19. yüzyılın sonları, nüfuzlu bir Osmanlı paşasıdır Mehmed Raif Paşa… Masonluğuyla malul meşhur Midhat Paşa’nın en çok güvendiği, nereye gitse yanında götürdüğü adamlardan… Tuna Valisi iken Evrak Müdürü, Bağdat Valisi olunca Vali Muavini yapar Mehmed Raif’i Midhat Paşa… Sadrazamlığında ise Babıali Evrak Müdürü…

Midhat Paşa bir masondur, Osmanlı’yı içten çürütenlerden; altını oyanlardan II. Abdülhamid Han’ın… Ulu Hakan, Paşa hakkındaki hükmü verip onu uzaklaştırırken, zekâ pırıltısı gördüğü adamlarını da yanından çekip alarak yalnızlaştırır aynı zamanda…

O adamlardan birisi Mehmed Raif, halk arasında bilinen adıyla Köse Raif… Sultan Ticaret ve Ziraat Nâzırlığı’na kadar yükseltir Midhat’ın yanından çekip aldığı Raif Paşa’yı, daha sonra Halep valiliği… Ve tevdi eder daha nice vazifeler…

Raif’in bir de kızı vardır, onun da adı İhsan Raif… Dört evlilik yapıp en son bir Fransız’da karar kılan, çalkantılı bir ömür sürüp 50’sine varmadan göç edip giden İhsan Raif…

Öncesi şöyle: Nazır babasının yanında, Nişantaşı’ndaki konakta -şimdi Şişli Kaymakamlığı’nın olduğu bina- henüz 13 yaşındayken göz koyar Mehmet Ali isimli biri ona. Ve yeltenir kaçırmaya… Başaramaz; ama sonrası dedikodu, iftira… Kızını 13’ünde evermeye karar verir lâfa-söze dayanamayan baba Mehmed Raif. Çocukluğundan itibaren şiire meraklı ve koyu bir Rıza Tevfik hayranı olan İhsan Raif Hanım’ın kaleminden dökülür şu dörtlük, gelin giderken:

“Kimseye etmem şikâyet, ağlarım ben halime

Titrerim mücrim gibi, baktıkça istikbalime

Perde-i zulmet çekilmiş, korkarım ikbalime

Titrerim mücrim gibi, baktıkça istikbalime”

Kimilerine göre kendisinin, kimilerine göre Serkis Efendi’nin bestesiyle nihavend makamı, curcuna usûlünde bir şarkıdır doğar… Müzeyyen Senar, Funda Arar ve daha nicesi; dolanır dilden dile… Suçu olmamasına rağmen bir suçlu muamelesi gören İhsan Raif’in kimseye şikâyet edemediği hâlinin dizelerde haykırışıdır bu; ama o yine de şikâyet etmez…

Hep bir çözüm arar, belki de yanlış yerde arar ve bulamaz; hayatındaki gel-gitler de bundandır belki. Modern dünyanın girdabında bedenini hazza doyurmasına mukabil ruhunu tatmin edemeyen insanın, sıkıntıyı içine değil de, kendini şikâyet sığınağına atması gibi yapmaz… Çünkü farklıdır bugünün insan tipi…

Bulunduğu hâlden, konuştuğu muhatabından, akrabayı taallukatından, yönetilenden ve tabiî ki yönetenden şikâyetlerini ardı arkası kesilmeden sıralar bugünün insanı… Kimi çözümü bilmediğinden; ama ekserisi samimiyetsizliğinden… Çünkü kılını bile kıpırdatmaz, şikâyet ettiklerinin kökten değişmesi adına…

Hiçbir sabiteye istinad etmeden şikâyetler kervanı düzenler, ellerine geçen ilk fırsatta kendileri yapmazdı o şikâyet ettiklerini, kendileri de olmazdı o beğenmedikleri insanlardan… Senelerce “torpil yapıyorlar” diye bas bas bağırıp bir torpille kendini devlet dairesine atmanın yolunu aramaz, bir yandan türlü sapıklıkları destekleyip bir yandan “çocuk istismarı” diye bağırıp İslâm’a saldırmazlardı.

Samimiyetsizlikleri, çözüm ortada dururken yanaşmayıp ıslık çalmalarından ve hatta tek çözüme saldırmalarından belli…

Ne diyordu bir genç Metin Külünk'ün konuk olduğu Mevzular Açık Mikrofon programında: 19 yaşında ben gezmek-tozmak istiyorum, Marmaray’la gelip Metin Bey’e soru sormak değil de kendi arabamla gezip tozmak…

Demek ki; herkes her şeyden şikâyet etse de sözde düzenden memnuniyetsizliğini dile getiren dahi düzenden memnun -memnuniyetsiz olduğu tek şey düzülen olmak- aslında. Tek derdi de kendini o tarafa atmak esasında…

Bir türkü de -biraz da nükte ile- bunlar tutturmuş, şöyle:

“Tüküreyim tüm yolsuzların ervahına

Hunharca ederim şikâyet, alayına

Olaydım burada olacağıma orada

O zaman etmezdim şikâyet, alayına.”

Aylık Baran Dergisi 11. Sayı Ocak 2023