ABD’li teknoloji girişimcisi ve yatırımcı Peter Thiel, PayPal’ın kurucu ortaklarından ve Palantir’in kurucularından biri olarak, teknoloji–güvenlik–siyaset eksenindeki etkisiyle tartışılan bir isim. Muhafazakâr çevrelerle yakınlığı ve devletlerle çalışan büyük veri/istihbarat altyapılarını savunan çizgisi, kamuoyunda “şeffaflık, denge ve denetim” başlıklarında eleştirilere konu oluyor. Eleştirmenler, Thiel’in teknoloji sermayesini ulusal güvenlik mimarileriyle buluşturan vizyonunu, iktidar ağlarının güçlenmesi ve gölge işbirliklerinin normalleşmesi riskleriyle birlikte okuyor.

Geçen kasım ayında liberteryen Hoover Institution bünyesinde Uncommon Knowledge programını yapan Peter Robinson, “Kıyamet mi geliyor?” başlığı ile Peter Thiel’i konuk etti.

“Peter Thiel, eski kehanetler ve modern teknoloji hakkında konuşuyor” alt başlığı ile servis edilen yayında, Palantir’in kurucusu “önde gelen teknoloji girişimcisi ve düşünür” olarak tanıtılıyor ve “ahir zaman, teknoloji ve toplumsal ilerleme hakkındaki görüşlerini” paylaşıyordu.

Zamanında Ronald Reagan ve Baba Bush’un konuşma yazarlığını da yapan Robinson, biraz da çanak soru sorar bir şekilde, Thiel’e “ahir zamana” doğu giderken üniversitelerin neden bu “bilgiye” sahip olmadığını anlatmasını istiyor.

Thiel cevap veriyor:

“… bunu başka birçok bağlamda da dile getirdim, ama benim sezgim, birçok yerde nispeten bir durgunluk olduğu yönünde. Aşırı uzmanlaşma, dar görüşlü uzmanların ne kadar harika olduklarını anlatmaları, kanser hücresi satıcılarının, kanser araştırmacılarının önümüzdeki beş yıl içinde kanseri tedavi edeceklerini söylemeleri gibi bir tür çöküşü gizliyor. Ve sicim [teorisi] fizikçileri kendilerinin en zeki fizikçiler olduğunu ve her şeyi bildiklerini söylüyorlar. Ama belki de bu, diğer herkesi engelleyen tuhaf bir akademik güç oyunudur. Tarihin büyük sorusuna gelmeden önce, bilim ve teknolojinin tarihi konusunda bir soru var: Bilim ve teknoloji çok ilerledi. Belki de daha yavaş ilerliyor. Neden değişti? Orada neler oluyor?”

Konu rasyonalizme de geliyor ve Thiel, örneğin Bacon gibi bilim insanlarının artık meydana çıkmadığını, hiper-uzmanlaşma ve rasyonalizmin “heroik” tipler yaratmadığını, epey hayıflanarak, dile getiriyor. Stagnasyon veya durgunluk çağımıza damga vurmaktadır ona göre. Üstelik bu apokalips ile, Armageddon ile, “ahir zaman” ile de bağlantılıdır: Deccal’in ortaya çıkışı gibi alametleri, kelimenin temel anlamlarıyla olmasa da, ikinci anlamlarıyla görmemiz mümkün olabilir. Deccal belki bir kişi değil, bir sistemdir; komünizm, “Avrupa Birleşik Devletleri”, tek dünya devleti… Hepsi birer alamet olabilir.¹

Deccal ve Armageddon türünden ikili bir seçim söz konusu olduğunda elbette herkesin “Deccal’e karşı tek dünyayı/tek dünya devletini” savunacağına işaret eden Thiel, buna rağmen iki yolun da kötü olduğuna ima ediyor ve bir “üçüncü yol” öneriyor veya önermiş gibi görünüyor. Oysa gördüğümüz, “kıyamet”in hiper-rasyonel kitle/kalabalıklar düşkünü Aydınlanma fikrinin reddi:

“(…) Ben, mutlak iktidarın mutlak yozlaşmaya yol açtığına inanan Lord Acton’un görüşüne daha çok katılıyorum. Ve bu, hiçbir denetime tabi olmayan bir iktidar olurdu. Dışarıda kimse kalmazdı. Bir anlamda, en büyük kalabalık, en büyük balon olurdu.

