Bir önceki yazımızda Asklepios’un reçetesinden damlayan mürekkebin toprakla hemhal olması neticesinde sarımsak bitkisinin filizlenmesi ve bunun da ud-i hindî ile olan ilişkisine değinmiştik. Ud-i hindî esprisinin horoz borcu mevzuuna muhteva zenginliği kazandıracak olması ve dahi zengin açılımlara vesile olması bakımından bizi ziyadesiyle sevindirmiştir.

Not: Hazret-i Cebrail Aleyhisselâm, Hazret-i Âdem Aleyhisselâm’ın yanına gelip:

“Ben, sana, üç şey getirdim. Birisini seç al!” dedi.

Hazret-i Âdem Aleyhisselâm:

“Ey Cebrail! Nedir onlar?” diye sordu.

Hazret-i Cebrail Aleyhisselâm:

“Akıl, Hayâ, Din!” dedi.

Hazret-i Âdem Aleyhisselâm:

“Akl’ı seçtim!” dedi.

Hazret-i Cebrail Aleyhisselâm; Hayâ ile Din’e:

“Akl’ı, size tercih edip seçti. Siz, dönüp gidiniz!” dedi.

Onlar:

“Biz, her nerede olursa olsun, akıl ile birlikte bulunmakla emr olunduk!” dediler, akl’ın yanından ayrılmadılar.”(1)

Notun notu: Yukarıdaki anlatılanlardan anlaşılan odur ki, akıl, her ne şart altında olursa olsun, dinden ve hayâdan bağımsız değildir. Aklı dinden ve hayâdan bağımsız kılmak isteyenlere “akılsız akılcılar” demek durumundayız. Sokrates’in peşinden koştuğu veya peşinde olduğu akıl, dolayısıyla da Eflatun’a horoz borcu çerçevesinde miras bırakılan akıl, bizce, hayâ ve din ile hemhal olmayı murad eden bir akıldır.

Sokrates’in Üstad Necip Fazıl tarafından “Vahdaniyetçi düşüncenin mimarı” olarak tavsif edilmesi boşuna değildir. Ancak, Sokrates tarafından temelleri atılan, diğer bir ifadeyle de Sokrates’in peşinde olduğu akıl, takipçileri tarafından henüz gayesine ulaştırılabilmiş değildir. Denilebilir ki, Antik felsefe üzerinden kurgulanan Modern felsefenin din ve hayâdan tam bağımsız bir şekilde salt akıl üzerinde yoğunlaşması, horoz borcu mevzuunun kemâle erdirilememesinde en büyük âmildir. Büyük Doğu ve İBDA Mimarlarının kıymeti işte tam da bu noktada ortaya çıkmaktadır. Bu iki büyük ve güzel insan, ilk insan ve ilk Peygamber olan Hazret-i Âdem Aleyhisselâm’a teklif edilen din ve hayâyı mündemiç olan aklı dinin kemâl bulmuş hâli olan İslâm dini ve onun sahibinin hayâ ve ahlâkı ile buluşturmuş ve böylece, Sokrates’in miras bıraktığı horoz borcunu da insanlık namına ödemiş olmaktadırlar. Bu arada şunu da söylemek gerekir ki, sözkonusu akıl, İslâm dini ile birlikte Selim akıl adını almıştır. Aklın ruhî bir keyfiyet olduğunu ilan eden veya meydan yerine taşıyan Selim akıl, aslında saf aklın da ta kendisidir. Bu akıl aynı zamanda, farkında olsun veya olmasın, Emanuel Kant’ın ardından koştuğu saf aklın açık adresine de işaret etmektedir. Üstad Necip Fazıl’ın Müjde isimli şiirinden bir kıta:

“Yalnız iman ve fikir; ne sevgili ne kardeş;

Bir akıl gelecek ki, akıllar delirecek.

Ve bir devrim, evvela devrimi devirecek.

Her şey birbirine denk, her şey birbirine eş.”(2)

Gümbür gümbür gelen son ve som devrim (dünya çapında ihtilâl!), hâlihazırda iktidarın kaynağını İslâm’da göstermiş olarak, yine dünya çapında inkılâb etme aşamasına geçmiş bulunmaktadır. Başıboş aklın iktidarını devirecek olan bu başı bağlı Selim akıl, “Baba horoz benim!” edasında bütün dünyaya muktedirliğini ilan etmiş bulunmaktadır. Doğan yeni dünyada kendisine hayat hakkı arayanlar, Başyücelik Devleti idealini çok iyi özümsemek durumundadırlar. Hürriyet ve zorunluluk mevzuunda derinleşmek isteyenler önce bu tür bir zorunluluğu görmek zorundadırlar.

