“Rubaiyyât-ı Oğuz” Şair Bekir Oğuzbaşaran’ın Ötüken Neşriyattan çıkan rubai tarzında şiir kitabı. Yüz sekiz sayfa hacminde ve doksan dokuz rubaiyyâttan oluşmaktadır.

“Rübâiyyât-ı Hayyam” Hayyam’ın rubaileri ifadesinin bir benzeri, Bekir Oğuzbaşaran’ın soy isminin ön kısmından mülhem bir isimlendirmedir. “Rübâiyyât-ı Oğuz” her ne kadar kitap içeriğinde bir mahlas olarak kullanılmamış olsa da bir nevi şairin mahlası gibidir. Bir anlamda Ömer Hayyam’ın bin rubaisinden oluşan “Rubaiyat” kitabını da çağrıştırıyor diyebiliriz. Başka bir cihette bu isimlendirmenin, daha geniş çerçevede büyük Türk boyu olan Oğuz ismini de çağrıştırdığını söyleyebiliriz.

Akıncı ruh: Gölge’den Akıncı Güç’e... Akıncı ruh: Gölge’den Akıncı Güç’e...

Rubailerin özünde özellikle ilahi aşk vardır. Münâcat ve ilahiyi çağrıştırmaktadır. Dini ve manevi duyarlılıkların yanında mistik ve felsefi yaklaşımlarda dikkat çekmektedir. Vahdet inanışı olmazsa olmazıdır. Tasavvufî bakış gelenekten gelen şekliyle işlenmektedir. Geleneğimizin, geçmişimizin değerleriyle beslenir. Ağırlaşan yabancılaşmanın karşısında bir panzehir hüviyetinde çarelerden bir kılcal damar gibidir. Başka bir boyutta ilahi olana ulaşma güzergâhında bir çabadır bu yazılanlar. Şair başka bir taraftan da anlatım vakarlığını okurlarına hissettirmektedir.

Her ne kadar ara ara unutulmaya yüz tutmuş köklerimizden, kültürümüzden gelen bazı arkaik kelimeler olsa da genel anlamda rubailer anlaşılır. Şair, rubailerde, darbımesel gibi kimi alıntı ata sözlerine, özlü sözlere yer vermektedir. “Ayı derisinden post olmaz”, “Geçmiş zaman olur ki hayâli cihan değer” gibi sözleri örnekleyebilirim. İnancımızda, tasavvuf anlayışımızda olan Allah’ın kudreti olarak isimlendirilen “yed-i kudret” gibi ifadelere de rubailerde karşılaşıyoruz. Bu örnekler, kültürümüzün, kadim değerlerimizin geleceğe aktarılmasının numune-i timsallerindendir.

Bilindiği üzere rubailerin kafiye düzeni aaba’dır. Şair rubailerini 11’li, 12, 13, 14 ve 15’li hece ölçüsünde yazmıştır. Bu kafiye düzeninde rubailerin bir kısmında şairin cinas kafiye yaptığını da görmekteyiz. Bilindiği gibi cinas “yazılışları ve söylenişleri aynı ama anlamları farklı iki kelimenin bir arada kullanılma sanatıdır” olarak tanımlayabiliriz. “kaşı gözü sürmeli/ taşı taşa sürmeli/ dağa çöle sürmeli”, “bahçeler, bağlar/ yolumu bağlar/ görünmez bağlar”, “dumanlı dağlar/ yüreği dağlar/ ciğerde dağlar”, “ev, gülüm/ sev gülüm/ sev/gülüm” gibi mısraları örnekleyebilirim.