Muhtemelen İncil’in aydınlanmış rasyonellikten farklı olduğu bir yer [bu]. Aydınlanmış rasyonellik kalabalığın bilgeliğine inanır. İncil ise kalabalığın deliliğine inanır. Ve bir anlamda en büyük kalabalık olan bir dünya devleti varsa, bu tüm insanlığın kendi üzerine kapanması demektir.”

Sunucu Robinson hemen yapıştırıyor: “Küresel ayaktakımı [Global mob].” Thiel katılıyor.

Thiel, tek dünya devleti ve küresel yönetişim olarak Deccal’in zuhuru durumunda, mesela marjinal vergi oranlarına ne olacağını merak ediyor ve kendi merakını gideriyor: “Sanırım oldukça yüksek olurdu. Kaçışın olmadığı Doğu Almanya gibi bir şey olurdu.” Yıkım ile, kıyamet ile korkutulan insanların, Deccal’in huzur ve güvenlik kandırmacasına fit olmasından endişe ediyor. Tek dünya devletinin huzur ve güvenlik vaadi, yüksek vergi demek.

Usame bin Ladin, Locke’a karşı

Aslında Thiel, burjuva medeniyetinin tarihinde tekrar tekrar karşımıza çıkan bir temayı, kendince ince bir şekilde, bize sunuyor: Adam Smith’in (ve Karl Marx’ın!) rasyonel ekonomik insanı, aslında hımbıllık, vasatlık, ılımlılık ve ihtirassızlık eliyle insanın yok olması demek. “İnsan doğası” hakkındaki soruları sormayı bıraktığımız için ilerleme yavaşladı. Oysa insanın tekinsiz, şiddete meyilli, en azından tehlikeli yaratıklar olduğuna ilişkin “eski” bir gelenek de var. İşte Thiel, bu geleneği canlandırmayı öneriyor. Westphalia düzeni, Hobbes’un herkesin herkesin kurdu olduğu doğal durumdan kaçmayı vaaz etmesi; artık ödlekçe bir yaşam, kahramanca ama anlamsız bir ölüme tercih edilir olmuştu. Aydınlanma, “stratejik bir ricat” idi: İnsanların birbirini öldürmemesi için, insan doğasına ilişkin sorular sormak artık yasaktı.

Açık ki, elden düşme bir Nietzsche (ve belki de Heidegger ve Schmitt) ile karşı karşıyayız. Eski gelenekler yaşam hakkı veya özgürlük vaat etmiyordu; insan, mutlu olmak yerine erdemli olmayı hedeflemeliydi. Locke ve Hobbes’un doğadan (doğal olandan) kaçışı ve mutluluğa koşmayı övmesi ile kapitalist birikim arasında bağ kuruyordu. Locke, Hobbes, Smith olanca iyimserlikleriyle kendimiz için inşa ettiğimiz kapitalist cennetin dinginliğinde yaşayacağımıza inanıyorlardı.