Ud: Meşhur bir sazın adı. Bir hoş kokulu buhur. Ağaç parçası. Budak: 80… Tedaisi, Hazret-i Âdem Aleyhisselâm’ın cennetten dünyaya sürgün edilip indirilirken beraberinde asa, incir yaprağı ve ud kokusu getirmiş olmaları… Tedainin tedaisi, Allah Resûlü’ne dünyada sevdirilen üç şeyden biri de güzel kokudur. Diğerleri ise; kadın ve namaz!.. Bilindiği üzere namaz, hadîsle sabit olduğu üzere, “müminin miracı”dır. Yine bilindiği üzere, miraçta ruh ve beden beraberdir. Namazda bunun temsili, secde hareketidir. (Namazda secdede üç kere tekrar edilen “Subhane Rabbiyel A’la” tesbihatı malumdur. Bunlardan birincisi aklın, ikincisi dinin, üçüncüsü ise hayânın diyetidir, denilebilir mi? Diğer taraftan, ahlâk aklın zâhiri, hayâ ise bâtınıdır, denilebilir mi? Allahü âlem!)... Secde hareketi bitkinin hareketidir ve bu, İBDA külliyatından öğrendiğimize göre rüyâ ve ledûn ilmiyle de doğrudan ilişkilidir… Ud-i hindî ve İBDA!

Heylele: “Lâ ilâhe illallâh” demek: 80… Tedaisi, Hindistan’ın Serendib adasına indirilen Hazret-i Âdem Aleyhisselâm’ın dünyaya yaydığı kokunun cennetten getirilen ud kokusu olması ve bunun da, “Allah’tan başka ilah yoktur” mânâsı ile doğrudan ilişkisi!.. Tedainin tedaisi, Kelime-i Tevhid nurunun renginin mavi renk olması ve bunun da, Hazret-i Mehdî Aleyhisselâm ile olan yakın ilişkisi!.. Hazret-i Mehdî Aleyhisselâm’ın renginin mavi olması ve mavinin de “yeryüzüne yayılıp döşenmek” mânâsına dikkat!

Model: 80… Tedaisi, “kâinatın özü ve hülasası” olan insan ve “topyekûn kâinatın yüzü suyu hürmetine yaratıldığı Allah Sevgilisi!”… Tedainin tedaisi, “Şeriat: 1980: İstikbâl İslâmındır”(3) ve 21. Yüzyıla model olacak olan ruh ve fikir sisteminin adının Büyük Doğu ve İBDA olarak belirmesi!

Seg: Köpek: 80… Tedaisi, İslâm tasavvufunda nefs, köpek suretinde tasvir edilmiştir… Köpek, koku almasıyla meşhurdur!.. “Kalb gözü” mânâsı üzerinden feraset, basiret ve görmek mânâsına dikkat!.. Nefsin aradığı, daha doğrusu araması gereken koku, ud kokusu mudur? Ud-i hindî çerçevesinde bir değerlendirme yapmak icab ettiğinde, terbiye edilmiş nefsin bizdeki tedaisi, Batı Tefekkürünün İslâm Tasavvufu karşısında hesaba çekilişi ve; Üstad Necip Fazıl’ın Çile’sinden, “Diz çök ey zorlu nefs, önümde diz çök!” mısraının bereketi ile, Batı’da konuşlanmış olan Hıristiyan dünyanın İslâm’a teslim olmasının zaman dilimine girilmiş olması!.. Nefsin mücessem hâli olarak değerlendirebileceğimiz Batı’nın bilerek veya bilmeyerek aradığı İslâm’dan başkası değildir. Batı’nın kendinde kaybolmasının en büyük delili, bizce, nefs diye bir kavrama sahib olmamasıdır. Kendisinden (ruh-un-dan) habersiz bir Batı dünyası var karşımızda! Sokrates, “Kendini bil!” derken acaba ne demek istemiştir? Her nedense Batı dünyası buralarda hiç esmiyor! İBDA külliyatından öğrendiğimize göre, “düşünce varlığın aynıdır” çerçevesinde söylersek, kendini bilmek, nefsini bilmenin aynıdır ve bu, Rabbini bilmeye kadar götüren bir süreçtir. Nefsin kendini bilmesi, ruhun kendi kokusunun peşinden gitmesi mânâsınadır ki bu, ud kokusuyla da doğrudan ilişkilidir… Bu çerçeveden bakıldığında, “Dünya Çapında Bir Hadise: Kaptan Kusto Müslüman” takdim yazısının bütün mevzulara şamil olduğunu görmemek mümkün değil!.. “Bütün bir kâinat muşamba dekor!” sözünün mânâsını biraz olsun sezer gibi oluyoruz!

