Özel Haber

15 maddede, 7 Ekim'den bugüne Hamas ne kazandı?

Bugün Gazze'de yaşanan topyekûn yıkıma rağmen Hamas, terörist İsrail'in yenilmezlik mitini askeri ve siyasi olarak çökerten tarihi bir stratejik zafer kazanmıştır. Bu süreç, İsrail'i her cephede felç edici bir bedel ödemeye mahkûm ederken, Filistin davasını küresel denklemin merkezine kalıcı olarak yerleştirmiştir.

Abone Ol

1. Sürdürülen askeri direnç ve İsrail'e ağır kayıplar verdirilmesi

Hamas'ın en temel zaferi, teknolojik olarak üstün bir ordunun topyekûn imha saldırısına karşı askeri varlığını ve operasyonel kapasitesini korumayı başarmasıdır. Terörist İsrail'in birincil savaş hedefi Hamas'ı yok etmekti; bu hedefin engellenmesi Hamas için en temel askeri zaferdir. Bu direniş, İsrail'in askeri yenilmezlik mitosunu yerle bir etmiştir. Kassam Tugayları, savaş boyunca İsrail ordusuna ağır zayiat verdirmiş, kara harekâtının başından itibaren 825 İsrail askeri aracının imha edildiğini duyurmuştur. Belirli dönemlerde 10 günde 100 veya 48 saatte 24 askeri aracın imha edildiği bildirilmiştir. Merkava tanklarının "Yasin-105" gibi yerli üretim roketlerle vurulması ve komuta merkezlerinin imhası, direnişin niteliksel kapasitesini de göstermiştir. Savaşın başlangıcı olan "Aksa Tufanı" operasyonu, 1.400 İsraillinin ölümü ve yüzlerce esirle sonuçlanarak İsrail tarihinde eşi benzeri görülmemiş bir güvenlik hezimeti olmuştur. Hamas'ın askeri olarak yok edilemeyeceğini kanıtlaması, İsrail'i kendisiyle siyasi bir aktör olarak masaya oturmaya mecbur bırakmıştır.

2. Tarihi esir takası: Ahlaki ve stratejik bir zafer

Gerçekleştirilen esir takasları, Hamas adına muazzam bir ahlaki ve stratejik zafere işaret etmektedir. Takasların son derece asimetrik doğası, yani az sayıda İsrailli esire karşılık çok sayıda Filistinli esirin serbest bırakılması, Hamas'ın müzakere gücünü kanıtlamıştır. Bu asimetri, bir takas turunda 3 İsrailli esire karşılık 369 Filistinli esirin , bir diğerinde 10 İsrailli ve 5 Taylandlı rehineye karşılık 400 Filistinli mahkumun ve hatta 4 İsrailli esirin cenazesine karşılık 600'den fazla Filistinlinin serbest bırakılmasıyla defalarca kanıtlanmıştır. Toplamda binlerce Filistinli esir özgürlüğüne kavuşmuştur. Aralarında kadın ve çocukların da bulunduğu esirlerin kurtarılması, Hamas'ın Filistin halkının savunucusu olduğu imajını pekiştirmiştir. Anlaşmanın, serbest bırakılan esirlerin yeniden tutuklanmayacağına dair bir madde içermesi, İsrail'den koparılmış önemli bir tavizdir. Bu süreç, direnişin değerini ve gücünü ortaya koyan güçlü bir sembol haline gelmiş, Hamas'ın meşruiyetini ve halk desteğini artırmıştır.

3. Filistin davasının dünya çapında yeniden merkezileştirilmesi

Bu savaşın en önemli sonuçlarından biri, yıllardır süren diplomatik ihmali kırarak Filistin sorununu yeniden küresel gündemin merkezine taşımasıdır. Hamas'ın direnişi, bu ölümcül sessizliği kırmıştır. Savaş, Filistin davasıyla küresel bir dayanışma patlamasına yol açmış, Uluslararası Af Örgütü gibi kurumlar İsrail'i soykırımla suçlamıştır. Sorun artık bölgesel bir çatışma değil, Uluslararası Adalet Divanı'nda görülen davalarla kanıtlandığı üzere, acil müdahale gerektiren büyük bir uluslararası kriz olarak görülmektedir. Hamas, bu hamlesiyle İsrail-ABD'nin Filistin sorununu Arap devletleriyle anlaşarak baypas etme stratejisini fiilen iflas ettirmiş ve uluslararası toplumu işgal, kendi kaderini tayin hakkı gibi köken sorunlarla yeniden yüzleşmeye zorlamıştır.

