Eğitim-öğretim meselesi bir medeniyetin medeniyet olma iddiasının gücü bakımından elzemdir. Geçtiğimiz sayımızda bu minvalde olmak üzere eğitim sistemimizi ele almış ve diğer sahalarda olduğu gibi içinde bulunduğumuz müesses nizamın Batı hegemonyasında olmasından dolayı eğitim-öğretim sistemimizin de Batı normlarına dayalı bir temelde inşâ edildiğini belirtmiştik. Bu normların getirmiş olduğu aksaklıklarla beraber umumî öğretimde yapılan belli başlı önemli hatalara değinmiştik.

Bugünkü müesses nizam Batı hâkimiyetinde ilerlerken, eğitim sistemi de bu nizamın çarklarından bir tanesi. Belki de en önemli çarkı… Önemi ise toplumu fert fert kontrol altında tutarak sisteme aykırı fikirlerin zuhurunu önleyici, yetişen her ferdi sisteme entegre edici bir rolde kullanılabilir olmasından… Bu rol Batı’nın mekanik-materyalist dünya görüşü çerçevesinde Batı tarafından en iyi şekilde kullanılmıştır.

Eğitim, toplumun temel dinamiklerine göre yön alır ve hareket eder. Kültürel, içtimaî, iktisadî ve siyasî durum eğitime yön veren etkenlerdir. Bu sebeple eğitim sistemi tek başına ele alınamaz ve incelenecek dönemin dinamikleriyle düşünülmek zorundadır. Bu minvalde Batı’nın materyalist dünya görüşü çerçevesinde inşâ edilen modern eğitim sisteminin köklerini de Batı’nın geçmişinde aramalıyız. Tarihte elde edilen tecrübelerinin toplamından, dünya görüşlerine nisbetle yanlış olarak gördüklerini çıkarmışlardır ve bu denklem bize modern sürecin sistemlerini vermiştir. Elbette onların dünya görüşlerine nisbetle eledikleri, bizim dünya görüşümüze nisbetle kat’i olarak kabul görmesi gereken şeyler olabilir. Yahut onların kabul ettikleri şeylerin birçoğu da bizden aparılıp süzgeçten geçirilmiş olabilir; ki öyle de…

Batı medeniyetini bir bütün olarak ele aldığımızda üç sacayağı üzerinde durduğunu görürüz. Bu üç ana unsur-dayanak, fikirde Eski Yunan, idarede Roma ve ahlâkta ise Hıristiyanlıktır. Zira Üstad Necip Fazıl Batı medeniyetini “Yunan aklı, Roma nizamı, Hıristiyan ahlâkı” olarak tasvir etmiştir. Eski Yunan ile başlayan, Roma ile nizam bulan ve Hıristiyanlık ile bir kalıba bürünen Batı’nın, bu üç unsurun harmanlandığı ve bu harmanlama sonucunda Modern sürecin doğduğunu söyleyebiliriz. Bu modern süreci ise “Rönesans’tan günümüze” şeklinde ele alabiliriz. Her meselede olduğu gibi eğitim-öğretim meselesinde de Batı’yı bu üç temel unsuru ve modern süreci göz önünde bulundurarak bir tahlil yapma zarureti hâsıl olmaktadır. Yukarıda da belirttiğimiz gibi, eğitim toplumların kültürel, iktisadî, içtimaî ve siyasî durumlarından ayrı düşünülemez ve bunların hâlline paralel bir yörüngede seyreder. Bu bakımdan bu üç temel unsur çerçevesinde Batı’nın eğitim serüvenini kısaca inceleyerek, Batı’nın eğitim-öğretim serüveninin köklerine genel hatlarıyla bir göz atalım ve böylece bugüne nasıl gelindiği hakkında fikir sahibi olabilelim.

Batı Medeniyetinin Menşei

Eski Yunan, Batı medeniyetinin temeli ve fikirlerinin membaıdır. Her meselede olduğu gibi eğitim meselesinde de Eski Yunan düşünürlerinin fikirlerine önem verilmiştir. Bu sebeple Batı medeniyetinin köklerinden bahsedebilmek için Eski Yunan’a bakmak gerekmektedir.

Eski Yunan’ın günümüze olan yansımalarını her sahada görebileceğimiz gibi eğitim-öğretim terminolojisinde de görebiliyoruz. Buna bir misal verecek olursak; pedagoji kelimesinin kökünü buradan aldığını söyleyebiliriz. Bugün çocuklarda öğrenme problemleri, önemli kişiliklerin ve diğer kültürlerin öğrenme usullerini izah amacıyla kullanılan pedagoji; kökünü Grekçe çocuk anlamına gelen “paid” ve idare etmek anlamına gelen “ago” kelimelerinden alır. Grekçe “paidagogeo” çocuk yönetmek anlamına gelir. Bugünkü karşılığı ise pedagojidir. Burada ki ilginç bir nokta ise erdemli olamamaları sebebiyle insan olarak bile görülmeyen, böylece eğitimden mahrum edilen kölelerden, sahiplerinin erkek çocuklarının eğitimlerini denetlemek ve sürekli çocukların yanında bulunmakla görevli olanlara “pedagog” denilmesidir. Bu cümlede özellikle “erkek çocuklar” dememizden anlaşılacağı üzere Eski Yunan’da kız çocuklarının eğitimine sıcak bakılmamıştır.

