Bazı kitaplar oku oku hiç bitmez, hep elinin yetişeceği bir yerde durur.
Fakülteye girdiğim 1983 yılından ilk dersini aldığım günden bugüne hep “hocam” kalan, şu anda Amerika’da, dünyanın en saygın üniversitelerinden birinde tarih profesörlüğü yapan M. Şükrü Hanioğlu’nun 2023 Eylül’ünde yayınlanan ve o günden beri elimden hiç düşürmediğim anıtsal eseri “Atatürk, Entelektüel Biyografi” (Bağlam Yayınları) kitabı o kitaplardan birisidir benim için.
Geçenlerde tekrar aldım elime. Karıştırırken 827. sayfada, “Kurucu Lider Kültü ve Kemalizm” bölümünü okumaya başladım. En sevdiğim kitaplar, her defasında “cahilliğimi” yüzüme tekrar tekrar vuran kitaplardır. Kemalizm’e dair ne çok şey okumuşum oysa bugüne kadar ama meğer o “izm” hakkında bilmediğim ne çok şey varmış! Bakarsanız, Hocanın anlattıkları pek öyle keşfedilmemiş bilgiler değil, hepsi açık kaynaklarda ama işin sistematiğini bilen, ustası tarafından anlatılınca başka bir niteliğe bürünüyor. Bundan sonra anlatacaklarımın tamamı -araya birkaç defa girme dışında- bu kitaptan öğrendiğim bilgilere dayalıdır.
*
Cumhuriyetin kuruluşundan sonra Kemalistlerin Mustafa Kemal’e uygun gördükleri sıfatlarla başlayalım o halde:
Bu dönemde, “Şef”, “Büyük Şef”, “Büyük Milli Şef”, “Yaratıcı Şef”, “Dahi Başbuğ”, “Ulu Başbuğ”, “Büyük Rehber”, “Ulu Rehber”, “Büyük Reis”, “Büyük Milli Reis”, “Milli Rehber” sıfatlarının tümü denenir, dil inkılabıyla birlikte “Ulu Önder” popüler hale gelir ancak Atatürk’ün sağlığında bu sıfatlardan herhangi birisinde kesin karar kılınmaz; ölümünden sonra İsmet İnönü “Milli Şef benim” deyince ona da “Ebedi Şef” kalır.
Kemalizm bir ideoloji haline gelmeden önce Mustafa Kemal, önce “dâhi”, sonra “peygamber” (adına Mevlut yazılacak kadar), daha sonra da “yarı tanrı” mertebesine yükseltilir. Cumhuriyet de o sırada “Türkiye Cumhuriyeti” değil, önce “Gazi Cumhuriyeti” olarak adlandırılır, arkasından “Mustafa Kemal/Atatürk Cumhuriyeti” kavramı yaygın hale gelir. Sıra dört başı mamur bir “çatı ideolojiye” gelmiştir. Ama ideologlar bu konuda anlaşamazlar. Kemalizm’i bir “sağa”, bir “sola” çekiştirip dururlar. Mustafa Kemal, misal Marx gibi veya Lenin gibi kendi başına bir kuram inşa etmediği için, iş etrafındaki adamlara kalır. Kemalist kuramcılar da tıpkı “siyer ve hadis alimlerinkine benzer” bir yöntemle çalışmaya başlarlar. “Ulu Önderin” hayat hikayesi, konuşmaları, vecize ve siyasete dair fikirlerini harmanlayarak, eksik kalanları da Marksizm benzeri ideolojilerle tamamlayarak “Kemalizm” inşasına girişirler.
“Kemalizm” inşasına Atatürk, çevresindekilerden farklı bakıyor o sıra. “Kurucu lider kültüne” pek karşı çıkmayan Atatürk, ortaya çıkmakta olan Kemalizm’i tanımlamaktan, bir programa dönüştürmekten kaçınır, bu öğretinin elinin altında, istediği zaman değiştirebileceği “muğlak” bir öğreti olarak kalmasını tercih eder; o sırada pek revaçta olan, “Rusya’da nasıl komünizm, İtalya’da nasıl faşizm varsa bizde de Kemalizm olmalıdır” yaklaşımının ikinci kısmını onaylar ancak “Kemalizm”in İtalya ve Rusya’daki ideolojilere benzer bir hal almasını istemez.