Ud: 10… Tedaisi, matematikte ilk tam sayı (ruh ve beden düalizmine de işaret eder!) ve ebced tevafuku üzerinden deha!.. Ruh ve beden düalizmi üzerinden dehanın keyfiyeti, küllî ruhtan nasibli mânâsına da okunabilir!

Hazır: Huzurda olan, göz önünde olan. Amade olan. Gaib olmayan: 1009= 10… Tedaisi, Allah hazır ve nazırdır. Daim ve kaimdir. Allah, şiddetinin zuhurundan gaibdir… Tedaisi, “İstikbâl İslâmındır” mânâsına yataklık eden Hazret-i Mehdî Aleyhisselâm’ın kendisinin Mehdî olduğunu bilmeyecek olması ve; İBDA Mimarı’nın “Ben Kimim?” sorusu üzerinden her an değişen ve gelişen eşya ve hadiseleri yorumlayıp yerli yerine oturtması!.. Buradaki “bilmeme” bilinen mânâda bir bilmeme değil, herşeyi hakkıyla bilen sadece ve sadece Allah Azze ve Celle olduğuna göre, -ben de yaratılan bir kul olduğuma göre-, “ben doğru olduğumu nereden bileyim!” derin düşüncesine taalluk eden sahici bir hassasiyettir. Her an huzurda olmak veya kaim ve daim olmak için her an iman tazeleme hassasiyeti!

Gaza: Din uğruna kâfirlerle yapılan savaş: 1009=10… Tedaisi, Mutlak Ölçü ile sabit olduğu üzere, “Din yalnız Allah’ın oluncaya kadar kâfirlerle savaşın!”… Tedaisi, Mutlak Ölçü ile sabit olduğu üzere, kıyamet öncesi gerçekleşecek olan büyük savaş (Melheme-i Kübra!) ve Hazret-i Mehdî Aleyhisselâm’ın Deccal-i Lâin’i yenip İslâmı dünyaya hâkim kılması ve topyekûn dünyaya huzur ve adaletin tesis edilmesinin sağlanması!

Evvab: Rucu’ eden. Geri dönen. Günahlardan tevbe edip hakkı kabul eden: 10… Tedaisi, Mutlak Ölçü meâli, “Allahtan geldik, dönüşümüz yine O’nadır.” Tedainin tedaisi, “Sefillerin en sefili olan âlem”e gönderilen insanın İnsan-ı Kâmil olma memuriyeti!.. İBDA Mimarı, “Velilik bir mecburiyettir!”, derken ne demek istemiştir acaba?

Peçe: İnsan veya hayvan yavrusu. Sarmaşık bitkisi: 10… Tedaisi, nurbat ve vida üzerinden Kadüse!.. Kadüse sembolünde örtülü kalan mânâ veya fikir hakkında ne söylenebilir? “Kadın, fikirdir” ve peçe de işte bunu (kadın veya fikri) örtmektedir… “İnsan yavrusu”ndan kasıd çocuk, çocuk ise istikbal ile ilgilidir. İstikbâl, şimdi veya halihazıra nazaran peçeli, örtülüdür! Hal böyle olunca, kadüse sembolü hakkında istikbali örtmektedir, denilebilir. “İstikbâl İslâmındır” müjdesi üzerinden bir değerlendirme yapmak icab ettiğinde ise, kadüsede saklı olan mânânın aslında İslâm ile ilişkili olduğu çok açık ve net bir şekilde görülecektir.