Eski Yunan’da halk köleler ve asiller olmak üzere iki sınıftan oluşuyordu. Şehir devletleri şeklinde yapılanan devletçiklerin kendine has eğilimleri vardı. Bir kısmı demokrasi ile yönetilirken, bazılarında askerlik ve savaşçılık ön plana çıkıyordu. Fikrî olarak erdem kavramı üzerinde duruluyordu ve erdem ancak ve ancak soylulara has bir şeydi. Erdemin kaynağı olarak ise eğitim görülüyordu. Bu düşüncelerden yola çıkarak eğitim ve öğretimin de sadece asilleri kapsadığını söyleyebiliriz ve eğitimin ne derece ehemmiyetli olduğunu anlayabiliriz.

Şehir devletlerinin her birinin eğitim anlayışının temelinde sosyal yapıları vardı. Polis adı verilen şehir devletlerinden en önemlileri kanun devleti olarak bilinen Atina ve savaş devleti olarak bilinen Sparta’dır. Misal olarak savaşçılıklarıyla tanınan Sparta’da eğitim sadece askerî eğitimdi ve “sadakat, itaat ve disiplin” aşılanıyordu. Demokrasinin ön plana çıktığı Atina’da ise ise bilhassa hitabet dersleri veriliyordu. Eğitimin temeline beden eğitimi ve müzik yerleştirilmişti. Beden eğitimi ile asillerin fizikî olarak sağlıklı olması amaçlanırken, müzik ise ruha yönelik olarak düşünülüyor estetik anlayışı oluşturulmaya çalışılıyordu.

Hatırlamak ve Hatırlatmak

Eski Yunan’dan bahsedip de Sokrat’ın lafzını açmamak elbette olmaz. Sokrat sadece aristokrat ailelerin çocuklarına değil halkın bütün tabakalarına dersler vermiştir. Meselelere ruhî veçhesiyle yaklaşan Sokrat’ın eğitime yaklaşımı da bu şekildedir. Sokrat, “öğrenmenin hatırlamak ve öğretmenin hatırlatmak” olduğunu söylemiştir. Hatırlamanın ve hatırlatmanın en iyi yöntemi olarak ise soru cevap usûlü benimsenmiştir. Bu yöntem öğrenmeye talip olanların fikir yürütmesinin önünü açıcı olması sayesinde farklı fikirlerin zuhuruna kapı aralayan bir yöntemdir.

Eflatun ve Akademia

Sokrat’ın öğrencisi olan Eflatun’un eğitim üzerine düşüncesinin temelinde ise toplumun değişmesi için insanların zihnî yapılarının değişmesi gerektiği yatar. Eflatun’a göre eğitimde birinci derece mesuliyet devlete ait olmalıdır; bir adım daha öteye giderek aile mefhumunun ortadan kaldırılmasını ve çocukların devlet eliyle beden, şahsiyet, estetik ve felsefe eğitimi alarak ideal bireyler oluşturulması gerektiğini savunmaktadır. Kız çocuklarını da bunun dışında düşünmemiş, onların da bu örgün eğitimde yer alması gerektiğini söylemiştir. Oysaki aile toplumun bel kemiği-yapı taşıdır. Çocuk ilk eğitimini aileden almaktadır. Elbette bu fikirler dönemin şartlarına nisbetle değerlendirilmelidir. Gerek nüfus, gerek sosyal çevre sebebiyle bu bahsi geçen fikrin günümüzde herhangi bir devlet tarafından uygulanabilmesi pek mümkün gözükmüyor. Diğer taraftan aile mefhumunun ortadan kaldırılması gelecekte şahsiyet kazanacak fertlerin ruhî planda bazı boşluklar yaşamasına sebep olur. Ailenin ortadan kaldırılmasından ziyade, gerek günümüz şartları gerekse de çocuğun en iyi şekilde yetiştirebilmesi açısından ailenin eğitilmesi daha makuldür.

Eflatun’un eğitim meselesindeki en önemli özelliği ise tarihteki ilk üniversite olarak kabul edilen felsefe okulu Akademia’yı kurmasıdır. Burada öğrencilerine matematik, doğa bilimleri ve yönetim biçimi gibi çeşitli konularda ders vermiştir. Akademia bir vakıf şeklinde, ihtiyaçlarını bağışlarla karşılayan özel bir kurum özelliği taşımıştır ve Eflatun’dan sonra da yüzyıllar boyunca varlığını devam ettirmiştir.