4. Siyasi meşruiyetin ve vazgeçilmezliğin sağlamlaştırılması

Hamas, çatışma sürecinde diplomatik arenada ustaca manevralar yaparak, Filistin'in geleceğine dair herhangi bir senaryoda kendisinin vazgeçilmez bir aktör olduğu gerçeğini tescillemiştir. Bunun en somut örneği, Hamas'ın Gazze yönetiminin "Filistin ulusal mutabakatına dayalı, teknokratlardan oluşan bir kurula" devredilmesini kabul etmeye hazır olduğunu açıklamasıdır. Bu, Hamas'ın sadece askeri bir güç olmadığını, aynı zamanda siyasi bir vizyona sahip olduğunu gösteren zeki bir hamleydi. Arabulucular aracılığıyla ayrıntıları görüşmeye hazır olduğunu belirterek, barışa engel olan tarafın kendisi değil, İsrail olduğu mesajını vermiştir. Bu adım, Hamas'ın "devlet aklı" ile hareket ettiğini göstermekte ve uluslararası meşruiyet kazanırken direnişin nihai garantörü rolünü sürdürmeyi amaçlamaktadır.

5. Anlatı savaşını kazanmak ve yeni bir nesle iham vermek

Savaşın en kalıcı zaferlerinden biri, anlatı alanında kazanılmıştır. Çatışma, yeni bir Filistinli ve uluslararası destekçi neslini harekete geçirmiştir. Kamuoyu yoklamaları, özellikle gençler arasında çarpıcı bir zihniyet değişimini ortaya koymaktadır. İsrail'in en önemli müttefiki olan ABD'de Z kuşağının %60'ının İsrail'e karşı Hamas'ı desteklediği , genel gençlik desteğinin ise %30'un altına indiği görülmektedir. Küresel anlatı, İsrail'in eylemlerini soykırım ve apartheid olarak çerçevelemeye doğru kaymıştır. Bu, uzun vadeli stratejik bir zaferdir. Yıkılan binalar yeniden inşa edilebilir, ancak bütün bir neslin temel inançlarını değiştirmek, İsrail'in diplomatik ve siyasi destek mekanizmalarına kalıcı bir meydan okuma yaratır.

6. Yenilmezlik mitosunun parçalanması: Kesin bir güvenlik başarısızlığı

7 Ekim saldırısı ve ardından ordunun ilan ettiği hedeflere ulaşamaması, İsrail'in ulusal güvenlik doktrininin temelden çöküşünü simgelemektedir. İsrailli analistler, yaşananları "ülkenin güvenlik ve askeri imajının çöküşü" ve "İsrail tarihindeki en tehlikeli an" olarak tanımlamışlardır. Bu başarısızlık, on yıllardır İsrail güvenliğinin temel taşı olan "caydırıcılık" konseptinin ölümünü temsil etmektedir. İsrail'in güvenliği üç sütun üzerine inşa edilmişti: Önleyici istihbarat, cezalandırıcı hava gücü ve teknolojik "demir duvar". 7 Ekim'de bu üç sütun da aynı anda çökmüştür. Bu durum, İsrail toplumu içinde kalıcı bir güvensizlik yaratırken, düşmanlarını cesaretlendirmiştir.

7. Psikolojik çöküş: Toplumda ve orduda derinleşen travma

Savaş, İsrail toplumu ve ordusu üzerinde derin ve kalıcı bir psikolojik yara açmıştır. Artan asker kayıpları ve savaşın hedeflere ulaşamaması, toplumda "psikolojik mağlubiyet travmasını" derinleştirmiş, askerler arasında ise panik ve korkunun yayılmasına sebep olmuştur. Bu vaziyet ulusal dayanıklılığın temelden sarsılmasıdır. Aksa Tufanı operasyonunun yarattığı şok, İsrail devleti ve toplumu üzerinde öylesine bir psikolojik baskı oluşturmuştur ki, bu durum Tel Aviv'in "irrasyonel bir saldırganlık" stratejisi benimsemesine yol açmıştır. Bu psikolojik çöküşün en somut yansımaları orduda görülmektedir. Yedek askerlerin hizmeti reddetmesinin ardındaki en önemli sebeplerden biri, savaş sırasında maruz kaldıkları şoklar nedeniyle psikolojik dayanıklılıklarının zayıflamasıdır. İsrail için daha da endişe verici olanı, artan asker intiharlarıdır. IDF verilerine göre 2024'te 21, 2025'te ise en az 17 asker intihar etmiştir. Bu kriz o kadar ciddidir ki, İsrail ordusu, Travma Sonrası Stres Bozukluğu (TSSB) gibi tanılarla %30 ve üzeri ruh sağlığı engeli bulunan yedek askerleri ordudan terhis etmek için yeni bir politika başlatmak zorunda kalmıştır.

