Giriş

Bu mecmua, Necip Fazıl Kısakürek tarafından “Siyasi-Edebi Haftalık Mecmua” olarak yayınlanmıştır. Mecmua, İstanbul’da yayın hayatına girmiştir. Adını, Kısakürek’in 1938 yılında Ulus Gazetesi’nin düzenlediği Milli Marş yarışması için yazdığı Büyük Doğu[1] adlı şiirinden almıştır. 1943 yılından 5 Haziran 1978’e kadar günlük gazete, haftalık ve aylık mecmua olarak yayınlanan Büyük Doğu, toplam 15 devre ve 555 sayı olarak çıkartılmıştır. [2]

Büyük Doğu’daki çeşitli yazıları dolayısıyla Necip Fazıl, değişik tarihlerde adlî takibe uğramış, hakkında tevkif, mahkûmiyet ve beraat kararları verilmiştir. Necip Fazıl Büyük Doğu’da kendi imzası dışında ayrıca Ne-Fe-Ka, B. A. B., Büyük Doğu, İstanbul Çocuğu, İstanbullu, Muhbir, Tenkitçi, Be-De, Ahmet Abdülbâki, Adıdeğmez, Hikmet Sahibinin Abdinin Kölesi, HiAb-Kö, Ozan, Bankacı, Prof. Ş. Ü., Dedektif X ve Neslihan Kısakürek gibi takma adlarla da yazılar yayımlamıştır.[3]

            “Muaşeret Edebi”, “Ev ve Kadın” gibi bölümler her ne kadar Necip Fazıl’a isnat edilse de Neslihan Kısakürek Büyük Doğu’nun Kasım 1945’de yayımlanan yazısında kocasının ondan mecmuanın iki köşesinde yazmasını istediğini belirtmiştir. Bu köşeler, “Muaşeret Edebi” ve “Ev ve Kadın”dır.[4]  Bu sebepten çalışmada ele alınan başlıklar Neslihan Kısakürek’e isnat edilerek incelenmiştir. Fakat bölümlerin içeriğinden anlaşılacağı üzere, Necip Fazıl Kısakürek’in de süzgecinden geçtiği şüphe götürmez bir gerçektir.

“Büyük Doğu’da Muaşeret Edebi” başlıklı çalışmada, adı geçen mecmuada bulunan  “Muaşeret Edebi” bölümleri incelenmiştir. Bölümler, yine Neslihan Hanım’ın yazdığı “Ev ve Kadın” bölümleri ile desteklenmiştir. 1946 yılında çıkmış olan bazı haftalık ve aylık sayılarıyla birlikte 1964 yılında haftalık olarak çıkartılan sayıları dahil edilmiştir.

Bununla beraber bir hatırlatma olması açısından şunu da ilâve etmeliyim; Necip Fazıl, Rapor 13’te, “Muâşeret Edebi” başlıklı bölümde Büyük Doğu’larda bahsi geçen yazıları hulasa etmiştir.

1. Büyük Doğu’da Doğu ve Batı Nedir?

Âdab-ı muaşeret konusu geleneğin desteklediği bir mevzudur. Batı’ya yönelişle diğer alanlarda olduğu gibi bu alanda da birçok sarsıntılar meydana gelmiştir. Çalışmanın daha net anlaşılması için mecmuanın Doğu ve Batı kavramlarını nasıl ele aldığı üzerinde durmak faydalı olacaktır.

            Necip Fazıl Kısakürek mecmuanın ilk sayısından (17 Eylül 1943) itibaren Büyük Doğu’nun ne olduğu sorusuna cevap vermeye çalışmıştır. Büyük Doğu Mecmuası’nın fikrî yapısında ‘DOĞU’ kavramı esastır ve bu kavram etrafında Müslüman Türk toplumuna özgü tefekkürî bir yapı şekillendirilmeye çalışılmaktadır. Doğu ile işaret edilen maneviyattır ve dinî bir değer içermektedir. “Her şey Doğudan geldi; her şey, yani ruhumuz...”[5] açıklamasını yapan Kısakürek’e ve mecmuanın diğer yazarlarına göre, bu tefekkürî zemin Tanzimat ile beraber başlayan Batılılaşma hareketleri ile yitirilmiştir. Mecmuanın ana ilkelerinden biri de yitirilen bu tefekkürî zemine tekrar ulaşarak Türk toplumunun bütün yapılarına Doğu fikrini nüfuz ettirebilmektir.[6]

Kısakürek’e göre, Doğu bir sürecin eseridir ve Doğu’ya asıl rengini veren millet Müslüman Türklerdir. Zira Türklerin İslâm’ı kabul edişiyle beraber İslâmiyet bir yükseliş yaşamış ve batıya da sirayet edebilmiştir.[7]

Kısakürek için batının anlaşılması Büyük Doğu idealini gerçekleştirmenin en önemli adımlarından birisidir. Batıyı, Eski Yunan, Roma ve Hıristiyan kültürlerinin bir karması olarak gören Kısakürek, batının bu üç kültürün maddi taraflarını benimseyerek manevi yönden güdük kaldığını ileri sürer.