1931 yılında Kemalizm, Cumhuriyet Halk Fırkası’nın programına ve ders kitaplarına “6 umde” şeklinde bir “ruh” olarak girer. Hanioğlu’nun belirttiğine göre Atatürk, o sırada “Kemalizm’in net bir siyasi programa dönüşmesini” arzulamıyor. Onun kafasındaki “siyaset modeli”, Kemalistlerin modelinden farklıdır. Kemalistlere göre 1929’dan itibaren şekillenmekte olan Kemalizm, “bir modernleşme ve millet inşa projesi”dir. Mesela Milliyet’te yazan Ethem İzzet’e göre “Mustafa Kemalizm (isme dikkat-mk) yalnız bir kurtuluş bayraktarlığı değil, etiyle, beyniyle bütün bir iman, dün ve yarın ayrılığıdır. Vay bu imana gönül vermeyenlerin başına!” (Peyami Safa 29 Temmuz 1933’te Cumhuriyet’te yayınlanan bir yazısında şunları söyler: “Türk faşistleri tezlerine isim koymaktan çekinerek herkesi önünde eğilmeye mecbur edecek bir tabir buldular: Kemalizm”)
*
Kemalist ideologların başında romancı Yakup Kadri gelir. Yakup Kadri o sırada hem İtalya’da işbaşında olan faşist rejime hem de Rusya’daki komünist rejime hayrandır. İki modele de övgüler dizip durur. Oralardaki totaliter rejimler bize de örnek olabilir ama tıpkı onların bağlı kaldığı “izmlere” benzer bir “izme” ihtiyacımız var ve dolaşıma girmiş olan “Kemalizm mezhebinin” kök salıp ilelebet payidar olmasının yolu bir an önce açılmalıdır. Toplumun, inkılabın “Amentüsü”ne ihtiyacı vardır artık. Bu Amentü da Şef’in sözlerinden, nutuklarından, hareketlerinden çıkartılıp bir düzene sokulmalıdır. Darülfünun şimdiye kadar vazifesini yapmamış, “bir Kemalizm kürsüsü” kurmamış, o halde bu işi bir an önce “inkılap fırkası”, yani CHP yapmalıdır. İnkılabı Mustafa Kemal yapmış, kendilerini birer “sahabe” olarak gören Kemalistler de o inkılabı şimdi “tefsir” edecekler. Büyük deha, o ideolojinin donelerini hayatı, vecizeleri, konuşmaları ve davranışlarıyla vermiş, onlara düşen bu malzemeyi belirli bir düzene sokmaktır. Yani un var, yağ var, şeker var; onlara sadece helvayı yapacak!
Ancak çok önemli bir sorun çıkar karşılarına. Bu eklektik “malzemeden” bir “izm” inşa etmek bir hayli güçtür. Ulu önder, ne yazık ki şu ana kadar Marx’ınkine benzer bir “manifesto” yazmış değil. Üstelik Atatürk, onlar kadar bu işe hevesli değil, o “özgünlükten taviz vermek” istemiyor, diğer ideolojilere benzer bir ideolojiyle anılmak hiç istemiyor, gel de ayıkla pirincin taşını.
Ama “ona rağmen” ona bir ideoloji yaratmak isteyenler yılgınlığa kapılmazlar. Ne yapıp edip bir yol bulacaklar. Ellerinin altında tek bir kitap var; o da “Nutuk”tur. “Nutuk”u didik didik edecekler ve o kitaptan bir “ideolojik manifesto” çıkaracaklar!
