Bir süredir sesi soluğu kesilmiş tiplerin yeniden palazlandığını, tıpkı eskiden olduğu gibi bir sürü cahil zırvasıyla kulakları çınlattıklarını işitiyoruz.

Biri çıkıyor “Allah ile Devlet” yan yana anılmasın diyor, öbürü “İslâmsız Devlet” istiyor, beriki “Müslümanların idare etmediği devlet” diyor, bir başkası çıkıyor lâiklik falan. Herkes bir devlet tarif ediyor; fakat kaçırdığı esas olan şu ki, devleti tarif ederken aynı zamanda kendi dinini de tarif ediyor. 

Bunun bir diğer tipi de var; o da bu hakikatin şuuruna ermiş, Müslüman Milletimizle müşterek bir paydada buluşup kendisine meşruiyet sağlamak için elinde rakı kadehi, Müslüman Anadolu’nun ruh köklerinin biricik düşmanı CHP’nin kaptan koltuğunda, saadetle kendisini Seyyit diye yutturmaya çalışıyor. 

Birazdan okuyacağınız lâtif üslûbdan evvel kabaca bir izahatta bulunacak olursak, herkes devlette kendi dinini yahut putlarını arıyor, bunu dayatıyor. Biz Müslümanız, dolayısıyla da devlette dini arıyoruz. Siz putperestsiniz, gavursunuz, bilmem nesiniz devlette onu arıyorsunuz. Bunun başka türlüsü kabil değil… 

***

Bu vesileyle, Kumandan Salih Mirzabeyoğlu’nun alt başlığı -Temel Meseleler- olan “Kültür Davamız” adlı eserinin “Din ve Devlet” başlıklı bölümünü iktibas ediyoruz.

Din ve Devlet

Bütün insan faaliyetleri temelde ruha dayanır ve biz ruhçuluğun hakikatine mensubuz… Devleti de, genişliğine insan aksiyonunun en büyük kuruluşu olarak görüyoruz. O hâlde, her devlet temelde doğuşunu “din-ü devlet- kavramının çerçevelediği mânâ içinde bulur. Din; inanılan yol… Devlet; kendisini doğuran insan ilişkilerinde bulunan işleyici ve işletici sıfattaki ahlâkın “en büyük oluş” tezahürü. Yalnız burada dikkat edilmelidir ki, en büyük ahlâkî tezahürden bahsederken söz konusu olan, genişliğine insan aksiyonudur; ahlâkın dışa dönük ikinci yönü…

“Allah indinde din İslâm’dır” ölçüsü, her şey gibi devletin de “bize” nisbetle nasıl olması gerektiğinin ölçüsünü verir. Burada şuna dikkat edilmelidir ki, devletin genişliğine insan aksiyonunun neticesi olması, her devlet için geçerlidir ve her devlet başka bir ahlâkın tezahürüdür; her devlet ayrı bir din-ü devlet ve inanılan fikre nisbet belirten her devlet bir inanışın ifâdesidir.

Burada mevzuumuz dolayısıyla bizi ilgilendiren bir mânâ dolandırıcılığına da değinmek istiyoruz: Din-ü Devlet… Büyük Doğu Mimarı:

- “ Din-ü Devlet… Bu tabir eskidir, inanılan ve bağlanılanla ona göre kurulan ve müesseseleştirilen nizamlar manzumesini ifâde eder. 

Aslında bunlar birbirinden ayrılmaz. Din mânâsına inanılan ve bağlanılan şeyler yanlış ve bâtıl olabilir. Fakat bu mânâda dini devletten ayırmak diye fikir yürütülemez. Böyle bir nihilist telâkki lâikliğe sığmaz. İnanılan ve bağlanılan şeyler dışında doğrudan doğruya ve muallâkta bir hükümet inancına misâl, bu dünyada tek bir Devlet mevcut değildir.

Komünistler dinsizdir; buna mukabil materyalist ve marksizmi putlaştırmış, yani aklınca din yapmıştır. Kapitalist ve liberal, başıboş hürriyete tapar. Bu da bâtıl tarafından bir din daha… Bu dünyada kim vardır ki “ne soydan ve cinsten olursa olsun, hiçbir inanış Devletle bağdaşamaz!” diyebilsin?

Lâisizim ise mücerret inanışa değil, Hristiyanlığa karşı bir tepkidir ve Hristiyanlıkta bulunmayan şeriat hükümlerini papaz elinde istismardan kurtarmanın mesleğidir. Buysa bize hiçbir türlü uymaz.

Netice:

Her türlü inanışı Devletle hükümet dışı kabul etmiş olmasa bile, bir şeye istidadını tamamiyle yitiren ve bir takım çıkartma kağıtları dışında Devleti tek başına fezada mesnetsiz bırakan bir rejim var mıdır dünyada?

Vardır ve içinde bulunduğumuz mekândadır. 

Takdim: Yavuz Beyoğlu