Bazı Müslümanların Batıya muhalefetlerini Batılı bir dil ve üslupla yaptıklarını görmekteyiz. Batıya karşılar ve Batıdan muzdaripler ama Batının düşünce yapısı ve kavramlarıyla onlara karşı çıkıyorlar ve bu durum yetersizlikler ve açmazlar taşıyor! Neticede Batıyı yaşatmış oluyorlar.
Kendi dil ve diyalektiğini, kendi sistemini ve kavramlarını kurmazsan varoluşunu da kuramazsın. Zaten Necip Fazıl Kısakürek “İdeolocya Örgüsü” ile en başta bunu yapmıştır, Salih Mirzabeyoğlu da bu zaruretten Büyük Doğuyu referans almıştır. İslâmî mücadeleye katılacakların da dil ve diyalektik en temel şartıdır, ister parti yoluyla mücadele etsin, ister kanun dışı yolu (illegaliteyi) tercih etsin. Bağlı olduğun dünya görüşünün dil ve düşünce yapısına sahip olamazsan ancak düşmanlarına hizmet eder, onlara karşı olurken onları yaşatmış olursun. Demokratik-Laik düzeni yaşatan Müslümanlar gibi olursun.
Rejimin imkanlarından faydalanmak başka, rejimi benimsemek başkadır. Müslümanın Allaha sirk koşma rejimi olan demokrasiyi benimsemesi düşünülemez. Zaten Allahı tanımayan kanunları da tanıması söz konusu olamaz. Yani rıza gösteremez. Kanun ve düzen imkanlarından faydalanmak gerekir ama benimsemek zorunda değiliz. İmkan buldukça kendi inanç sistemimizi kurmak isteriz. İslâmın nizam ve adaleti yanında demokrasi, liberalizm falan nedir ki? Bizim inancımıza göre hiçbir rejim İslâmın eline su dökemez. Allah’ın buyrukları yanında kulların batıl yollarının veya akıl ve yorumlarının ne kıymete olabilir? Hangi insan düşüncesi kainatı ve insanı başından sonuna kuşatabilir ki?
Şu demokrasi yalanı; Mısır’da darbe ile yine tartışılır oldu. Bazı Batı formatlı İslamcılar, Mısır’da askerlerin açtığı ateş sonucu ölen Müslümanlara şehid bile demez oldu. Güya onlar demokrasi için öldüler. Batı ve Amerika’nın ise demokrasi hiç umurlarında değil. Çünkü demokrasinin bizim gibi ülkeler için yalan olduğu ve esasında Batı’nın iç sorunlarını çözmek için var olduğu anlaşılmalı artık.
Bırakalım şu demokrasi martavalını! Kendi ideolojimize göre (sorun bu ya, ideolojiyi kuşanma yok) konuşalım. Haktan adaletten ve siyasî ve sosyal ilkelerimizden bahsedelim. En azından toplumumuzda kabul gören değerlerle konuşalım. Batının değer yargılarıyla konuşmaktansa.
Müslümanlar yıllardır demokrasi çayırında uyutuldular. Particilik oyunuyla oyalandılar. Kapatılan MSP, Fazilet Partileri buna misaldir. Ak Partiyi de buna dahil edelim. Batının istediği demokrat ve liberal bir düzeni yaşatan İslâmcı parti çelişkisini yaşadık-yaşıyoruz. Batı ise bu kavramları bize empoze ederken kendi menfaatine bakmaktadır. Biz ise hala Batının demokrasi kayığında uyutuluyor ve Büyük Doğu-İBDA diline girmekte zorlanıyoruz. Ve Batıyı eleştirirken bile onların kültür doneleriyle yani mevcut düzenin şuur süzgeciyle eleştirdiğimiz için, istemeden de olsa yine onları yaşatmış oluyoruz.Dünya görüşü davası ve “şuur süzgeci” şartı, İslamcı mücadelenin ve hatta Müslüman olmanın olmazsa olmaz şartıdır.Yoksa ılımlı, liberal, sosyalist Müslüman gibi yaftalarla yaftalanırız.
O kadar onların diline ve hayat tarzına bulaştırılmışız ki, neredeyse “faizsiz hayat yürümez” dercesine sömürü ve soygun düzenini alternatifsiz kabul etmişiz. İslâma inandığımızı söylememize rağmen Batı'yı merkez görmeye dervam etmişiz. Ve onların çevremizi kuşatmasına da sessiz kalmışız, alternatif geliştiremediğimiz gibi bir müddet sonra benimsemeye başlamışız.
Düzen bize bazı kanunî imkanlar verir ve bundan tabiî olarak faydalanırız, herkes faydalanırken bizim faydalanmamamız aptallık olur. Ama düzen bu imkanları yasaklar ve kanunla veya kanunsuz olarak (askerî darbe gibi) geri alırsa ne yapacağız? Bu sorunun cevabını vermemiş olanlar gerçek bir İslâmcı hareket olamaz. Bu sorunun cevabını tâ 30-40 sene önce “İdeolocya ve İhtilal” eserleriyle ve mücadelesi ile İBDA hareketi vermiştir. İBDA’nın tutarlılığı ve dimdik ayakta duruşunun sebebi dili, sistemi ve buna bağlı metodudur.
Demokrasi çayırında ve rejimin kollarında yaşamak değil, kendi iman ve aksiyonumuz ile kendi ideolojimizi ve gençliğimizi yoğurmaktır mesele. Necip Fazıl’ın yapmak istediği budur ve Necip Fazıl’ın şahidi Salih Mirzabeyoğlu da kolay İslâmcılığa değil bu zorlu yola taliptir. Şu da apaçıktır ki doğru olanı da budur. Yapılması gereken zarurî varken kolay ve rahat yollara sapmak bize rahatlık vermeyeceği gibi ileride daha bir zorlukla karşılaşmamıza yol açar. Onun için Salih Mirzabeyoğlu’nun “Arap baharına Müslümanların  hazırlıksız yakalandığı” tesbitine çatıyoruz. Hazırlık yapmadığımız zaman dilimi kayıp ve zarar olarak bize dönmektedir. Ve belki de biz bu zamanı değerlendirse idik şimdi dünyadaki Müslümanların hali farklı olur ve mesela Arakan’a hızlı müdahale eder ve Müslümanların kanı ve gözyaşı akmazdı.
Batıcı düzen içinde oyalanmak değil, fikirde ve fiilde güç sahibi olmaya ve etrafımızı da aksiyonumuzla aydınlatmaya bakmalıyız. Ramazanın ve imanın ateş manalarını da düşünerek ve demokrasi tekerlemesini de terk ederek.
Baran Dergisi 340. Sayı