Bildiğiniz gibi Nutuk, içinde öyle pek teorik, ilmi izahların olmadığı, daha çok Mustafa Kemal’in mücadeleye başladığı günden 1927 yılına kadar geçen sürede olup bitenlerin anlatıldığı bir hitabedir. Evet kurucu liderin “opus magnum”u, yani başyapıtıdır ama içeriği yakın tarih macerası, hatıralar ve yüzlerce vesikayla dolu bir kitaptır. Bu kitabın, bir ideolojinin fikri altyapısını oluşturması bir hayli zordur.
Yakup Kadri, Nutuk’un yeni neslin “Kur’an”ı haline getirilmesini, onun farklı bölümlerini mermer tabletlere kazınarak İstanbul’un belli noktalarına yerleştirilmesini önerir. Bunlar “yeni dinin” levhaları vazifesini görecekler. Yetmedi, kurucu önderin söylevlerinden “On Emir” benzeri içerikler üretilecek, bu “emirler” Kemalizm ideologlarına yol gösterecektir. Falih Rıfkı ise ulu önderin temel eserinin bir “tılsım” içerdiğini, “batıl inançlardaki muskalar” nasıl bir işlev görüyorsa, tıpkı o “muskalar” gibi toplumu “görünür ve görünmez kazalardan” koruyacak yegane kitap olduğunu yazar. İlerleyen yıllarda Hasan Ali Yücel daha da coşacak, bu kitabın bir “içtimai inanma sisteminin” kitabı olduğundan mütevellit Türkler için “mukaddes” bir kitap olduğunu söyleyecek. Kemalistler kitabı bulmuş bulmalarına da bu kitaptan bunlara benzer mesajlar çıkarmak deveye hendek atlatmaktan zordur. O halde kitap ihtiyaç duyulduğunda başvurulacak “bir kutsal kitap” olarak kenarda dursun şimdilik.
*
İnşaat faaliyeti sırasında Kemalizm kendiliğinden “sağ” ve “sol” diye ikiye ayrılır. Bunların dışında aralarında İsmail Hakkı Baltacıoğlu, Peyami Safa, Mustafa Şekip Tunç, Hilmi Ziya Ülken benzeri entelektüeller, iki Kemalizm’e de karşı, düşünsel temelinde Bergson’un izleri görülen, anti pozitivist, dine karşı olmayan “muhafazakâr Kemalizm” girişiminde bulunurlar ancak fazla taraftar bulamadan kısa sürede akim kalır bu çaba. Şükrü Hanioğlu’nun belirttiğine göre, “kurucu lider, bu çabalara doğrudan müdahalede” bulunmadığı gibi katkı da sunmaz. “Muhafazakar Kemalizm”e uzak durur, “sol Kemalizm” projesinin çanına bizzat kendisi ot tıkar, ölümünden önce “yarı resmi bir nitelik kazanarak” CHP programına girmiş olan “sağ Kemalizm’e” ise pek sıcak bakmadığı halde “zımni onay” verir.
*
Şimdi geldik zurnanın zırt dediği yere.
“Sol Kemalizm”, çok sonraları “sol Kemalist” İlhan Selçuk ve arkadaşlarının birçok kıymetli insanı lekelemek için çok sık başvurdukları kavramla, “Kadro Dergisi” etrafında bir araya gelmiş “dört komünist dönek” tarafından şekillendirildi. Şevket Süreyya Aydemir, Vedat Nedim Tör, Burhan Asaf Belge, Mehmet Şevki Yazman ile İsmail Hüsrev Tökin… Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun kurucusu ve imtiyaz sahibi olduğu “Kadro” dergisi etrafında bir araya gelen bu entelektüeller “inkılap ideolojisinin” temellerini atmaya başlarlar. Onlara göre anti emperyalist ve tam bağımsızlıkçı karakterini taşıyan Türk İnkılabı; Fransız İhtilali Batı’da nasıl devrimleri tetiklediyse, Doğu’nun mazlum milletlerine öyle emsal olacak! Yeni ideolojinin fikir babaları Yakup Kadri hariç, tümü komünist gelenekten geldiklerinden analizlerini tarihi materyalist çerçeveye dayandırır, kalkınmada devletçiliğe sarılır ancak Sovyetlerde uygulanan planlamayı şiddetle tavsiye ederler. Derginin adı bile komünist literatürden alınmadır. (Özellikle ikisi, Şevket Süreyya ile Vedat Nedim Tör, komünistlerin “ağır yarası”dır! 1927 tevkifatında elindeki bütün belgeleri polise teslim eden Vedat Nedim yetinmeyip birçok yoldaşını ele vermiş, TKP’nin belinin kırılmasında önemli payı olmuş büyük bir “haindir”. O derece ki Nazım Hikmet’in “Benerci Kendini Niçin Öldürdü” roman-şiirine konu olmuş, şair onunla ilgili;
“Benerci gitti.