Not: İstikbâli Allah’tan başka hiç kimse bilemez. Gaibi Allah bilir. Amenna! Gaibin hissedilebilir hâle getirilebileceğini İslâm büyüklerinden biliyoruz. Gaibi hissedilebilir hâle getiren kişi, anın hakkını vermek makamında olan seçkin kullar, -Allah’ın Velî kulları- olduğunu ise tekrara lüzum yok. Demek isteriz ki, seçkinlere kulak kabartanların yapacağı en güzel işlerden biri, maziyi kurcalamaktır. Mazinin çöplük olarak değerlendirilmesi üzerinden gitsek dahi, çöplükte yaşayanların Çingeneler olduğu gerçeğinden hareketle bize düşen Godo’yu beklemektir. “Kıptî: Çingene: 121” ve “Sübhan: Allah: 121” tevafuklarına daha evvel işaret etmiştik. Bu çerçevede hatırlanması gereken sahici bir isim, Nakşî Nasreddin Hoca’dan başkası değildir. Dahası, onun eşeğe ters binmiş hâlidir. Gözü arkada olmak lâzım! Bir önceki yazı dizimizde kuyruk sokumu (acb-üz-zeneb veya us’us) üzerinden yazdıklarımız bu mevzuda kâfi derecede aydınlatıcıdır.  

Not: “Sarmaşık” bitkisinin nurbat, nurbatın vida, vidanın ise kadüse (hekimlik sembolü) ile ilişkisine de daha evvel değinmiştik. Kadüse mevzuunu ele alırken tekrardan bu mevzuya değineceğiz.  

Vedd: Dostluk. Sevgi. Muhabbet: 10… Tedaisi, Allah, kâinatı severek ve isteyerek yaratmıştır… Ve; Allah, bütün varlığı Sevgilisi, Habibi ve Dostu olan Resûlü’nün yüzü suyu hürmetine yaratmıştır… Tedainin tedaisi, “daire sırrı” ve “İstikbâl İslâmındır” mânâsı üzerinden Hazret-i Mehdî Aleyhisselâm!  

Zavarib: Nabız damarları: 1009= 10… Dünyanın kalbi Mekke, bedeni ise Medine’dir. Yeni zaman ve mekânda beden, Medine’nin uzayan gölgesi hâlinde, Anadolu’dur. Anadolu’da atan kalbin nabız damarları, Büyük Doğu ve İBDA’dan başkası değildir!.. İBDA Mimarı’nın Afrin Harekatı, daha doğrusu “Zeytin Dalı / Anadolu Dalı” esprisi üzerinden Kudüs’e selâm çaktığını görmeyen gözlere ne demeli, bilemedim!.. Halihazırda dünyanın kalbi, Anadolu’da atmaktadır. Siz siz olun, Anadolu’da atan kalbin niçinini araştırınız!  

Dü: İki: 10… Tedaisi, “Sin; iki kişi demektir” terkibi üzerinden “İnsan” ve devamı hâlinde de Büyük DOĞU ve İBDA! 

Bâz: Doğan. Yırtıcı kuş. Av kuşu. Açık. Ayırma. Temyiz. İniş: 10… Tedaisi, “Ettik size bir oyun” Mutlak Ölçüsü ve Hazret-i Âdem Aleyhisselâm’ın hatası sebebiyle cennetten dünyaya sürgün edilişi!.. Mutlak Ölçü meâli: “Dünya bir oyun ve eğlenceden ibarettir.”(En’am Sûresi, 32) 

Yukarıdaki ebced tevafukları, İBDA Mimarı’nın Furkan –Lugat-ı Salihûn-, isimli eserinden derlenmiştir.3 

Not: İniş?.. Hazret-i Âdem Aleyhisselâm, cennetten (yukarı âlem veya yüce âlem!) dünyaya (aşağı âlem veya sefillerin en sefili olan âlem!) halifeliği görünsün diye sürgün edilmiş, indirilmiştir. Daha evvel söylendiği üzere, Hazret-i Âdem Aleyhisselâm cennetten dünyaya indirilirken yanında üç şey getirmişlerdi: Asa, incir yaprağı ve ud kokusu… Ud-i Hindî?

Bu mevzuya devam edeceğiz. 
 
Dipnotlar
1- http://www.vesiletunnecat.com/vesiletun/arsiv-kitap-oku/tarih kitaplari/peygamberlertarihi/peygamberlertarihiasim/02adem.htm#_Toc95355709 (İbn.Kuteybe-Uyünül'ahbar c.1, s.395-396 M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 1/38.)

2-Necip Fazıl Kısakürek, Çile, bd Yayınları, İstanbul, 2004, 50. Basım, sh. 401.

3-http://www.barandergisi.net/olum-odasi-b-yedi/olum-odasi-b-yedi-daima-o-ve-ben-362-h2914.html


Baran Dergisi 585.Sayı