Batının, Türk toplumu tarafından taklit edilmesinin ve Müslüman Türk’ün kendi benliğinden uzaklaşmasının bedelinin oldukça ağır olacağına dair yazılar sık sık mecmuada yer almıştır. Kısakürek, içine millî benlik katılmayan her taklit hareketini manevi bir Düyunu Umumiye olarak tanımlar ve korkulacak Düyunu Umumiyelerin fikir Düyunu Umumiyeleri olduğunu bilhassa belirtir. Zira Kısakürek’e göre, bu taklit hareketler kazanca değil, ruha haciz koyarlar.[8]

“Muaşeret Edebi” ve “Ev ve Kadın” bölümleri mecmua yazarlarının genel görüşünün bu noktada olduğunu da örnekler niteliktedir. Nitekim yazar, bizi biz yapan değerlerin kaybolduğuna dikkat çekmektedir. Kimliğimizi kaybetmemizin sebebini köklerimizden kopuşumuzda görmekte ve bizi biz yapan değerlerimize sahip çıkmamız gerektiğini nasihat niteliğindeki ifadeleriyle öne sürmektedir.

2. Âdab-ı Muaşeret

Âdab-ı muaşeret kavramı; “esas, kural, âyin, hüküm, şart, ahlâk, saygı, terbiye ve nezaket”[9] gibi anlamlara gelen edep kelimesinin çoğulu olan âdab ile “birlikte yaşama, insanlarla ülfet ve kaynaşma”[10] anlamına gelen işret kelimesinden türeyen muaşeret kelimelerinin birleşmesinden meydana gelmiştir. Sözlük anlamı görgü kuralları[11] olan âdab-ı muaşeret, âdab ve muaşeret kavramlarının terkibi dikkate alındığında; toplumda birlikte hayatın düzen içerisinde sürmesine katkıda bulunan ve fertler arasında sevgi, dostluk gibi olumlu duyguları güçlendiren, ahlâkî, medeni, zarif ve nazik davranışlar[12] şeklinde tanımlanabilir. Âdab-ı muaşeret, tanımından da anlaşıldığı üzere birlikte yaşamın belirli nezaket anlayışları çerçevesinde sürdürülmesi bakımından önem arz etmektedir.

Âdâb-ı Muâşeret, insana, cemiyet içerisinde saygın bir birey olarak yaşayabilmek için lâzım olan nezâket kurallarını öğreten, insanî ilişkilerde uyulacak ölçülü ve nazik davranışların şeklini ortaya koyan, kişiyi toplum içerisinde faziletli ve hürmete lâyık kılan söz, iş ve davranış biçimlerini kapsayan önemli bir disiplindir.[13]

Daha geniş bir bakış açısıyla, toplum içinde yaşayan insanın, birlikte sürdürdüğü hayatı insanlarla uyum içinde yaşamasını sağlayan, hayatın günlük akışında insanların uymaları gereken ahlâk, terbiye ve nezaket kurallarına âdab-ı muaşeret denir. Başka bir deyimle, İslâm’ın güzel saydığı söz ve davranışları, hayır, nezaket, zarafet, usluluk ve güzel ahlâk kurallarını âdab-ı muaşeret diye tanımlamak mümkündür.[14]

18. yüzyıldan itibaren sosyal hayatı yeniden biçimlendirmede etkili olan modernleşme, insanın ananevi dönemde din merkezli olarak şekillendirdiği zihnini, hareketlerini ve dolayısıyla içtimâî alanı kullanma biçimini değiştirmiştir. Modernleşmeyle toplum hayatını belirleyen yapılar –siyasî, sosyal, kültürel- ananevî dönemden farklı olarak tamamen değişmiştir. Böylece toplum hayatında insan ilişkilerinin nasıllığını, bir başka ifadeyle âdab-ı muaşereti şekillendiren felsefî arka plan da değişmiştir.[15]

Büyük Doğu mecmuasında bulunan “Muaşeret Edebi”, “Ev ve Kadın” bölümleri, “hayat tarzı” tedhişi nedeniyle mütedeyyinlerin içlerine kapandığı bir dönemde Osmanlı âdabını yeni dönem içinde ve İslâmî ilkeleri gözeterek yeniden tesis etme gibi bir amaca fazlasıyla yer açmıştır.