Baktım ki, pencereden:
muktesit, muharrir ve muhbir
Nedim Vedat Bey geçiyor.
Düşündüm Benerci’yi
ve mel’un bir ihtimalle birden
yüreğim cızz etti.”
dizelerini yazmış, bu tevkifat sonucu şairin gıyabında hapis cezası alması da Vedat Nedim ve Şevket Süreyya’nın ifadelerine bağlanmıştı. O Vedat Nedim ki 1945 yılında Yapı ve Kredi Bankası’nın Kültür ve Sanat müşaviri olmuş, bankanın kültür sanata yatırım yapmasına önayak olmuştur. Tarihin garip cilvesine bakın ki onun başlattığı gelenekle kurulan günümüzün Yapı Kredi Yayınlar, bugün Nazım Hikmet’in kitaplarını yayınlayan yayınevidir. Şimdilerde, İstiklal Caddesi’nde, Galatasaray Lisesi’nin yanında bulunan Yapı Kredinin yayınladığı kitapları satan kitapçının da bulunduğu kültür sanat müzesinin adı “Vedat Nedim Tör Müzesi”dir.)
Şükrü Hanioğlu der ki:
“Mustafa Kemal, ‘inkılabın ideolojisi’ni inşa etmek tasarımıyla yola çıkan bu dergi ve onun savunduğu tezlerle çalkantılı bir ilişkiye sahip olmuştur.”
Şevket Süreyya hazırladıkları “inkılap ideolojisi”, başka bir deyimle “Kemalizm manifestosunu” ihtiva eden raporunun taslağını Mustafa Kemal’e sunar, Atatürk taslağı beğenir ve basılmasını tavsiye eder. Hanioğlu’na göre sol Kemalizm’in “manifestosu”Atatürk’ün teşvikiyle yayınlanır. Çankaya Köşkü adına da “Kadro”ya on abone kaydı yapılmasını emreder. 10. yıl etkinlikleri sırasında da dergiye bir kutlama mesajı yollar.
*
Peki, ne olmuştu da Mustafa Kemal, bir emirle “Kadro”yu kapattırmıştı?
Hanioğlu’na göre Atatürk, geliştirilen “sol Kemalizm”i benimsemediği, onu sorunlu bulduğu için kapatır dergiyi. Kadrocular tarafından inşa edilen ideoloji, kendisinin değişik yaklaşımlarıyla çelişmektedir. Atatürk Marksist değil, materyalizmle olan ilgisi bilimcilikle sınırlı, ona göre komünizm ise Türk halkının en büyük düşmanı bir “safsata”dır. Kendisi adına oluşturulan bir ideolojinin bütün bu fikirlerden etkilenerek biçimlenmesi kabul edilemez. İkincisi, “manifesto” inkılaba, Marksist bir perspektiften bakıyor, Mustafa Kemal’in “özgünlüğüne” halel getiriyor. Üçüncüsü ona göre, İnkılaba Anadolu’da yerleştirmeye çalıştığı Fransız Üçüncü Cumhuriyet modeline sanki rakipmiş gibi yaklaşması, inkılabın Batılılaşmakla kalmayıp onun ötesine geçmesi gerekir fikri ciddi bir “hedef saptırma”dır. Ve en önemlisi, o mazlum milletlerin lideri değil, halkını kurtarmış, başka yerlere de “devrim ihraç etmeyi” düşünmeyen, memleketinin işleriyle meşgul bir liderdir artık. İdeoloji, kesinlikle Şef’in önünde olmamalı ki, “sol Kemalizm” böyle bir tehlike ihtiva eden bir girişimdir. Zira Kadrocular lideri, bir teorisyenler heyeti tarafından inşa edilen bir ideolojinin yürütücüsü konumuna getirmişler. Onun böyle bir “izme” ihtiyacı yok. Böylece “Atatürk devrimlerinin fikri ve ilmi izahını”yapma işlevini üstlenmiş, inkılabın ideolojisini inşa etmek gibi büyük ve mühim bir görevle yola çıkmış Kadro Dergisi, daha üçüncü yılını doldurmadan Çankaya’dan gelen ani bir emirle kapanır. Oysa, CHP Genel Sekreteri Recep Peker, daha dergi çıkmadan kendilerini uyarmış, “bir fikir mecmuası çıkarmak lazım gelirse, onu da biz neşrederiz” demişti. (Yıllar sonra Ankara Valisi Nevzat Tandoğan ondan ilhamla, “Komünizm lazımsa onu da biz getiririz” diyecek.)
