Berlin Belediyesi, geçtiğimiz yıl Tel Aviv’i “kardeş şehir” ilan ederek, sembol bir kararla dahi safını açık etti: Gazze’de çocuklar yakılırken, Almanya’nın “demokratik merkez” partileri, bu soykırım makinesini onurlandırmakla meşguldü. Hristiyan Demokratlar, Sosyal Demokratlar, Yeşiller ve hatta Sol Parti ile aşırı sağ AfD’nin bu konuda aynı çizgide buluşması, Avrupa siyasetinin içindeki siyonist çekirdeği gözler önüne serdi.
Bu kararla birlikte Berlin, Tel Aviv’in işgalci, ırkçı ve soykırımcı karakterini örtbas etmeye değil, bilakis desteklemeye yöneldi. Almanya’nın tarihsel sorumluluğu söylemi artık sadece bir kılıf: Gerçekte yaşanan, Batı’nın Yahudi halkına karşı işlediği suçların bedelini Filistinlilere ödetmesidir. Berlin’in Tel Aviv’le kurduğu bu ilişki, “kardeş şehir” protokolünün ötesinde, zihniyet kardeşliğidir: Baskıcı, hukuk tanımaz ve siyonist hizmetkârlığıyla malul bir zihniyet…
BASIN ÖZGÜRLÜĞÜNDEN ÜNİVERSİTE ÖZGÜRLÜĞÜNE: ZİHNİ KISKAÇ
Almanya’da Birleşmiş Milletler Özel Raportörü Francesca Albanese’nin konuşma yapacağı bir etkinlik, siyonist baskılarla iptal edilirken, Berlin’de Gazze destekçisi gösteriler polis zoruyla dağıtılıyor, aktivistler sınır dışı ediliyor. Almanya’da artık Filistin’e destek vermek, antisemitizmle eş tutulmakta; fakat İsrail’in soykırımı, insan hakları kisvesiyle makyajlanmaktadır.
Bu baskılar sadece sokakta değil, akademide de devrede: Üniversitelerde antisemitizm bahanesiyle eleştirel düşünce bastırılmakta, bilimsel özgürlük siyonist ajandaya kurban edilmektedir. Bu gidişat, Almanya’nın sözde “denazifikasyon” sürecinin, aslında başka bir faşizme, yani Siyonist Faşizme evrildiğini göstermektedir.
LONDRA’DA HUKUKU SİYONİST EMNİYETE TESLİM ETMEK
Almanya’nın ardından İngiltere’de yaşananlar da Avrupa’daki genel gidişatın bir parçası: İngiliz Adalet Bakanlığı, Elbit Systems gibi İsrailli silah firmalarına karşı eylemler düzenleyen Palestine Action üyelerinin dosyalarını İsrail Büyükelçiliği’yle paylaştı. Terörle mücadele birimlerinin eylemcileri hedef alması, Elbit’in çıkarlarını korumak için yürütülen organize bir kampanyaya dönüştü.
İngiltere’de 28 aktivist “terör bağlantılı suçlamalarla” yargılanırken, dava dosyalarında İsrail’in doğrudan temas kurduğu ortaya çıktı. Ağır tecrit, uzun tutukluluk ve cezai yaptırımlar altında tutulan bu kişiler, aslında Batı’nın İsrail’e karşı en küçük muhalefeti bastırma refleksinin kurbanı.
Artık Avrupa’da “İsrail’i eleştirmek” değil, “İsrail’i eleştirenleri savunmak” bile hedef haline gelmiş durumda. Bu, sadece basın ve düşünce özgürlüğünün değil, Avrupa’nın da iflasıdır.