Oysa tüm bu kardeşlik edebiyatına rağmen, Thiel’e göre 21. yüzyılın başında Batı medeniyeti, 11 Eylül saldırılarına uyandı. 11 Eylül, huzurun kaçtığı andı. Batı-dışı dünya daha Westphalia düzenine geçmemişti; Aydınlanma buralara eşitsiz şekillerde uğramıştı; din savaşlarının olmadığı Amerikan kıtasını din savaşları sarsmıştı, ve saire. Öbür dünyanın bir lütuf olduğu coğrayaların şehadete susamış fanatiklerinin karşısında, rahata alışmış Batılı ne yapabilirdi ki? Halbuki Usame bin Ladin, Locke gibi liberal düşünürlerin görmezden geldiği sınırların farkındaydı:²

“Bugün, sadece kendini koruma içgüdüsü hepimizi dünyaya yeni bir gözle bakmaya, garip yeni düşünceler üretmeye ve böylece, yanıltıcı bir şekilde Aydınlanma olarak adlandırılan, çok uzun ve kazançlı entelektüel uyku ve hafıza kaybı döneminden uyanmaya zorluyor.”

Dr. Thiel veya endişelenmeyi bırakıp kıyameti sevmeyi nasıl öğrendim?

Kıyameti kucaklama fikri Thiel’e özgü değil, ayrıca iyimser de olabilir, kötümser de. Silikon Vadisi’nin tekno-iyimserlerinin de, refah devletinin insan doğasını körelttiğini savunanların da dört gözle Armageddon’u beklediğini söyleyebiliriz.

Ne varki Thiel için esas kıyamet, hayatın iyiye ve güzele doğru gittiğini, ayak takımın da aslında değerli yaratıklar olduğuna inanan kibar sınıfların bönlüğünde yatıyor. “Bu kafayla giderseniz, ayaklar baş olur” demeye getiriyor. Zaten bu kötümserlikle olsa gerek, Schmitt’ten şu alıntıyı yapıyor:

“Rusya’da, Devrim öncesinde, yıkıma mahkûm sınıflar Rus köylüsünü iyi, cesur ve Hıristiyan mujik olarak romantikleştiriyordu. … 1789 Devrimi öncesindeki Fransız aristokrat toplumu, ‘doğası gereği iyi olan insan’ı ve kitlelerin erdemlerini duygusal bir şekilde yüceltiyordu. … Kimse devrimin kokusunu almamıştı; 1793 yılına gelindiğinde, bu ayrıcalıklı kesimin halkın iyiliği, yumuşaklığı ve masumiyetinden bahsederken sergilediği güven ve şüphecilikten yoksun tavırları görmek inanılmazdı – bu, gülünç ve korkunç bir manzaraydı [spectacle ridicule et terrible].”

Schmitt’in “siyasi olanın ısrarı” ve Ortaçağ Hıristiyanlığındaki eskatolojik “ya Mesih’tensin ya karşısında” ikiliğinde bulduğu evrenselliğin reddi, Thiel’in kıyamet sevgisinin 20. yüzyıldaki kaynakları arasında sayılmalıdır. Usame bin Ladin, Schmittyen bir topyekûn düşmanlaştırma ile kıyameti zorluyorsa, Batı medeniyeti de aynı tonda cevap vermelidir. Dolayısıyla, kıyamete davet olarak 11 Eylül, Thiel için dönüm noktasıdır.

Hakikatin yerine hakikatin temsilinin geçtiği bir çağı düşleyen Schmitt’e hevesle atıf yapan Thiel, bu suni dünyanın “teknik dinini” gereksinim duyacağını, bu “Babil birliğinin” yaratacağı kısa ahengin, Apokalipsten bir önceki durak olduğu müjdesini benimsiyor. Deccal, Schmitten ilhamla, bir kez daha güvenlik ve huzur vaadiyle karşımıza çıkıyor ve insanlığı yok ediyor.