3. Muaşeret Edebi/ Ev ve Kadın

Modada Avrupa etkisinin kendini hissettirdiği, Avrupa moda dergilerinin yakından takip edildiği, güzellik ölçülerinde Avrupalı kadınlara, Hollywood yıldızlarına benzemenin önem kazandığı bir dönemde Büyük Doğu mecmuasındaki bu bölümler bir bakıma okura yeni bir âdab-ı muaşeret kitabı sunmuştur. Çünkü artık, Osmanlı muaşeret âdabının cevap veremediği yeni alanlar vardır.

Büyük Doğu’da muaşeret edebine has bir köşe açılması iki yanlı bir anlama ve öneme sahiptir: Necip Fazıl, Batı’yı tanıyan Müslüman bir sanatçı ve aksiyon adamı olarak başka türlü bir agora, apayrı bir sosyoloji tasarımının öneminin farkındadır ve bunun muaşeretini aramıştır. Onun idealindeki agoraya günün birinde işte bu muaşeretin tesisiyle ulaşılabilir, fikri hakimdir. Yazar, Cumhuriyet’le birlikte oluşturulmaya çalışılan yeni muaşereti sorgularken, anlaşılır bir şekilde kendi dönemi için daha uygun bir muaşeret âdabını tarif etme konusunda bazen sıkıntıya düşmüştür. Yazar, batılı bir âdab-ı muaşereti uygulamada kadınların etkisinin farkındadır.[16] Nitekim o yıllarda gazetelerde kadınlar için ayrılan sayfalar Türk kadınının nasıl daha güzel olabileceği, etek boylarında uygun ölçüler, günün hangi saatlerinden ne tür kılıkların giyilebileceği gibi bilgilere uzun uzun yer verilmiştir.[17]

3.1 Giyim Bahsi

Giyim, sosyal değişimdeki izlerin gözlemlendiği ilk alanlardandır. Bu dönemde Batılı giyim tarzı önce eldiven, çorap gibi aksesuarlarda başlamıştır, zamanla da dış giyimi etkilemiştir (özellikle tuvalet ve kürk hem statü hem de medeniyet kıyafetleri olarak ön plana çıkmıştır). Avrupai kıyafetler, dönemin moda merkezi Paris’in etkisi altında ya oradan getirilmiş ya da kataloglardan seçilerek özel terzilerde diktirilmiştir. Moda gündelik hayata o kadar müdahil olmaya başlamıştır ki 19. yüzyılın sonunda Osmanlı kıyafeti olan ferace ve yaşmak zamanla kaybolmaya yüz tutmuş ve II. Abdülhamid döneminde feracenin yerini peçe ve çarşaf almaya başlamıştır.[18]

Büyük Doğu da bu değişime dikkat çekilmiştir. 18 Ocak 1946 sayıda “Ev ve Kadın” bölümünde, köklerimizden kopuşumuz ve biz olmayan değişimimiz şu ifadelerle eleştirilmiştir:

Fakat bu sabit ve umumî şekil içinde,  kendi kökünü en keskin çizgilerle benzerlerinden ayırmayı becerememiş tek millet var mıdır? Fransız, İspanyol, Bulgar, Macar, Yunan, Rus, Alman, İngiliz, İsveç, Norveç, Fin kadınları, umumî câmia iştiraki içinde, ayrı ayrı, hem de en bariz çizgilerle başka başka değiller midir? Ya, sözüm ona Avrupaî ve yeni kılığımızla biz neyiz? Bize ait olmayan bir dünyanın, uzak, çok uzak mânada, umumî kılığını kopya edip bu kopya ediş içinde kendimizden hiçbir hususiyet belirtememiş bir ifade sahibi mi, değil mi?..”

