İş ahlâkı işçi ve işveren olmak üzere iki taraf... Birincisi “nasıl daha az çalışıp maaşımı alırım?” İkincisi ise, “nasıl daha çok çalıştırıp daha az maaş veririm?” derdinde.

Taklit ettiğimiz İslâm ahlâkı ile taklit etmeye çalıştığımız Batılı hayat tarzı içinde yaşamaya çalışıyoruz. Hâliyle ne İslâm ahlâkını kuşanabiliyoruz, ne de Batılı gibi hayat sürebiliyoruz. Bunun neticesinde fert ile cemiyet arasındaki muvazene bir türlü kurulamaz oluyor ve insanî münasebetlerimiz de bu vaziyetten ister istemez olumsuz bir şekilde etkileniyor. Ahlâk bahsi ve insanî münasebetler son derece geniş bir perspektifte ele alınması gerektiğinden, biz bu sayımızda ahlâkı ve insanî münasebetleri iş hayatı zaviyesinden ele almak niyetindeyiz; iş ahlâkı... İş ahlâkı işçi ve işveren olmak üzere iki taraf... Birincisi “nasıl daha az çalışıp maaşımı alırım?” İkincisi ise, “nasıl daha çok çalıştırıp daha az maaş veririm?” derdinde. Nihaî hedefin maddiyat olduğu yerde samimiyete yer kalmadığı için de, içinde bulunduğumuz manzaranın doğması kaçınılmaz...

Ahlâk

‘İş Ahlâkı’ mevzuuna değinmeden önce, en başta ahlâk kavramı üzerinde durmamızın yerinde olaca- ğı düşüncesindeyiz. Kavramın sözlük manasına baktığımızda, ahlâk, kelimenin en dar anlamıyla, neyin doğru veya yanlış sayıldığı (sayılması gerektiği) ile ilgilenir. Mefhum genellikle kültürel, dinî, seküler ve felsefî topluluklar tarafından, insanların (subjektif olarak) çeşitli davranışlarının yanlış veya doğru oluşunu belirleyen bir yargı ve ilkeler sistemi kavramı ve/veya inancı için kullanılır. Huylar, seciyeler, mizaçlar anlamında bir kavram olan ahlâk ise, hulk ve hulûk kelimelerinin çoğul şeklidir. Hulk veya hulûk insanın beden ve ruh bütünlüğü ile alâkalıdır. Ahlâka bu çerçevede bakacak olursak, “insanın bir amaca yönelik olarak kendi iradesi ile iyi davranış- larda bulunup kötülüklerden uzak durmasıdır” şeklinde tanımlanabilir. Tabiî olarak bu açıklamalar “neye veya kime göre iyi ya da kötü” soru- sunu peşinden getirir.

Biz Müslüman olduğumuz için, tabiî olarak iyi ve kötü ölçütümüz İslâm’ın mutlak iyi ve kötü ölçütleridir. Bu ölçütleri de zamanın şartlarına göre anlayışın yenilenmiş hâli olan Büyük Doğu-İbda dünya görü- şünden öğreniyoruz. Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu, alt başlığı “Erkek ve Kadın” olan “İnsan” isimli eserinde:

- “Mantık üstü mantığın şu olacak: DOĞRUYU mu istiyorsun? Allah ile Resûlü’nün BİLDİRDİĞİ!.. GÜZELİ mi istiyorsun?.. Allah ile Resûlü’nün GÖSTERDİĞİ!.. İYİYİ mi istiyorsun? Allah ile Resûlü’nün ÖĞRETTİĞİ!..”

İslâm’a göre “iyi, doğru ve güzel”in temel ölçütlerine değindiğimize göre, ahlâk bahsine dönelim. İbda Hikemiyâtından öğrendiğimize göre ahlâk; “‘fail’ olmak yerine ‘münfail’ sıfatta, yani ‘fiilin içine işlemiş ve işletici’ sıfattadır.” Ahlâk, her fiilimizin içine işlemiş işletici sıfat oldu- ğuna göre, iş hayatımızdaki fiillerimizin içine işlemiş ahlâk dolayısıyla iş ahlâkı bahsine girebiliriz.

İş Ahlâkı

İktisadî kalkınma ölçütü her ne kadar maddî rakamların istatistikî değerleri planında değerlendirilse de, nihayetinde insan meselelerin- den biri olduğu için bizim anlayışımıza göre istatistiklerden öte beşerî bakımdan da ele alınması gereken konulardandır. Son yıllarda Türkiye’de iktisadî bakımdan gerçek- ten ciddî bir büyüme gerçekleşse de, sağlıklı bir iş ahlâkımız olmadığı için, kalkınmaya doğru orantılı ola- rak çeşitli kanunlar ve denetlemeler geliştirilerek tedbirler alınmaya çalışılıyor. İş güvenliği kanunundan tutun da, işçilerin haklarının korun- masına yönelik olarak çıkartılan kanunlara kadar baktığımızda, ne yazık ki tabiî bir şekilde hâlihazırda umumî ahlâk hâline gelmiş olması gereken birçok hususun ancak kanu- nî müeyyideler vasıtasıyla uygulanabildiğini görüyoruz. Sermaye, daha fazla kârlılık adına işçisini adeta sömürüyor... Konu tabiî ki tek taraflı değil, işçinin işine karşı tavır ve tutumu da sermayenin işçisine karşı olan tavır ve tutumdan farklı değil ne yazık ki...

