Kâinatın yaratılışından bugüne dek süregelen hakikatlerden biri de hiç şüphesiz depremlerdir. Ülkemizde deprem denince akla gelen şehirlerin başında da ne yazık ki İstanbul gelmektedir. İstanbul’da yüzyıllardan beridir depremlerle boğuşa boğuşa, yıkıla yapıla günümüze gelmiştir. Tarih boyunca onlarca depreme yataklık eden dünyanın incisi İstanbul’un kayıtlara geçen ilk depremi, Sultan Fatih tarafından yıkılan Bizans Devleti'nin başkenti ilan edilmesinden yalnızca 12 yıl sonra, 342 yılında olmuştur. Bu ilk depremden pek etkilenmeyen şehir, 16 yıl sonra 24 Ağustos 358 tarihinde İzmit'i (Nikomedya) dümdüz eden bir depremle tekrardan sarsıldı. Sonrasında ise sırasıyla 402, 412, 423, 437 ve 442 yıllarında olan depremlerde de birçok hasar aldı. 447 yılında olan depremde ise halk ve şehir büyük bir hasara uğradı, deprem gerçeği ile hakke'l yakîn olarak tanışılmış olundu. Bu hazin tanışmanın peşinden hafızalarda büyük harflerle kötü birer iz bırakan tarihler ise şöyle: 542, 1296, 1509, 1719, 1766, 1894, 1912, 1935, 1963, 1999...

On binlerce canın gittiği, evlerin, surların, anıtların yıkıldığı bu depremlerden 16 Ağustos 542 tarihinde meydana gelen şiddetli depremde yüzlerce insan öldü, birçok mal kaybı oldu. Yine 7 Mayıs 558'de İstanbul'da olan, büyük can ve mal kaybına sebep olan depremde yüzlerce ev yıkılmış ve Ayasofya Camii'nin de kubbesi çökmüştür.

583 ve 611 yıllarındaki depremlerden sonra tam 129 yıl boyunca şehir rahat bir nefes almıştır. Ancak bu rahatlık 26 Ekim 740 yılında sona ermiş ve İstanbul tekrardan çok şiddetli bir şekilde sallanmıştır. İstanbul, kâbusu olan depremleri 780, 790, 796, 860, 866, 869, 948, 989 ve 1010 yıllarında yine yaşamıştır. 13 Ağustos 1032 ve hemen ardından da 16 Mart 1033'te meydana gelen depremlerde de büyük tahribata uğramıştır. 1042 ve 1064 depremlerinden sonra 1 Mart 1202 depremi olmuştur ki tarihe de farklı bir şekilde geçmiştir. Depremde Bizans imparatorunun yatağının ön tarafı ayrılmış ve bir harem ağası oraya düşerek ölmüştür.

İstanbul, Latin İşgali Dönemi'nde de (1204-1261) 11 Mart 1231 tarihinde şiddetli bir depreme yakalanmış ve şehirle surlar büyük hasar görmüştür. 1419 tarihindeki depremde ise tsunami meydana gelmiştir.

1 Haziran 1296 Cuma gecesinde de bir deprem olmuş ve adeta İstanbul'da taş üstünde taş bırakmamıştır. Saraylar, evler, ibadethaneler, surlar yerle bir olmuş; deprem yaraları sarılmaya çalışılırken su baskınları meydana gelmiştir. Artçı sarsıntılar ise tam 2 ay boyunca devam etmiştir. İstanbul, tarihe gömülen Bizans Devleti devrinde son depremini de 1437 yılında yaşamıştır.