Necip Fazıl metinlerinde kadın ya da erkek üzerine yürütülen fikirlerde şahsiyetli olma kaygısı öne çıkar. Kılık-kıyafete de aynı kaygıyla bakıldığı söylenebilir. Nitekim yazar, 18 Ocak 1946 tarihli sayıda “giyim, bir millet kadınlığının başlıca şahsiyet fârikalarıdır!” diyerek görüşünü desteklemiştir. Star gazetesinin 17 Mart 2012 tarihli sayısında ek olarak verdiği 1946 basımı Büyük Doğu’nun kapağında, Türk kadının hangi kıyafete sahip olması gerektiği sorusuna yer verilmiştir. Öne çıkan tespit şöyledir:

 “Bugün kılıkta bile kök ve şahsiyet sahibi değiliz.”

Büyük Doğu sayılarında yer verilen kadın giysisi modelleri Batı moda merkezlerinin tasarımlarını yansıtıyor ve Neslihan Kısakürek de birkaç rötuşla bu seçilmiş kılıkların kendimize ait ölçüyü billurlaştıracağını öne sürüyor. “Kılığımız” başlığı altında şu ifadeleri kullanarak Avrupa ve Amerikan modellerinden seçilmiş tayyör, döpiyes ve elbise modellerini sunulmuştur:

 “Her sahada muhtaç olduğumuz şahsiyeti ve kök alanını bunlardan zerre feda etmeksizin yeni zaman ve mekâna uydurmak kabildi ve kabildir. Bu yapılmamış, bunun yerine hanımının gardırobuna hayran bir besleme kız anlayışsızlığıyla Garp kılıkları, sadece vitrinler yalanlanırcasına kopya edilmiştir. Minik rötuşlarla kendimize ait ölçüyü billurlaştırdığımıza kaniiz.”

 Yine Necip Fazıl’ın dilini hatırlatan bir üslupla, “son derece zarif/zarafetten en üstün derecede/en modern seviyede” diye tanımlanan bu modellerin aslında Müslümanlar tarafından tasarlanması gereken niteliklere sahip olduğunu, bu konuda düşünmemizi öğütlemiştir yazar. 1 Mart 1946 tarihli sayıda Ev-Kadın bölümünde, Müslümanlığın ona sıkı sıkıya bağlı kalmak kaydıyla kadın kılığını en ileri (modern) ve zarif ifadelere kavuşturmasının kolay olduğu görüşünü vurgulamıştır ve şöyle ifade etmiştir:

“…zaman ve mekâna göre en ileri zevk ve şekil arayıcılığıyla bütün dünyaya örnek olacak mikyasta billûrlaştırılabilir. Bu kaynak Müslümanlıktır; ve ona sımsıkı bağlı kalmak şartıyla kadın kılığını en ileri modern ve zarif ifadelere kavuşturmak kolaydır. Kolay da ne kelime; güzellikle ve zerafet de ancak böyle avlanabilir. Bu ifadede, kadının, umumî hayata arz edilebileceği şekil içinde, hem en cazibeli teshir kuvveti, hem de hicap, vekar ve hürriyet imtiyazı bir aradadır.”

Giyim bahsinin âdab-ı muaşeret başlığında ele alınması dikkat çekicidir. Nitekim giyimin de bir kaidesi bulunur. Modaya tâbi olan giyim şekilleriyle, bu kaidelerde değişiklikler yaşanmıştır. 29 Mart 1946 tarihli sayıda yazar bunu şu ifadelerle anlatır:

Muaşeret edebine bağlı giyim işinde, iki tarz göze çarpar; Evvelâ (klasik), sabit ve umumî giyim şekilleri…

“Sonra, modaya tabi şekiller…

Başlıca muaşeret edebi, (klasik) ve sabit şekiller üzerinde olsa bile , herkesce kabul edilmiş, bir şahsiyet ve ciddiyet ifade edici modalar dahi daima muaşeret kaidelerine bağlı bir mâna belirtir; ve taammümleriyle beraber yeni muaşeret kaideleri doğurur.”

Mecmuada giyim bahsinde çeşitli öneriler sunulmuştur. Kadın, çocuk ve erkeklerde giyim şekillerine; giyim mevzusunda dış görünüşün dışında inancı da yansıttığına değinilmiştir. İletişimde de oldukça önem arz ettiğine dikkat çekilmiştir. 3 Mayıs 1946 tarihli sayıda “Muaşeret Edebi” başlıklı bölümde konuyu şu şekilde noktalamıştır:

“Umumiyetle çocukta, genç ve yaşlı erkekte, genç kızda, genç ve yaşlı kadında giyim esaslarını muaşeret edebi noktasından çerçeveledik. Bu, gayet nazik bahis üzerinde son sözümüz, giyim denilen hadisenin, zevk, zerafet, şahsiyet, milliyet, tek kelimeyle ruh zaviyesinden binbir cephesi olduktan başka, bir de muaşeret edebine dahil, insanların birbiriyle münasebet ifadesini heykelleştiren son derece ehemmiyetli bir tarafı olduğu; ve bu tarafın memleketimizde azami bir ihmal belirttiğidir.  Entari üzerine palto giyip kahvehane safasına çıkma devirlerinden bugüne kadar, bizde umumiyetle giyim, kök telakkimizin, yani İslami terbiyemizin icaplarına uymayı bir türlü bilememiştir.

