talan edilmiş oldu.

1990’lı yıllarda tavan yapan göç, tarım nüfusunu bitirirken, şehirleri de karışmış yün çilesi hâline getirdi. Bugün iktidarda olan Ak Parti her ne kadar şehirden köye göçü destekliyor görünse de bunun için gereken altyapının ve istihdamın sağlanması adına gerekli adımları bir bütün olarak atamaya muktedir olmadığı için, mevcut zihniyet içinde çözülmesi mümkün olmayan bir sorundur, göç meselesi.

Altyapı Yetersizlikleri: Ekim yapılan tarım arazilerinin bugün hâlen birçoğu su ve elektrik altyapısından mahrum vaziyette. Birçok tarlanın yakınından bile elektrik hattı geçmezken, başlatılmış onlarca projeye rağmen hâlen sulama sorunu da çözüme kavuşturulmuş değil.

Makineleşme:Türkiye, bugün hâlen kendi traktörünü, biçerdöverini ve bunların ekipmanlarını imâl etmekten uzak. En az savunma sanayisi kadar, yerli otomobil kadar yerli tarım vasıtaları imalatının da hızlı bir şekilde üretilmesi ve yabancı şirketlerle rekabet edebilir hâle gelmesi son derece önemli. İşin yine “eğitim”e bakan veçhesi dolayısıyla fazla uzatmayalım.

Tarım Politikalarındaki Belirsizlikler: Demokratik yollarla iktidara gelen siyasî partiler için köylü, sandığa atacağı oy kalabalığından ibaret. Hâl böyle olunca, beş senede bir seçim sath-ı mailinde köylüye çeşitli vaatler veriliyorsa da tutulanlar pek nadir. Türkiye gibimisyonu, üzerinde oturduğu toprak parçasına sığmayacak kadar büyük bir ülkenin, bugün uzun vadeli tarım politikaları ortaya koyamıyor oluşu, Türkiye’de demokrasiden doğan irade zafiyetinin başlı başına isbatıdır. Bugün biz yurt dışındaki yatırımcıdan para dileneceğimiz yerde niçin ziraate yönelmiyor ve buradan elde ettiğimiz tasarrufla da hakiki bir kalkınma programı başlatmıyoruz anlamak mümkün değil. Alın işte yerli ve millî tasarruf. Ama buna yönelik bir teşebbüs bile yok.

Bir de tutarsız ve dayanaksız, sırf popülizme hizmet eden devlet desteklerine de değinmek gerekiyor. İklimin el vermediği yerde seracılığa destek verilmesi yahut arkası takib edilmeyen canlı hayvan destekleri gibi.

Örgütlerin Zayıflığı:Bugün dünyada tarım ile gıda sanayisi birbirine entegre olmuş vaziyette. Türkiye’de örneğini “Torku” markası altında gördüğümüz gıda-sanayi entegrasyonu, tarım kooperatifi modeli, gerek çiftçinin finans, eğitim, tohum, makine, ekipman gibi gerekli ihtiyaçlarının karşılanması, gerekse tarladan toplanan mamulün işlenmesi yoluyla katma değerini arttırmaktadır. Bu entegrasyon gerçekleştirilmeksizin tarım planında global anlamda rekabet edebilir olmak mümkün değildir.

Yüksek Girdi Maliyetleri: Gübre, tohum, mazot, elektrik, su, makine ve ekipmanlarının maliyeti, köylünün mahsulden elde ettiği gelirle kıyaslanacak olursa son derece yüksek durumdadır. Bu bakımdan vergiler de indirime gitmek ve yerli üretim gerçekleştirilerek girdi fiyatlarının düşmesini sağlamak son derece ehemmiyetlidir. Tabiî bir de sırf Batı öyle yapıyor diye kendimizdeki şartların farklılığına bakmaksızın çıkartma kâğıdı nev’inden bu işlerin halledilmeyeceği de anlaşılmalıdır.

Hayvancılığı Etkileyen Faktörler Ve Hayvancılığın Temel Meseleleri
Her geçen sene Anadolu’nun verimli meraları tahrip edilmekte ve yok olmaktadır. Meralara ekim yapılması, aşırı ve erken otlatma meraların yok olmasına sebebiyet vermektedir.

Kar örtüsünün yerde uzun süre kalıyor olması mera hayvancılığını kısıtlamakta ve hayvanların uzun süreler boyunca ahır ve ağıllarda kalmasına, yem ile beslenmesine ve maliyetlerin yükselmesine sebeb olmaktadır. Tarım üretimi ile hayvancılık politikası siyasî irade tarafından bir bütün olarak ele alınmadığından, yem maliyetleri de yüksek olmaktadır.

Kümes hayvancılığı, yaşanan rekabetten dolayı artık üretim çılgınlığının yaşandığı, bir birim daha fazla üretim için hayvanların neredeyse mutasyona uğratıldığı bir sektöre dönüşmüştür. Elde edilen verim her ne kadar yüksekse de cemiyet sağlığını hiçe sayarak tehdit eden hiçbir girişimin müsbet netice vermeyeceği muhakkaktır.

Dünyada artık açık deniz balıkçılığına geçilmiş olmasına rağmen ülkemizde hâlen eski teknikler kullanılarak yapılmaya çalışılmaktadır. Bunun neticesinde hem denizlerdeki balık popülasyonundan istenildiği ölçüde verim alınamamakta, hem de balık neslinin çoğalmasına zarar verilmektedir. Bütün dünyanın tükettiği deniz mahsullerinin tek başına 8-10’luk dilimini üreten ve tüketen Japonya’nın kullandığı teknikler yakından incelenmeli ve gereken dönüşüm hızlı bir şekilde gerçekleştirilmelidir.
***
Kumandan Salih Mirzabeyoğlu’nun Ölüm Odası B-Yedi adlı eserinin 67. bölümünde ifâde ettiği gibi; “Abdülhamîd’in Türk ekonomisini mutlaka ziraî temele dayamak ve ondan sonra, birikecek bir sermaye gücüyle SINAÎ plânda gelişmek diye özleştirebileceğimiz İKTİSADÎ görüşü kurtarıcı çaptadır.” Ziraî kalkınmanın merkeze alınmadığı bir Türkiye’nin ekonomisini ayakta tutmak için sürekli yabancı yatırımcı peşinde koşması ve bu finansmanın bedeli olarak taviz vermesi ve üzerine düşen misyona zıt hareketler içine girerek bağımsızlığının pazarlık meselesi olması mukadderdir. Mademki yerli ve millî deniyor her fırsatta, buyurun kalkınmanın yerli ve millî imkânı.

Her zaman ifâde ettiğimiz gibi bütün fikir gerekli ve tarım da dâhil olmak üzere herşey kıymetini içinde bulunduğu bütünde, kendi üzerine düşen vazifeye göre buluyor. Türkiye’de ise işlerin her dönem yeniden seçim kazanmaya irca edilmesi ve tedbir diye makyaja başvurulması, bütünün gündeme gelmesine mani olduğu gibi parça meselelerin de kıymetinden düşmesine sebeb oluyor. Dolayısıyla tek başına ziraî bir kalkınmadan ziyade Türkiye’nin bir hedef belirlemesi ve bu hedefe göre tarım da dâhil bütün fonksiyonlarıyla beraber yeniden teşkilâtlanması olmazsa olmazdır.

Baran Dergisi 613. Sayı