İstanbul'un fethedilmesinden sonra meydana gelen en büyük 2 deprem ise Sultan II. Bayezid devrinde meydana gelmiştir. 10 Eylül 1509 yılında saat gece 04:00 civarında yaşanan deprem neredeyse İstanbul'u yok etmiştir. "Kıyamet-i Sugra" (Küçük Kıyamet) olarak adlandırılan bu depremde bütün bir şehir harap olmuş, Bolu'dan ta Edirne'ye kadar şiddetini hissettirmiş ve şehir halkının yaklaşık yüzde 10'unun ya ölümüne yahut yaralanmasına sebep olmuştur. "Küçük Kıyamet Depremi" 1000 yılından sonra Doğu Akdeniz'de meydana gelen en büyük deprem olarak da tanımlanmıştır. Bu depremde en büyük hasarı da camiler almıştır. Depremde 109 cami tamamen yıkılmış, tamamen yıkılmayanların ise minareleri tahrip olmuştur. 1070 ev yıkılmış, surlar zarar görmüş ve burçların 49 tanesi yıkılmış ve ağır hasar almıştır. Aynı zamanda Ayasofya Camii'nin de Şanlı Fetih'ten sonra yapılan minaresi yıkılmıştır. Yine Sultan II. Bayezid'in Topkapı Sarayı'ndaki yatak odası deprem esnasında çökmüş ancak padişahın orada bulunmaması sebebiyle bir can kaybı yaşanmamıştır. Divân-ı Hümâyun kararıyla "ek vergi" konulmuş ve deprem hasarlarının giderilmesi maksadıyla her evden 22 akçe ek vergi toplanmıştır. İstanbul'un yeniden inşası için Anadolu'dan 37 bin ve Rumeli'den de 29 bin usta ve işçi getirtilmiştir. Ulaşım ve malzeme temini zaman aldığı için o yıl halk kış ayını zor geçirmiş ancak 29 Mart 1510'da başlayan imar faaliyetleri çok kısa bir sürede, 1 Haziran 1510 yılında tamamlanmıştır. İmar faaliyetlerinin tamamlanmasından 1 ay sonra 10 Temmuz 1510 tarihinde bir deprem daha meydana gelmiş ancak çok bir hasara yol açmamıştır. İstanbul’da 40 yıl daha rahat nefes alan Müslüman halk 10 Mayıs 1556 günü kötü bir güne uyanmış ve bir hayli yıkıcı olan bir depremi yaşamıştır. Ayasofya Camii ve surlarda hasara yol açan depremde Fatih Camii ise şehirde gerçekleşen her depremden etkilendiği gibi bu depremde de hasar görmüştür. 92 yıl sessiz sedasız yaşayan halk 28 Haziran 1648 tarihinde bir deprem daha yaşamış ancak merkez üssü uzakta olduğu için İstanbul halkı pek bir hasara uğramamıştır. Sonrasında ufak çaplı 1653, 1654 ve 1659 depremleri yaşanmıştır. Kasım 1663’te yaşanan depremin hemen peşinden çıkan fırtına da İstanbul’a büyük zarar vermiştir. 1686 yılında İstanbul, Edirne, Ege Adaları ve Karadeniz’in Anadolu sahillerinde büyük bir deprem yaşanmış ancak bu depreme ve verdiği hasara dair pek bir bilgi bulunamamıştır. XVII. yüzyılda, 1688, 1689 ve 1690’da yaşanan hafif depremlerle birlikte sona ererken, “Felaket Yüzyılı” olan XVIII. yüzyıl başlamış, şehir üzerine adeta kara bulutlar çökmüştür. 1708, 1711, 1712 ve 1715 yıllarında meydana gelen depremlerde fazla bir hasara neden olmazken 1719 yılı sabahında yaşanan deprem oldukça şiddeti haizdi. İzmit, Sapanca, Orhangazi, Karamürsel ve Yalova da bu depremden etkilenmiştir. İstanbul içinde camiler, surlar ve saraylarda çok fazla yıkım meydana gelmiştir. 1723-1749 yılları arasında ciddi bir deprem meydana gelmezken 2 Eylül 1754’te gece vakti yaşanan deprem ise ciddi ölçüde yıkıcı olmuştur. Camiler, hamamlar, hanlar, surlar ve daha birçok yapı hasar görmüş; Edinekapı’dan Yedikule’ye kadar birçok mevkide büyük çatlaklar olmuş ve hatta Yedikule’nin 2 kulesi de çökmüştür. Uzun zaman devam eden artçı sarsıntılar sebebiyle şehir sakinleri mecburen İstanbul’u terk etmiş, öyle ki Sultan I. Mahmud da şehri terk etmek zorunda kalmıştır. 50 ila 800 can kaybı olduğu söylenen depremde şehrin imarı için birkaç bin işçi çalıştırılmıştır. 1000 yılından sonra yaşanan en büyük ikinci deprem ise (birincisi 1509 Küçük Kıyamet) 22 Mayıs 1766 yılında mübarek Kurban Bayramı’nın üçüncü gününde yaşanan şiddetli gürültüler eşliğinde gelen 2 dakikalık bir sarsıntı ile binlerce insan hayatını kaybetmiştir. Sonrasında 4 dakika süren düşük şiddette bir deprem daha olmuş ve artçı sarsıntıları 8 ay kadar devam etmiştir. 4 bin kişinin vefat ettiği bu depremde birçok yaralı bulunurken Fatih Camii tamamen çökmüş, içeride ders halinde bulunan 100’ün üzerinde talebe de mübarek günde en güzel şekilde rahmeti Rahman’a kavuşmuştur. Sultanahmed Camii ve Çorlulu Ali Paşa Camii gibi camiler, Topkapı Sarayı ve surlar da hasar görmüştür. Devrin padişahı Sultan III. Mustafa birkaç gün çadırda kalmış ve sonrasında Edirne’ye gitmiştir. Yerebatan Sarnıcı’nın desteklerinden birisinin çökmesi sebebiyle de şehir sular altında kalmış, köprüler ve yollar da hasar görmüş, bazı yollar kapanmıştır. 8 ay devam eden artçı sarsıntılar halk üzerindeki deprem psikolojisini her daim korumuş ve 5 Ağustos’ta olan depremle de halkın evlere girme hayali bir kez daha baltalanmıştır. Yine depremde gıda depolarının ve hanların yıkılması/tahrip olması yiyecek sorununu doğurmuş, hasar gören içme suyu şebekesi de temiz suya ulaşılmasını güçleştirmiştir.