*
Atatürk, kurumsallaşacak, liderliğinin önüne geçecek, etrafında oluşan mistik haleyi dağıtacak bir ideoloji istemiyordu. Parti, Halkevleri aracılığıyla “Ülkü” dergisini çıkarmaya başladı. “Ülkü” manifestoyla falan uğraşmaz, daha çok modernleşme projesinin teorik temellerine dair yazılara yer verir. Daha çok “sağ Kemalizmin” temel taşlarını döşer. Bu temeller kolektivizm karşıtı, liberal demokrasi ve parlamentarizm aleyhtarı, dine Üçüncü Cumhuriyet laikliği penceresinden bakan “otoriter aydınlanmacı ideoloji” üzerinde yükselmeye başlar. Kişi kültü ön plandadır. Dergiye göre yapılan dönüşümler “peygamberlerden üstün” bir “dehanın” seküler mucizeleridir. “Sağ Kemalizm”in bir programı olmadığı gibi bir manifestosu da yoktur. Bu fikrin şiddetli savunucularında Falih Rıfkı ve başka yazarlara göre Kemalizm, “En büyük şefin inkılap yolunun” adıdır, o kadar. Daha sonra resmiyet kazanacak ideoloji bu Kemalizm’dir işte. Bu “izme” göre Kemalist mefkure, İkinci Meşrutiyet dönemi Türkçülerinden Munis Tekinalp (Moiz Cohen)’in kavramsallaştırmasıyla Türklerin “Arzı Mevuda” ulaşmasıdır.
Şükrü Hanioğlu belirttiğine göre, “Muhafazakar Kemalizm’e mesafeli tavır alan, ‘sol Kemalizm’i sonlandıran Mustafa Kemal, kişi kültüyle eklemlenen mistik sağ versiyona zımni destek” verir.
Kemalizm, bir süre sonra bir din muamelesi görmeye başlar. Hanioğlu’nun verdiği bilgiye göre, 1945 yılında dahi TDK Sözlüğünde, “din” kelimesinin mecazi anlamda kullanımına örnek olarak, “Kemalizm Türk’ün dinidir” cümlesi veriliyor. Ama bu “dinin” “tevsirini” içeren bir metin yoktur. Böyle bir metnin elzem olduğunu söyleyen Yakup Kadri, 1953 gibi ileri bir tarihte bile, “Kemalizm, kendi tefsirini bekliyor” şikayetini dile getirmekten geri durmaz.
1939’da toplanan CHP Beşinci Kurultayı’nda Kâzım Nami Duru, “Kemalizm nedir?”sorusunun cevapsız kalmasından yakınır. Eğitimci mebusa göre toplumda Kemalizm’in ne olduğunu kimse bilmiyor. Parti içinde bile “Türkün amentüsü” olan bu ideolojiyi “hatmetmiş” kimselerin bulunmaması ne büyük ayıp!