Ama Thiel hâlâ bir üçüncü yola inanıyor. Sınırsız yıkıma yol açabilecek teknolojilerin yarattığı dehşet dengesi, Apokalips ile Deccal arasında sıkışan insanoğluna dar bir yolu da açıyor:³

“Ama ben her zaman kıyamet senaryolarına, Deccal’e veya Armageddon’a geri dönerdim. Ve bence bu kontrolden çıkmış bilim teknolojisinde bizi Armageddon gibi bir şeye iten çok şey var. Ve buna karşı doğal bir tepki de var: Gerçek gücü ve dişleri olan tek bir dünya devleti kurarak Armageddon’dan kurtulacağız. Bunun İncil’deki adı Deccal’dir. Ve benim Hristiyan sezgim, Deccal’i istemediğim, Armageddon’u istemediğim yönündedir. Bu ikisi arasında, her ikisinden de kaçınabileceğimiz dar bir yol bulmak isterim. Ve elbette, mümkünse bunu ertelemek, yeni şeyler denemek gibi yollar da vardır.”

Thiel’in düşünce silsilesi şöyle: Batı, kendine inancını kaybetti. Ama bu inanç kaybı sayesinde, muazzam ticari ve yaratıcı güçler serbest kaldı; aynı inanç kaybı yüzünden ise, Batı kendini savunmasız bıraktı. O halde soru şu: Modern Batıyı tamamen yok etmeden güçlendirmenin, kurunun yanında yaşın da yanmasını engellemenin bir yolu yok mu?

Buna verilen cevaplar muhtelif. Yazı dizisinde ahir zaman fikrinin yarattığı dehşete mülk sahiplerinin tepkilerinin bir kısmına değineceğiz. Ama Thiel, Amerikan kurucu babalarının “özgürlüğüne” imrendiğini gizlemiyor. Amerikan Anayasası öncesindeki Amerikalılar, sonrasındakilere göre çok daha özgür görünüyor. Leo Strauss’u hatırlıyor: “En adil toplum bile ‘istihbarat, yani casusluk’ olmadan ayakta kalamaz”, fakat “casusluk, doğal hakların belirli kurallarının askıya alınması olmadan imkansızdır.” Thiel onaylar görünüyor:

“Aptallar tarafından anlatılan Shakespeare masallarına benzeyen, bitmek bilmeyen ve sonuçsuz parlamento tartışmalarıyla dolu Birleşmiş Milletler yerine, dünya istihbarat servislerinin gizli koordinasyon organı olan Echelon’u, gerçek anlamda küresel bir Amerikan barışına [pax Americana] giden yol olarak görmeliyiz.”

Trump’ın yarattığı hakikat anı ve apokálypsis

2016 yılında Donald Trump ilk kez başkanlık koltuğuna oturduğunda, Barack Obama, kıyamet anlamındaki apocalypse’e gönderme yaparak, “dünyanın sonu değil ya…” demiş.

Thiel’e göre, Obama kelime anlamı itibariyle haklıydı. Ama eğer eski Yunandaki anlamıyla apokálypsis’e (teşhir, ortaya serme) bakacak olursak, ikinci Trump dönemi için aynı şeyi söylemek mümkün değildi:

Apokálypsis, eski muhafızların internete karşı açtığı ve internetin kazandığı savaşı karara bağlamanın en barışçıl yoludur. Arkadaşım ve meslektaşım Eric Weinstein, internet öncesi gizli bilgilerin koruyucularını Dağıtılmış Fikir Bastırma Kompleksi [Distributed Idea Suppression Complex] (DISC) olarak adlandırıyor – geleneksel olarak kamusal söylemi sınırlayan medya kuruluşları, bürokrasiler, üniversiteler ve hükümet tarafından finanse edilen STK’lar. Geriye dönüp bakıldığında, internet, 2019 yılında finansçı ve çocuk fuhuşu suçlusu Jeffrey Epstein’ın hapishanede ölümüyle DISC hapishanesinden kurtuluşumuzu çoktan başlatmıştı. O yıl ankete katılan Amerikalıların neredeyse yarısı, Epstein’ın intihar ettiği yönündeki resmi açıklamaya güvenmiyordu, bu da DISC’in anlatı üzerinde tam kontrolünü kaybettiğini gösteriyordu.”