İstanbul’u etkileyen büyük depremlerden biri olan 1894 depremi de 10 Temmuz 1894 tarihinde öğleden sonra saat 12.24’te gerçekleşmiştir. 18 saniye süren deprem üç dalga halinde hissedilmiştir. İstanbul, Üsküdar, Büyükçekmece, Küçükçekmece, Çatalca, Adalar, Adapazarı, İzmit, Gebze, Yalova gibi büyük bir kısım depremden etkilenmiştir. Geliş şekli ve hissediliş alanı itibariyle de 17 Ağustos 1999 depremine benzetilmiştir. Dönemin padişahı Cennetmekân Sultan II. Abdülhamid Han depremden zarar gören halk için kendi adına 1000 lira bağışlamış, şehzade ve sultanlar da Sultan Abdülhamid’in başlattığı “kampanya”ya 500’er lira bağışta bulunarak destek vermiştir. Depremin birinci gününde hasar tespit çalışmalarına başlanmış ve depremden sonra Sultan Abdülhamid’in emri ile Yıldız Sarayı bahçesi ve İstanbul Rasathanesi’ne son sistem 2 sismograf alınmasını emretmiştir. Marmara Denizi’nde olduğu için büyük şiddetine nazaran o ölçüde bir yıkıma sebep olmamıştır. Kayıtlara göre vefat edenlerin sayısı 280 kişi olmuş ve 298 kişi de yaralanmıştır. Kapalıçarşı’nın yıkılması beklenmedik bir şekilde olmuş ve sebebi araştırıldığında dükkanlarını genişletmek için birtakım esnafın duvarları tıraşlamak suretiyle incelttiği, haliyle incelen kemerlerin sarsıntıya dayanamadığı gözlemlenmiştir. Osmanlı Devleti’nde yaşanan son büyük deprem ise 9 Ağustos 1912 tarihinde Tekirdağ yakınındaki Şarköy-Mürefte’de 7,3 büyüklüğünde olan depremdir. Edirne’nin güney kısmında büyük hasara yol açan deprem İstanbul’da da duvarların çatlamasına, telgraf direklerinin hasar görmesine ve evlerin bacalarının yıkılmasına ve küçük çapta bir de tsunamiye sebep olmuştur. Yine 4 Ocak 1935’te de 6,4 büyüklüğünde bir deprem meydana gelmiş ve kendini şehre şiddetli bir şekilde hissettirmiştir. 27 Aralık 1939 yılında 7,8 büyüklüğünde bir deprem olmuş, 32 bini aşkın kişi vefat etmiş, 100 binden fazla kişi yaralanmıştır. 18 Eylül 1963 yılında da 6,3 büyüklüğünde bir deprem olmuş lakin yıkılan bina olmamıştır. Sadece 1 kişi başına tuğla düşmesi sonucu hayatını kaybetmiştir.)