8. Parçalanmış toplum: Eşi görülmemiş iç bölünme ve askeri muhalefet

Savaş, İsrail toplumundaki derin kutuplaşmayı ve ordunun kendi içinde yaşanan eşi benzeri görülmemiş muhalefet krizini tetiklemiştir. Binlerce yedek askerin hizmeti reddetmesi, İsrail'in "halkın ordusu" modelinin temellerini sarsmaktadır. Bu durum, ordunun operasyonel planlarını ciddi şekilde tehlikeye atmış ve komutanlığı radikal kararlara zorlamıştır. Eski Başbakan Ehud Barak gibi önemli isimlerin de dahil olduğu 10.000'den fazla kişi, saldırıların durdurulması için imza kampanyalarına katılmıştır. Savaş karşıtı protestolar, Netanyahu hükümetini savaşı kendi siyasi çıkarları için uzatmakla suçlamaktadır. Bu kriz, savaş öncesi yargı reformu protestolarıyla başlayan ve ordu içinde derin çatlaklar yaratan sürecin bir devamıdır.

9. Netanyahu hükümetinin siyasi çöküşü

Savaş, İsrail'in zaten var olan siyasi istikrarsızlığını daha da kötüleştirmiş ve Netanyahu'nun siyasi kaderini muhtemelen mühürlemiştir. 7 Ekim'deki tarihi güvenlik fiyaskosunun sorumluluğu doğrudan Netanyahu'nun omuzlarına yüklenmektedir. Devam eden protestolarda istifası talep edilmektedir. Savaş, Netanyahu için içinden çıkılmaz bir siyasi paradoks yaratmıştır: Siyonist koalisyon ortaklarını tatmin etmek için "mutlak zafer" peşinde koşmak zorunda, ancak bu ulaşılamaz hedef İsrail'i ekonomik, askeri ve diplomatik olarak her gün daha da zayıflatmaktadır. Siyasi bekası, İsrail'i stratejik bir felakete sürükleyen savaşı sürdürmesine bağlıdır.

10. Uluslararası Adalet Divanı'nda soykırım yargılaması

İsrail'in Birleşmiş Milletler'in en yüksek mahkemesi olan Uluslararası Adalet Divanı'nda (UAD) soykırım suçlamasıyla yargılanıyor olması, ülke itibarına vurulmuş tarihi bir darbedir. Güney Afrika, İsrail'i 1948 tarihli Soykırım Sözleşmesi'ni ihlal etmekle suçlayarak UAD'de tarihi bir dava açmıştır. Divan, ilk incelemesinde soykırım riskinin "makul" olduğuna hükmederek, İsrail'e soykırım eylemlerini önlemesi yönünde hukuken bağlayıcı ihtiyati tedbir kararları almıştır. Bu, İsrail'in tarihinde ilk kez soykırım gibi ağır bir suçlamayla uluslararası bir mahkemede yargılandığı andır. Holokost'un ardından kurulan bir devletin soykırımla yargılanıyor olmasının ironisi, İsrail'in asla üzerinden atamayacağı güçlü ve yıkıcı bir anlatıdır.

11. Uluslararası Ceza Mahkemesi, savaş suçları ve tutuklama kararları

Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) Başsavcısı'nın, Netanyahu ve Savunma Bakanı Gallant hakkında savaş suçları ve insanlığa karşı suçlar temelinde yakalama kararı çıkarılması için başvuruda bulunması, İsrail'in hukuki izolasyonunu bir üst seviyeye taşımıştır. Mahkemenin yargı yetkisi, 2014'ten bu yana işgal altındaki tüm Filistin topraklarını kapsadığı için mevcut savaşı da doğal olarak içermektedir. Bu tutuklama kararları, hemen uygulanamasa bile, İsrailli liderleri fiilen uluslararası kaçaklara dönüştürmekte ve seyahat etme yeteneklerini ciddi şekilde kısıtlayarak devletin artan izolasyonunu kişisel olarak somutlaştırmaktadır.

