5 Temmuz 1830’da Fransız donanmasının Sidi Ferruch kıyılarına çıkmasıyla başlayan Cezayir’in istilâsı, Batı sömürgeciliğinin en kanlı ve uzun soluklu örneklerinden biridir. İşgal hamlesi, görünürde Osmanlı himayesindeki Cezayir’e “medeniyet götürme” bahanesiyle temellendirilirken gerçekte Paris’teki Bourbon hanedanının iç politik krizini örtme çabasının, Akdeniz’e mutlak hâkim olma stratejisinin ve İslâm coğrafyasının kalbinde ilerleyen “şark meselesi”nin bir parçasıydı. Zemin hazırlayan meşhur “Sinek-kovucu (Fly-Whisk) vakası” (1827) bu emperyalist programın yalnızca diplomatik perdesiydi.

Algiers’in 5 Temmuz 1830’da düşmesinin ardından Fransa, Cezayir’i resmen ilhak ederek “Regence d’Alger”i savaş alanı ve kolon hâline getirdi. İlk on yılda şehir merkezleri ve kıyı hattı ele geçirildi; 1840’lardan itibaren Emir Abdülkâdir’in sancağı altında yürüyen destansı direniş, “pacification” adı altında sistematik yok etme seferlerine bahane edildi. 1830-1875 arasındaki bu “sükûnet operasyonlarında” en az 500 bin, muhtemelen 1 milyona yakın Müslüman Cezayirli kılıçtan, kurşundan, açlıktan ve zorla göç ettirilmekten hayatını kaybetti; yerli nüfusun üçte biri silindi.

Katliamlar XIX. yüzyılla sınırlı kalmadı. Yerli halk, Code de l’Indigénat (1881) ile ikinci sınıf statüye mahkûm edildi; 1945 Sétif-Guelma katliamında 45 bin sivil kurşuna dizildi; 1954-1962 istiklâl harbi ise Paris’in nükleer denemeler, napalm ve işkenceyle yürüttüğü kirli savaşa sahne oldu. Cezayir Cumhurbaşkanlığı resmî verilerine göre toplam can kaybı 1830-1962 arasında 5,6 milyona ulaştı.

Sömürgeleştirilen toprakların kıymeti, Fransa’nın maddî iştihasını kamçıladı. 1 milyon Avrupalı “colons”, yerli kabilelerin ortak mülkiyetindeki verimli arazileri gasp etti; Tell bölgesi üzüm bağlarıyla dolduruldu ve XIX. yüzyıl sonunda Cezayir, Bordeaux’yu bile gölgede bırakan devasa bir şarap ihracatçısına dönüştü – kârın tamamı Paris borsasına, sefaletin tamamı yerliye kaldı. 1956’da Hassi R’Mel ve Edjeleh’de petrol-doğalgaz sahalarının keşfi Paris’in işgale tutunuşunu daha da fanatikleştirdi; enerji gelirleri, Beşinci Cumhuriyet’in sanayi atılımı için can suyu oldu.

Emperyal merkezin “kazancı” yalnız hammaddeyle sınırlı değildi: Akdeniz’in güney kıyısında derin limanlar, Afrika içlerine uzanan demir yolları ve ucuz Müslüman işgücü, Fransa’yı XIX. yüzyıl küresel güç hiyerarşisinde üst basamağa taşıdı. Buna karşılık Cezayir, sosyo-ekonomik dokusu parçalanmış, vakıf arazileri talan edilmiş ve kendi memleketinde azınlığa itilmiş bir toplum hâline getirildi; İslâmî ilim halkaları dağıtıldı, cami ve tekke vakıflarına el konuldu, Arapça-Berberîce eğitim yasaklandı.