Cumhuriyet devri İstanbul’unun en büyük depremi ise 17 Ağustos 1999 yılında merkez üssü Kocaeli/Gölcük olan 7,4 büyüklüğünde olmuş ve 42 saniye sürmüştür. Bu depremde Türkiye nüfusunun yaklaşık yüzde 25’inin yaşadığı 9 şehirde hasar meydana gelmiştir. Açıklandığı kadarıyla 17.480 kişi vefat etmiş ve 23.781 kişi yaralanmıştır. Bu ölümlerin 981’i İstanbul’da olurken depremde en fazla etkilenen bölge de 274 kişinin vefat ettiği Avcılar ilçesi. Yine büyüklük bakımından ise bu deprem, XX. yüzyılda kayıtlara geçen en büyük ikinci depremdir. (Birincisi 1939 Erzincan Depremi) 1999 Gölcük yahut Marmara Depremi’nde 96.796 konut ve 15.939 iş yeri yıkılırken 107.315 konut orta derecede hasar görmüştür.

Yakın zamanda ise İstanbul’da 2 deprem yaşanmıştır: 24 Eylül 2019 ve 24 Eylül 2020 depremleri. 2019’da merkez üssü Silivri olan 4,7 büyüklüğündeki depremde Avcılar’da bir minare devrilmiş, 1 kişi kalp krizi geçirerek vefat etmiş ve 43 kişi de panik nedeniyle yaralanmıştır. 2020 yılında ise merkez üssü Tekirdağ’ın Marmaraereğlisi ilçesi olan 4,2 büyüklüğündeki depremde bir hasar meydana gelmemiştir.

Yüzyıllardan beri süregelen depremlerde yüzbinlerce insan hayatını kaybetmiş, bir o kadarı da yaralanmıştır. Depremlerin takdiri ilahi olduğuna iman ederken; malzemeden çalmaların, rüşvet yoluyla çıkılan kaçak katların, nefsin menfaati gözetilerek Hakk’ın hakkını gasp etmelerin takdiri İlahi’ye sığamayacağı, İslam’ın kader anlayışının birtakım hırsızlarca istismar edildiği anlaşılmaktadır. Bu hakikatlerin, her defasında devlet ricali ve halk nezdinde, ilgili ve ilgisiz, tüzel ve özel bütün kişilerce hakke’l yakin müşahede edilmesine rağmen halen “aynı tas aynı hamam” halinde devam etmesi, deprem bölgesinde yer alan ülkemizde “depreme hazırlık” denince yalnızca değişecek istatistiklerin akla gelmesi, insan hayatının bir öneme sahip olmaması, depremlerden ders alınmaması ve geriye yalnızca istatistiksel bir yığın halinde kalması Ahzab Suresi’nin 72. ayeti kerimesini akla getirmektedir: “Doğrusu insan çok zalim ve çok cahildir.”

Not: SBS Yapı AŞ ve İstanbul Depremleri’nden faydalanılarak hazırlanmıştır.

Yazı: Abdulkadir Aslan

Aylık Baran Dergisi 13. Sayı, Mart 2023