Bilim dünyasında takip edilen beyin-bilgisayar arayüzü (BBA) çalışmaları, felç veya ileri derecede motor nöron hastalıkları (ALS) gibi sebeplerle iletişim yeteneğini yitirmiş bireyler için yeni bir umut ışığı olarak sunuluyor. Kaliforniya Üniversitesi'nde bir laboratuvarda, felç nedeniyle konuşma kabiliyetini kaybeden bir kadının beyin aktivitesinin elektrotlar ve makine öğrenimi modelleriyle 80 milisaniyeden kısa bir sürede akıcı konuşmaya çevrilmesi, bu alandaki baş döndürücü ilerlemeyi gözler önüne seriyor. Benzer şekilde, bir ALS hastasının sinirsel sinyallerle çalışan dijital bir avatar aracılığıyla torununa seslenebilmesi, teknolojinin geldiği noktayı çarpıcı bir şekilde ortaya koyuyor.
Mevcut BBA sistemleri, beyne cerrahi müdahaleyle elektrot yerleştirilmesini ve bu elektrotların harici işlemcilere karmaşık kablolarla bağlanmasını gerektirmesi nedeniyle henüz yaygın kullanımdan uzak. Ancak Seul, Boston, Zürih ve Bengaluru gibi merkezlerde yürütülen çalışmalar, mikro ölçekli, kablosuz ve tamamen vücuda yerleştirilebilir sinirsel arayüzler geliştirmeye odaklanıyor. Biyobozunur ipek bazlı polimerler, karbon nanotüp ağları ve hidrojeller gibi yeni nesil materyallerin geleneksel sert elektrotların yerini alması, beyin sinyallerinin daha net yakalanmasını ve bağışıklık tepkilerinin azaltılmasını hedefliyor. Vücut ısısı ve hareketinden enerji elde eden sistemlerle batarya ihtiyacının ortadan kalkması da bir diğer önemli gelişme olarak öne çıkıyor.
MASUM BAŞLANGIÇTAN KONTROL MEKANİZMASINA
Başlangıçta tıbbi amaçlarla geliştirilen bu teknolojinin, kısa sürede ticari bir potansiyele dönüştüğü ve küresel BBA pazarının 2025'te 2,21 milyar dolardan 2030'da 3,6 milyar dolara büyümesinin beklendiği belirtiliyor. Neuralink, Synchron ve Blackrock Neurotech gibi şirketler tıbbi sınırları zorlarken, EMOTIV, Neurable ve NextMind gibi firmaların eğlence, sanal gerçeklik (VR) ve kişisel verimlilik alanlarına yöneldiği görülüyor. Düşünce gücüyle oynanan VR oyunları, duygusal durumlara göre müzik ve sanatı etkileyen tüketici başlıkları ve BBA destekli artırılmış gerçeklik (AR) gözlükleri için alınan patentler, teknolojinin hızla gündelik hayata sızma potansiyelini gösteriyor.
Ancak madalyonun diğer yüzü, bu "sessiz konuşma" ve "düşünceyle kontrol" teknolojisinin barındırdığı derin tehlikelere işaret ediyor. RAND Corporation raporunda yer alan uzman görüşlerine göre, bu teknolojiler zihnin en mahrem alanına müdahale etme ve bireyleri daha önce hiç olmadığı kadar savunmasız bırakma riski taşıyor.
"NÖRO-HEDEFLEME" TEHDİDİ VE ZİHİNSEL MAHREMİYETİN SONU
Raporda, iş yerlerinde çalışanların odaklanma veya duygusal durumlarını izleyen BBA denemelerinin yapıldığına ve pazarlama alanında reklamlarla bilinçsiz etkileşimi sinirsel geri bildirim yoluyla ölçen araçların geliştirildiğine dikkat çekiliyor. Bu durum, "nöro-hedefleme" olarak adlandırılan ve bireyleri bilinç düzeyinin altında manipüle etme tehlikesini gündeme getiriyor. Böyle bir senaryoda, bireylerin kararları ve davranışları, farkında dahi olmadan dışarıdan etkilenebilir hale gelebilir.
Uzmanlar, düşüncelerin dile veya eyleme dönüşmeden önce yakalanıp analiz edilebilmesinin, bireylerin kendilerini sansürlemesine yol açabileceği ve "zihinsel mahremiyetin" tamamen ortadan kalkabileceği uyarısında bulunuyor. Bir sinirsel cihazdan ortaya çıkan "siz" versiyonunun, gerçekten sizin niyetinizi mi yansıtacağı, yoksa algoritmalar tarafından filtrelenmiş, biçimlendirilmiş ve basitleştirilmiş bir yansıma mı olacağı sorusu, teknolojinin etik boyutunu sorgulatıyor.
YASAL BOŞLUKLAR
Şili'nin "nöro-hakları" anayasasına dahil eden ilk ülke olması ve Avrupa Birliği'nin Genel Veri Koruma Yönetmeliği (GDPR) gibi mevcut düzenlemelerin kısmi koruma sağlayabileceği belirtilse de, BBA kullanımı veya nöro-veri toplanmasını özel olarak düzenleyen bağlayıcı uluslararası bir yasanın bulunmaması, endişeleri daha da artırıyor. Bu yasal boşluklar, kullanıcıları potansiyel istismarlara karşı savunmasız bırakma tehlikesi taşıyor.
RAND araştırmacıları Jessie Osborne ve Sana Zakaria, BBA'ların laboratuvarlardan çıkıp günlük hayata girmesiyle birlikte, sadece ne yapabileceklerinin değil, ne yapmaları gerektiğinin de sorgulanmasının hayati önem taşıdığını vurguluyor. Teknolojik yeniliklerin, mahremiyet, rıza ve insanın temel değerlerini her sistemin merkezine yerleştiren etik bir öngörüyle birleştirilmesi gerektiğinin altı çiziliyor.
"Sessiz konuşma" çağının başlangıcı olarak nitelendirilen bu gelişmelerin, insanlık için bir özgürleşme mi yoksa derin bir kontrol ve manipülasyon hikayesine mi dönüşeceği, atılacak adımlara ve alınacak önlemlere bağlı olacak gibi görünüyor. Zihnin son sığınağı olan düşüncelerin dahi okunabilir ve yönlendirilebilir hale gelme ihtimali, distopik bir geleceğin kapılarının aralandığı yönündeki kaygıları güçlendiriyor.