Osmanlı Devleti zamanında Ahilik teşkilatı vasıtasıyla hem iş veren denetleniyordu, hem de çalışan işçi, denetlenen ustasının yanında işten evvel iş ahlâkını öğreniyor- du. Bugün, bilhassa Sanayi Devriminden sonra emek talebinde meydana gelen artış dolayısıyla müesseseler büyüdü ve işçinin usta tarafından terbiye edilmesi mümkün olmaktan çıktı. Bunun yerini maddî müeyyideler ve ödüller aldı. Primler, cezalar, işten kovma tehditleri, kari- yer planlaması içinde önünün kesil- mesi vesaire... Ahlâk neydi, “fikrin içine işlemiş işletici sıfat.” Oysa bugün hayatımızın birçok sahasında “işletici” konumda ahlâk değil, para bulunuyor ve hâliyle de bugün muhatab olduğumuz manzara doğu- yor.

Sathî Çözümler Derinlere Merhem Olmuyor

Türkiye’de ve dünyada, içinde bulunduğumuz buhran yalnız dar bir veçheden ve sathî planda ele alınıyor olduğu için bir türlü rahatsızlığı doğru bir şekilde teşhis edemiyoruz. Teşhis edemediğimiz meselenin çözüme kavuşturulabilmesi de pek tabiî ki mümkün değil. Ev hanımından tutunda üst kademedeki bir yöneticiye kadar hiçbir meslekî alanda, derine inip düşünmek gibi bir amacımız yok. Zaten bizim tarafımızdan inşa edilmemiş olan düzeni tam mânâsıyla kavramaktan da aciz olduğumuz için sürekli olarak dışarıda geliştirilecek çözümlere muhtaç kalmış vaziyette bekliyoruz. Dışarıdaki insanların önümüze getirdiklerini de ne yazık ki hiçbir ölçüte tabiî tutmaksızın kabul ediyoruz. Geldiğimiz noktada da ne olduğunu hâlen bir türlü idrak edememiş olduğumuz makinelere karşı beslediğimiz bön bir hayranlık neticesinde yine o makinelerin birer unsuru olarak emek veriyoruz.

Sahip olduğumuz meslekte, bizden önceki meslektaşlarımızdan öğrendiğimiz “güzel”i alıp, “çirkin” şeyleri kesinlikle bırakarak, tecrübe ettiğimiz gerçekleri kendi akıl ve ruh süzgecimizden geçirdikten sonra, tüm insanlığa faydalı olacak şekilde sunmamız değil mi, doğru olan?

***

Yalnız iş ahlâkı bahsinde değil, içtimâî faaliyet sahalarının tamamında aynı ahlâkî sıkıntıdan muztarip vaziyetteyiz. İçtimâî meselelerin çözüme kavuşturulması için bir bütün olarak ele alınarak, muhatab olunan topluma yeni bir anlayış, yeni bir dünya görüşü ve yeni bir ruh üflenmesi gerekmektedir. Batı dünyası, ilâhî olan ve ruhî olan ile irtibatını kaybetmiş bulunduğu için de bu değişimin gerçekleşmesi ancak ve ancak “İslâm’a Muhatab Anlayış” ve bu anlayışı örgüleştiren Büyük Doğu-İbda dünya görüşünün toplumumuza mâl edilmesi yoluyla mümkün olacağı son derece açıktır. Aksi hâlde emekçi her daim mazlum edebiyatı yapmaya ve işini savsaklama- ya, sermaye ise alabildiğine emekçiyi istismara mutlaka yol bulacak ve biz de yerimizde saymaya mahkûm olacağız.

Üstad Necip Fazıl’ın “Gençliğe Hitabe”sinden bir paragraf ile sözü noktalayalım:

“Emekçiye “benim sana acıdığım ve yardımcı olduğum kadar sen kendine acıyamaz ve yardımcı olamaz- sın! ama sen de, zulüm gördüğün iddiasiyle, kendi kendine hakkı ezmekte ve en zalim patronlardan daha zalim istismarcılara yakanı kaptırmakta başıboş bırakılamazsın! “, kapitaliste ise “Allah buyruğunu ve resul ölçüsünü kalbinin ve kasanın kapısına kazımadıkça serbest nefes bile alamazsın! “, ihtarını edecek... kökü ezelde ve dalı ebedde bir sistemin aşkına, vecdine, diyalektiğine, estetiğine, irfanına, idrakine sahip bir gençlik...”

Aylık Dergisi 131. Sayı Ağustos 2015