Geleneğimizde olan rubai konuları daha çok dini, tasavvufî, felsefi ve hikemî temalarda yazılarak geleneğe uyulmuştur. Rubâiyât ya da rubâiyyât, Divan Edebiyatında dört dizeden oluşan belirli aruz kalıpları ile yazılan şiirler olarak biliriz ama burada şair rubailerini hece ölçüsüyle yazmıştır. İran edebiyatından kültürümüze geçmiş ve Klasik Türk Edebiyatımızda da yer edinmiş nazım biçimlerinden biri olan rubailerin hece vezinli olanlarından güzel örnekler bunlar. Şairin rubaileri hakkında fikir sahibi olabilmek için farklı konularda yazılmış rubailerden dört tanesini buraya taşımak istiyorum izninizle. “Rubâî” isimli şiiri şu şekildedir. “Rubâî, uzaktan bakana kolay görünür/ Söz yarışında bin bir acemi tay görünür/ Hâletî, Beyatlı, Asya bu işin üstâdı/ Mevlâna ve Ömer Hayyam dolunay görünür” (“Rubâî”, sayfa 21), “Bir makarr-ı ulemâdır Kayseri/ Bir meydan-ı şuarâdır Kayseri/ İlk tıp fakültesi onda kuruldu/ Bir menbâı etibbâdır Kayseri” (sayfa 28), "Sevgi yenilenmezse yavaş yavaş azalır/ Bitmeyecek sanılan duyguları yel alır/ Harlamağa bağlıdır ateşin sönmemesi/ Yoksa ortada yalnız iki yabancı kalır” (sayfa 48), “Şiir yazdım “Sen çok iyi bir yazarsın” dediler/ “Oldukça güzel cümleler düzersin” dediler/ Ağza bakıp düz yazıya geçtim bu defâ/ “Ey şair, bu vadîde ne gezersin?” dediler” (sayfa 65) gibi.

Edebiyatımızda yer alan aşk hikâyelerimizden “Ferhad-Şirin, Vâmık-Azrâ, Yusuf-Züleyhâ, Kays-Leyla” ve başka değerlerimizden “Hâletî, Ömer Hayyam, Mimar Koca Sinan, Âşık Seyrânî, Mevlana, Yunus, Bağdatlı Rûhî, Bâkî, Ali Şîr Nevâî, Hünkâr Hacı Bektâş-ı Velî, Yesevî, Dedem Korkut, Karac’oğlan, Yahyâ Kemâl, Arif Nihat Asya, Necip Fazıl, Gevher Nesibe Hâtun, Münker Nekir Melekler, Lâedrî, Somuncu Baba, Fatih, Meddah” gibi kültürümüzde olan birçok değere rubailerde yer verildiğini görmekteyiz. Bunlarla beraber “ahsenü’l kasas, irsal-i mesel, darbımessel, ser mimaran” gibi kavramlar, Bağdatlı Rûhî’nin Terkib’i Bend’i, Bâkî’nin Kanunu Mersiyesi” gibi eserlerine göndermelerde bulunulup rubailerde yer verildiğini görmekteyiz. Rubailerde yer ve mekân isimleri olarak da “Kayseri başta olmak üzere Hisarcık, Erciyes, Kapuzbaşı, Van, Tirmiz, Bağdat, İstanbul, Toroslar, Arafat, Hira, Kaf” gibi yer isimlerini sıralayabiliriz.

Son tahlilde, biçim ve üslup olarak klasik ve halk edebiyatımızın ruhunu, özünü tamamen yansıtmaktadır. Toplumsal içerik, içsel yolculuk, övgü-mersiye gibi çok çeşitli konulara değinildiğini söylemiştik. Rubailerin sesi, akılda kalıcılığı, ahlaki umde vurgusu, müeddep bir insan tasavvuru, çok çeşitli konulara temayüzü, velut bir dağarcık ritmi, ahengi, gücü ve iştiyakıyla birlikte seçkin berceste bir çalışma olduğunu söylesek yeridir. İslami değerleri ve ata kültürünü içine almış, müntesip bir minvalde bir nakşediştir. Ata kültürümüzü gelecek nesillere aktarma mesabesinde bir değerdir. Bunlarla beraber daha çok konulu rubailerde, nasihat nüveleriyle birlikte pragmatik bir çerçevede de yol alınmaktadır diyebiliriz. İyi okumalar.

İlkay Coşkun