1500’ler civarında başlayan sömürgecilik, aslında gücün; her türlü hak ve hürriyetin üzerinde olduğunu ortaya koymanın bir işaretiydi. Hümanizm, Rasyonalizm ve Pozitivizm kaynaklı Batı ideoloisi, dünyayı kendine göre dizayn etmeye karar vermiş ve bunu, başka ülkelerin psikolojik ve sosyolojik dayanaklarını ortadan kaldırmak suretiyle gerçekleştirmeyi aklına koymuştu.
Sömürgecilik ve Emperyalizm dönemi:
1948’lere kadar Afrika’da hala Batı ülkelerinin sömürgelerinin bulunması, bu hareketin ne kadar kapsamlı ve acımasız bir mantık ile sürdürüldüğünü ve neredeyse 450 yıllık bir baskı, sindirme ve yok etme planının devreye sokulmuş olduğunu göstermekteydi. Askeri güçlerin sömürge ve baskı yönetimlerini sürdürmekte zorlanmasıyla, iktisadi ve siyasi metotların devreye girerek, yerli halktan bazı entellektüellerin Batı fikriyatı ve amaçları adına çalıştığı dönemler başlamıştı. Bu dönem, belli oranlarda dünyanın bütün ülkelerinde hala sürdürülmekte ve yerli ajanlar, kendi ülkelerinin değil; batılı ülkelerin menfaatleri için çalışmaktadırlar.
Yaklaşık 30 yıldır, Batı hegemonyası, iktisadi ve siyasi unsurlarına rağmen, bekledikleri sömürü ortamına elde edememiş olacak ki, artık askeri metot ve hareketler ile, İslam topluluklarındaki varlıklarını sürdürmeye başladılar. Kendileri için faydalı görmedikleri ülkelerde, iç isyan ve askeri darbeler yapmakla de yetirmeyerek Askeri harekatlar düzenlediler. Özellike Amerika ve Rusya, bu konuda önde gelen emperyalist devletler olarak karşımıza çıkmaktadırlar.
Batı’nın, kuralsız ve ilkesiz Tetikçisi İsrail:
İsrail, Batı’nın (özellikle İngiliz,Fransız ve Amerikan) Müslüman toplumlar için, bir çıban olarak gündeme aldıkları, dinci ve terörist bir hareket olarak Müslüman Orta Doğu’ya yerleştirdikleri bir “ileri karakol” olmuştur. Yıllardan beri, Müslümanlara ve özellikle de Filistinlilere kan kusturmakta ve Batı’nın özellikle Birleşmiş Milletler gibi “sözde tarafsız”’(!) örgütü tarafından da hiçbir müdahale edilmeden, her türlü zulmü ve katliamı yapmalarına imkan veren bir şiddet makinası olarak korunmaktadır.
Uydu karakterleri ve iktidarlar bağımlıları olarak, maddi imkanlar ile ayakta tutmaya çalışan Arap yönetimleri de, sürekli Batı’lı (bazan İngiliz, bazan Fransız ve son yıllarda da Amerikan) güçler tarafından, hanedanlarını sürekli kılmak uğruna, Müslüman toplumların ayağa kalkmasını engelleyici bir menfaat şebekesi halinde varlıklarını sürdürmektedirler.
Arap-İsrail harbi sırasında, birçok Arap generalinin İsrail’le çatışmadan, savaş bölgesini terketmeleri, İsrail’in gücünden değil, Batı sermayesinin, bu ülkelerin askeri ve bürokrat yöneticilerini maddeten kendilerine bağımlı hale getirmelerinden kaynaklanıyordu.
Ürdün, Mısır, Suudi Arabistan ve Körfez ülkeleri, yıllardan beri Batı’da eğitim görmüş ve Batılı dünya görüşlerini benimsemiş “seçkin” kesimler tarafından yönetilmektedirler. Bu Batı yanlısı iktidarlar, İsrail ile anlaşma yapacak derecede kültür ve ahlaki değerlerinden uzak kalan bir grup “yerli ajanlar” statüsü içerisinde çalışmakta ve İsrail’in önünde, herhangi bir engel tanımadan istediği gibi zalim, ırkçı ve sapık bir din anlayışını sürdürmesine imkan vermektedirler.
İran’a gelince, İran’ı; şimdiye kadar İslam dünyası içinde ırkçı ve mezhepçi bir ideali ortaya koyarak, İslam’ı sahte bir sembol ideal olarak dünya gündeminde tutmaya çalışan; fakat, Batı ile hiçbir zaman ciddi bir mücadeleye girmeyen bir devlet olarak görmekteyiz. İran, Müslüman toplumlar içinde, Şii anlayışı ve mezhep merkezli siyasi hedefleri dışında hareket etmeksizin, Müslüman dünyanın menfaatleri ile ilgili önemli çabaların içine girmeyen, garip bir devlet mantığı ile varlığını sürdürmektedir.
Şu anda Müslüman toplumlar, kendi siyasi ve kültürel sistemleri olmaksızın, Müslüman kitlelerin dışında, her türlü iktisadi, siyasi ve uluslararası sistemi benimsemek zorunda kalarak, kendi varlıklarını ortaya koyma imkanından mahrum durumdadırlar. Osmanlı’nın mirası olan Türkiye bile, kendi siyasi, kültürel ve uluslararası misyonunu yeterince aktive edememekte ve toplumun değerlerine uygun bir sistemi pratiğe aktaramamaktadır.
İsrail, Amerika gibi bir “kan kardeş”i yanına alarak, Batı’nın da tereddütsüz desteğini sürekli yanında görmenin şımarıklığı ve gücü ile, Müslüman toplumlara kan kusturmağa devam edecektir. Maalesef, Gazze olayı; dünya halklarının manevi desteğini almasına rağmen, Batı’nın varlığı ile “güç oyunu bozmakta”, zulmün ve soykırımın önüne geçilememektedir. Dünyadaki onurlu insanların Gazze sınırına gelmeleri de, uşak Arap rejimleri tarafından engellenmekte ve İsrail ile Batı, her istediğini haksız da olsa, gerçekleştirme imkanına ulaşmaktadır.
Bu konuda Türkiye, sistemli ve planlı bir şekilde gücünü arttırıp, İsrail’in önünü kesmediği müddetçe, kültür ve eğitim bakımından kendi nesillerini kaybetmenin yanında, başka ülkelerin emrine girmeye hazır milyonlarca genci de, korkarım yanı başında bulacaktır.
Prof. Dr. Sami Şener, Mirat Haber