Thiel’in desteklediği Trump’ın Epstein davasında kendi tabanına yaşattığı büyük fiyasko ile simgelenen ironiyi bir kenara bırakalım. Kennedy suikastinden Covid-19 komplosuna kadar bir dizi konuda sapla samanı birbirine karıştırdıktan sonra, nihayet kendi ancien régime’lerini artık geri dönüşsüz biçimde tarihin çöplüğüne gönderdiklerine inanıyordu. “İnternet öncesi geçmiş”in “gerici restorasyonu” olmayacaktı.

Gelecek, “taze ve sıra dışı fikirler” gerektiriyordu. Yeni fikirler, en derin sorularımızı yanıtlamak şöyle dursun, “neredeyse hiç dikkate dahi almayan” eski rejimi kurtarabilirdi ama bu artık mümkün değildir. Bu sorular arasında, ABD’de bilimsel ve teknolojik ilerlemenin 50 yıldır yavaşlamasının nedenleri, artan emlak fiyatları ve kamu borcunun patlaması yer alıyordu. Thiel, Trump’ın yarattığı apokálypsis ile bir hakikat anı yakaladıklarına inanıyordu. Bu nedenle Amerikan kurucu babaları ile, onların köleciliği ve sömürgeciliği ile uğraşmak yerine Epstein ile uğraşmak daha anlamlıydı. İlk Afrikalı kölenin Amerikan kıtasına ayak bastığı 1619 yılını taşlamak yerine, Covid-19’a odaklanmak daha doğruydu. Burada ima edilenin, köleciliğin, sömürgeciliğin, manifest destiny’de vücut bulan Amerikan istisnacılığının rehabilitasyonu olduğunu anlamak için deha olmaya ise gerek yok. Rahata alışan hımbıl Batılılar, feda kuşağı gibi görünen Batılı olmayanlarla başka nasıl baş edebilir ki?

Görünmez diktatörlük
Görünmez diktatörlük
İçeriği Görüntüle

İnsanın, özellikle de mülk sahibi insanın mülksüzleşme korkusu, burjuva medeniyetine yönelik “Bu ayaktakımını/baldırıçıplakları başımıza siz sardınız!” ile özetleyebileceğimiz nefret, kabaca Nietzsche’den mülhem bir aristokratik isyanda vücut buluyor.

Burada, kültürel korku, biyolojik korkuya karışıyor. Dizinin sonraki bölümünde ortaya sereceğimiz Sosyal Darwinist ve Malthusçu kötümser kıyamet alametleri tekrar hortluyor.

H. G. Wells’in Zaman Makinesi’nin kahramanı Zaman Yolcusu, icat ettiği cihazla gittiği 802.701 yılında gördüğü insanları anlatır. Yeryüzünde, görünürde neşe içinde, kaygısızca yaşayan Eloi ırkı bir yanda; yer altında gün yüzü görmeden, pis işlerde çalışarak, tarihin bir anında yamyamlığa yönelerek yaşayan Morlocklar ise diğer yanda. Öyle bir distopya ki, mülk sahipleri ile mülksüzler, gelecekte bir momentte iki ayrı ırk haline gelmiş ama ilk bakıştaki ahengin aksine, sayıca çok yeraltı ırkının artık yeryüzünün kibar sakinlerini yediği bir düşüşe hapsolmuştur. Mülk sahipleri rahata o kadar alışmışlardır ki, yaşadıkları cennet aslında kıyameti çağırmaktadır. İnsanlık o kadar ilerlemiştir ki, insan ırkı biyolojik olarak regrese olmuştur.

Thiel’in de içinde olduğu Silikon Vadisi elitleri, işte bu kıyamet senaryolarını bir uyarı saymakta, kendilerine (yani kendi gibi olanlara, mülk sahiplerine) iktisadi, coğrafi ve aslında onlar için aynı anlama gelmek üzere biyolojik bir çıkış aramaktadırlar.

Kaynak: Harici