Bu tabloda Cezayir örneği, Avrupa’nın “kalkınma” masalının ardındaki karanlık tarihin bir faslını teşkil eder. Kral Leopold’un Kasai’deki el-kesme rejimi, Britanya’nın Bengal’deki yapay kıtlıkları, İspanyol encomienda’sı, Hollanda’nın Endonezya’da “kültür sistemi” – hepsi Batı uygarlığının refahını, mazlum diyarların kanıyla sermayeye tahvil etti. Modern Avrupa devletleri, mazilerine sinen bu sömürü mirası silinmeden “insan hakları” nutukları atsa da, Cezayir’deki gibi derin yaralar İslâm belleklerinde hâlâ tazedir.

ABD’den elçiliklere 'seçimlere karışmayın' talimatı
ABD’den elçiliklere 'seçimlere karışmayın' talimatı
İçeriği Görüntüle

Sonuç olarak, 132 yıllık Fransız işgali bir de "medeniyet" savaşıydı: Cezayir, imanını, topraklarını ve kimliğini korumak için kıyam etti; Fransa ise askerî şiddet, demografik mühendislik ve ekonomik talanla ayakta kaldı. 5 Temmuz 1962’de yükselen bağımsızlık ezanı, zulmün mutlak olmadığını gösterdi. Fakat o günden bugüne Paris, ne katliamlarının hesabını verdi ne de gasp ettiği serveti iade etti. Cezayir’in kanla yazılan mücadele tarihi, Batı’nın “medenî” yüzünün arkasındaki emperyal hakikati ifşa eden veciz bir ibrettir.

Fransız İşgali Sırasındaki Vahşet-

  • 132 yıllık işgal boyunca toplam 5 milyon Cezayirli katledildi; 1954-1962 bağımsızlık savaşında 1,5 milyon can daha alındı.

  • Fransız ordusu, 8 Mayıs 1945’teki Sétif-Guelma katliamında ağır silahlar ve uçaklarla 45 bin sivili öldürdü.

  • 1830-1857 arasındaki “sükûnet operasyonlarında” yüzlerce köy yakıldı, binlerce masum kurşuna dizildi.

  • “Code de l’Indigénat” (1881) ile yerli halka ikinci sınıf statü verildi; her isyan kanla bastırıldı.

  • 1955-1962 döneminde Fransız ve NATO gücü 200 binden 800 bine çıkarıldı; on binlerce insan toplama kamplarına sürüldü, 2 milyon kişi buralarda tutuldu.

  • Sınır hattına döşenen yaklaşık 3 milyon kara mayını binlerce sivili parçaladı; on binlerce kişi Fas ve Tunus’a kitlesel göçe zorlandı.

  • Paraşütçü birlikler, direnişçileri ve köylüleri uçaklardan canlı canlı denize veya çöllere attı.

  • General Paul Aussaresses’in itiraflarına göre elektrikli işkence, toplu tecavüz ve faili meçhul infaz yöntemleri rutin hâle getirildi.

  • Hastanelerde yaralılar tedavisiz bırakıldı; “hakikat serumu” adı altında kimyevî deneyler yapıldı, tıbbî malzeme piyasadan toplatıldı.

  • 1830’dan itibaren camiler kapatıldı veya kiliseye çevrildi; Arapça eğitim yasaklandı, vakıf malları gasp edildi.

  • Çocuk ve genç nüfus kasten hedef alınarak demografi kırıldı; nüfusun potansiyel 70-80 milyon yerine 35 milyonda kalmasının nedeni bu soykırım politikasıdır.

  • General Bugeaud döneminde yerli halka zorla kimlik damgası vuruldu; Albay Montagnac “15 yaş üzeri erkekleri öldürün, kadın ve çocukları köle edin” talimatı verdi.

  • 1950’lerde bazı İsrailli subaylar Fransız askerlere kontrgerilla ve işkence eğitimi verdi; OAS terör örgütü sivil hedeflere destek aldı.

  • Göç ve toprak gaspı politikalarıyla 2,3 milyon hektar arazi Avrupalı yerleşimcilere aktarıldı; yerli halk yoksulluğa ve açlığa itildi.

  • Bağımsızlık kazanıldığında yarım milyon Cezayirli sığınmacı, 2 milyon işsiz, %80 okuma-yazma bilmez nüfus ve harap bir ekonomi miras kaldı.