Hanioğlu’na göre bu eksiklik entelektüel yetersizlikten kaynaklanmıyordu. Ebedi Şef isteyerek bunu tercih etmişti. Ona göre böyle bir şey lider kültünün önüne geçecek, zamanla siyaset üzerinde “vesayet” kuracak, böylece kendisinin manevra alanını daraltacak, patrimonyal siyaset örgüsünü tehdit edecekti. Konuyu şu sözlerle bağlar Hanioğlu:
“Atatürk, siyasi bir vasıta olarak yaklaştığı ‘Kemalizm’in örgütlü otoriterliğe geçiş sonrasında gerekli olduğunun bilincindedir. Buna karşılık, liderliğini güçlendirecek bu aracın, ‘kendi başına’ bir kült haline gelmesini, resmi bir ‘tefsir’e sahip olmasını arzu etmemiştir.”
*
“Sol Kemalizm”i akıbetine gelince… Kadro Dergisi kapandıktan 1960 askeri darbesine kadar “uyuyan bir hücre” olarak kalır. 27 Mayıs askeri darbesiyle Başbakanı asıp ortalık süt liman kesildikten sonra bu “uyuyan hücre” yattığı o derin uykudan ağır ağır uyanır.
Bu kez Doğan Avcıoğlu’nun yönetimindeki derginin adı “Yön”, kadrosu da İlhan Selçuk, İlhami Soysal, Mümtaz Soysal, Niyazi Berkes, Şevket Süreyya Aydemir (belli ki hiç vazgeçmeyecek), Sadun Aren, İdris Küçükömer, Fethi Naci, Çetin Altan, Selahattin Hilav, Korkut Boratav, Altan Öymen gibi isimlerden oluşuyor. Darbeyi yapan “genç subaylar” Kemalizm’le pek ilgili değil. Onlara “Yön” tayin etmek isteyen “Sol Kemalist” entelektüeller, Türkiye’yi Baasçı-sosyalist bir rejime götürmeyi hedeflemekteler.(Seküler Kürt gençlerine de Dr. Sait Kırmızıtoprak üzerinden “sol Kemalizm” aşısı “Yön” Dergisi etrafında bu sırada yapılır.) “Yön”cülerin işleri istedikleri gibi gitmez, iktidar seçim yoluyla tekrar “Sağ Kemalistlere” geçer. 1960’ların sonuna doğru bir kez daha Doğan Avcıoğlu kolları sıvar; yanına Hasan Cemal, Uluç Gürkan, Uğur Mumcu, İlhan Selçuk, İlhami Soysal, Çetin Altan, Muammer Aksoy ve başkalarını alarak çıkardığı “Devrim” dergisiyle “askeri yoldan iktidara” gelme hesabını yapar. 9 Mart’ta “sol Kemalist” askerler aydınlarla birlikte tam devrim yapacakları sırada satışa gelirler; “sağ Kemalist” askerler pusudadır; “Devrim”in başına 12 Mart’ta korkunç bir “balyoz” iner. (Darbe peşinde koşan aydınların içinde, çok sonra bir kitap yazarak, “evet ben darbecilerle hareket ettim, pişmanım” diyen tek kişi Hasan Cemal oldu.)
O günden bugüne sol Kemalistler “Vurulduk ey halkım unutma bizi” türküsünü söyleyip duruyorlar ama halk dönüp bakmıyor bile.
*
Bitirirken şunu da söyleyeyim.
“Sol Kemalizm” ideolojisini TKP’den kopmuş komünistler inşa ettiler. TKP’de kalanlar onlara “dönek” dediler. 1970’lerin ortasında “döneklerin” inşa ettiği ideolojiden ayrılan misal Çetin Altan’a, bu kez kalanlar “dönek” demeye başladılar.
“Dönek” kimdi, “dönmeyip yerinde kalan” kimdi, hepten karıştı birbirine. Bu karışıklık, günümüzün Kemalizm ideolojisi kadar karma karışık bir halde “gavur ölüsü” gibi duruyor siyaset meydanının tam ortasında.
Muhsin Kızılkaya/Habertürk