12. Küresel BDS hareketinin yükselişi

Savaşın doğrudan bir sonucu olarak, İsrail'e karşı yürütülen Boykot, Tecrit ve Yaptırımlar (BDS) hareketi, küresel kamuoyundaki öfkeyi somut ekonomik, kültürel ve akademik baskıya dönüştürerek katlanarak büyümüştür. Savaş, BDS hareketine önemli bir ivme kazandırmıştır. Hareket, İsrail'e uluslararası hukuka uyması için ekonomik ve kültürel baskı uygulamayı amaçlamaktadır ve artan desteği, Batılı hükümetlere kendi halklarının değişen duyarlılıklarının sinyalini vermektedir. UAD'nin "makul" bir soykırım riski bulgusu, boykot eylemleri için güçlü bir ahlaki ve hukuki gerekçe sağlamaktadır.

13. Batı desteğinin erozyonu: Bir kuşak değişimi

İsrail'in diplomatik geleceği için en büyük krizlerden biri, ABD ve Avrupa'daki genç nesiller arasında İsrail'e verilen destekte yaşanan dramatik çöküştür. Veriler nettir: ABD'li gençler arasında İsrail'e destek %30'un altına düşmüştür. Bir anket, Z kuşağının %60'ının İsrail'e karşı Hamas'ı desteklediğini göstermiştir. Bu, geçici bir fikir değişikliği değil, temel bir yeniden hizalanmadır. İsrail, Batı'nın gelecek nesil liderlerini, seçmenlerini ve politika yapıcılarını kaybetmektedir. Bu demografik değişim, İsrail'in uzun vadeli stratejik ittifaklarının altına yerleştirilmiş bir saatli bombadır.

14. İttifakların yıpranması

Savaşın yürütülme şekli, İsrail'in en kritik müttefikleriyle, özellikle de ABD ile olan ilişkilerinde gözle görülür bir gerilime yol açmıştır. ABD'nin kendi gençliği ve Demokrat Parti tabanının savaşa karşı dönmesi, Washington üzerinde muazzam bir baskı yaratmaktadır. İspanya, İrlanda, Norveç gibi ülkelerin Filistin'i devlet olarak tanıması, uzun süredir İsrail'i koruyan Batı konsensüsünün yıprandığına işaret etmektedir. İsrail'in Gazze'deki eylemleri, müttefikleri için önemli bir siyasi yüke dönüşmüş, bu da İsrail'i "dostları" arasında bile daha yalnız bırakmaktadır.

15. Siyonist anlatının çöküşü

Bu savaş, Siyonizm'in "dünyanın en ahlaklı ordusu" ve "güçlü İsrail" markası gibi temel mitlerini küresel ölçekte gayrimeşru hale getirmiştir. Yapılan analizler, Siyonizm'in "güçlü İsrail" vaadinin gözle görülür şekilde aşındığını ortaya koymaktadır. Filistin direnişi, Siyonizm'i "sömürgeci/apartheid" çerçevesinde yeniden tanımlayan anlatıları küreselleştirmiştir. Zulüm gören bir halkın sığınak arayışı anlatısı, acımasız bir işgali yürüten ve soykırımla suçlanan güçlü bir nükleer devlet gerçeğinin gölgesinde kalmıştır. Sonuç, ideolojinin kendisi için derin bir meşruiyet krizidir.

Sonuç: Yeni stratejik denklemin şafağı

Hamas, askeri olarak hayatta kalarak, terörist İsrail'e akla gelebilecek her cephede (askeri, ekonomik, sosyal, siyasi, hukuki ve diplomatik) felç edici bedeller ödetmeyi başarmıştır. Artık yeni bir stratejik gerçeklik şekillenmiştir; Filistin direnişi yaşayabilirliğini kanıtlamış, İsrail'in ise güvenlik, refah ve uluslararası meşruiyet gibi temel direkleri kökünden sarsılmıştır. Güç dengesi belki altüst olmamıştır, ancak stratejik denklem temelden ve kalıcı olarak Filistin davasının lehine değişmiştir.

Gazze, bedelini kanıyla ödemiş olsa da, stratejik zaferi kazanmıştır.

{ "vars": { "account": "UA-216063560-1" }, "triggers": { "trackPageview": { "on": "visible", "request": "pageview" } } }