Aristo

Eski Yunan’da fikirlerine en çok önem atfedilen üçüncü kişi ise Akademia’da Eflatun’un 20 yıl öğrenciliğini yapan Aristo’dur. İskender’in hocalığını da yapan Aristo bugünkü “lise” kelimesinin kökünü aldığı “Lykeion” isminde yeni bir okul kurmuştur. Aristo Eflatun’un aksine aileyi eğitimin ana unsuru olarak görmektedir. Aristo’nun eğitime başlamanın en erken yaşının beş, ideal yaşın ise yedi olması gerektiği görüşü bugün de kabul edilmektedir. Çocuğun içinde bulunduğu sosyal çevreyle etkileşime girdiği ilk andan itibaren; hatta doğumdan önce ana rahmindeyken bile öğrenmeye açık olduğu ilmî araştırmalar sonucu ortaya konmuştur (Tabiî biz Müslümanlar için bu bilinen bir durumdur). Elbette insanın öğrenme kapasitesi kişiden kişiye farklılıklar gösterebileceği gibi öğrenilmesi düşünülen şeye göre de değişebilir. Sokrat, Eflatun ve Aristo’nun çokça bahsi edilerek anılan M.Ö. 5. ve 4. asırda eğitimin amacı öğrenmeye talip olanlara saygı, adalet, cesaret, kendine hâkim olabilme, kahramanlık, güzel ve kötüyü ayırt edebilme kabiliyetlerini kazandırarak erdeme erişmelerini sağlamak olduğuna göre yedi yaş erdeme ulaşmak adına sahip olunması gereken bu vasıfların öğrenilmeye başlanması açısından geçtir. Bu sebeple çocuğun eğitiminde öncelik ailenindir. Yedi yaş ancak pozitif bilimlerin öğrenilmesi açısından kabul edilebilir.

Helenist dönem

İskender’in doğuya doğru ilerleyişi neticesinde Yunan kültürü Doğu Akdeniz’e kadar yayılmış ve bu bölgelerdeki kültürlerden etkilenmiştir. Birçok kültür merkezi oluşturulmuş, kütüphaneler kurulmuş ve kültürel hayatın gelişmesi ve entelektüel eğitimin önem kazanmasıyla, hem devlet hem de vakıflar tarafından pek çok okul açılmıştır. Erkek ve kız çocukların birlikte eğitim gördüğü ilkokullar da bu açılan okullar arasındadır. Bu okullarda; okuma-yazma, hesap, resim ve ikinci planda kalmak suretiyle müzik ve jimnastik eğitimleri verilmiştir.

Yüksek öğretimde Gramer, Retorik, Diyalektik, Aritmetik, Geometri, Astronomi ve Müzik “yedi özgür sanat” olarak adlandırılmıştır ve bu alanlara yoğunlaşılmıştır.

Helenist dönemde felsefenin içerisinde daha çok pozitif bilimlere ehemmiyet verilmeye başlanmıştır. Helenistik dönemde kurulan Stoacılık ve Epikürcüler okulu hem eğitim tarihi açısından hem de pozitif ilimlerin gelişimi açısından önemlidir.

M.Ö. 300 civarında Atina’da Kıbrıs’lı Zenon tarafından kurulan, Stoa okulu, mantık, fizik ve ahlâk olmak üzere üç bölümden oluşur. Bu bölümlerin en önemlisi ahlâktır ve mantık ile fizik, ahlâka sağlam bir temel kazandırmak için gereklidir.

Modern tarihe etkisi bakımından en önemli okul Epükürcülerdir. M.Ö. 300 civarında Somos’lu Epiküros tarafından Atina’da kurulmuş, Roma İmparatorluğu’na kadar devam etmiştir. Birçok kişi katı bir felsefeye sahip olması sebebiyle, benimsenmediğini iddia etse de materyalist felsefe birçok fikrini Epiküros’tan almıştır. Bu felsefe dini reddetmektedir. Diğer taraftan bugün başıboşluğun “hürriyet ve özgürlük” olarak addedilmesinin menşei de bu felsefedir. Bu ekolün tüm katılıklarına rağmen Batı, Eski Yunan sonrası süreçte Roma ile başlayarak bu fikirlerden biz süzme yapmış, kendilerine uygun olanları alıp uygun olmayanları dönüştürmüş yahut da ademe mahkûm etmiştir.

Roma’dan itibaren günümüze kadar gelişen fikirlerde Stoacılık ve Epikürcülerin tesirlerine çokça rastlarız. Bu bakımdan bu iki ekolün daha geniş ve kapsamlı incelenmesi gerektiğini söyleyerek Roma’da eğitim sistemini anlatmaya başlamadan yazımıza nokta koyalım.

Aylık Dergisi 125. Sayı, Şubat 2015