3.2. Takdim Bahsi

Derginin 13. sayısında yer alan “Muaşeret Edebi” köşesinde ise kadın-erkek takdimlerinde yapılan yanlışların çirkinliğinden dem vurulmuştur. Dünyanın hiçbir yerinde- genç kızlar müstesna- kadının erkeğe takdim edilmediği belirtilmiştir. (Nitekim 12 Eylül Darbesi’nin ardından Milli Güvenlik Konseyi’nin yayımladığı muaşeret kitapçığında kadın ve erkek arasında görülen yanlış anlaşılmış, Batı muaşeret âdabıyla uyumsuz takdim usulleri üzerinde durulmuştur.)[19] Benzeri, dünyanın her yerinde geçerli sayılan kaidelerin selim akılla ve kendi ruh ve terbiye köklerimize göre muhasebesinin ve doğruluğuna nüfuz edilmesinin önemi şu ifadelerle vurgulanmış ve takdim âdabları şöyle sıralanmıştır.:

“Muaşeret edebine dair bilmediğimiz bir şey de, birine birini takdim etmektir. Evvela, küt diye yanımızdakine yanımızdakini takdim eder ve çok defa emri vakiler yaparız. Ne yanlış! Sonra kimin kime takdim edileceğini bilmeyiz. Ne fena! Aynı gafı iki yanlışı birden yerine getirerek (!) kadın-erkek takdimlerinde bilhassa gösteririz. Ne çirkin!

1. Kendini takdim ettiğimiz için kendisine takdim edilenden müsaade almak şarttır. (Müsaade ederseniz size…)

2. Evvela küçük, büyüğe takdim edilir. (Yaş ve içtimai mevkie göre.)

3. Dünyanın hiçbir yerinde ve hiçbir suretle kadın erkeğe takdim olunmaz. (Genç kızlar müstesna.)

Dünyanın her tarafında aynı olan bu kaideleri, selim akılla ve kendi ruh ve terbiye köklerimize göre muhasebe etsek, doğruluğuna nüfuz etmiş olmaz mıyız? Takdim işinde esas küçüğü büyüğe, erkeği kadına ve daima izin alarak takdim etmek; sonra da bu bahiste fazla hamarat olmamaktır.”

3.3. Konuşma Bahsi

Âdâb-ı muâşeret konularının önemlilerinden biri de hiç şüphesiz konuşma âdabıdır. Şahsımıza karşı vazifelerimizden biri de dilimizi terbiye ve ıslah etmektir. Nitekim toplum hayatı içinde kişi birçok şeyi dilinden bulur. Birçok insan dilini muhafaza edemeyip koruyamadığından bir takım musibetler, belalar ve sıkıntılarla karşı karşıya gelir. İslâm âlimleri dilin mertebelerinden bahseder ve onun tefrit, vasat ve ifrat mertebelerinin bulunduğunu ifade ederler.[20] Burada aşırılık anlamına gelen ifrat ve tefritten uzaklaşıp selametli yol olan vasatı uygulamak gerekir. Yerli yerinde konuşmak en isabetli yol olarak görülmektedir. Bu şekilde insan diline sahip çıkmak suretiyle toplum içerisinde saygın bir konuma yükselir. Söylediği sözün nereye varacağını düşünür ve ona göre konuşur.

Neslihan Kısakürek Şubat 1946 tarihli sayıda bu başlığa önemli bir yer açmış ve konuya şöyle başlamıştır:

Konuşma fiili, muaşeret edebinde, bütün ve kocaman bir bahis doldurur. Her gün konuşmaktan başka bir şey halde, konuşma nasıl olur bilmeyiz. Bizde, hemen kimsenin, kendi şahsî konuşma şekli üzerinde bir nefs mürakabesi yoktur. Ne sesimizi ayarlamayı, ne ağzımızı oynatmayı, ne jestlerimizi idare etmeyi biliriz; ne de bunların nasıl olması gerektiği üzerinde düşünmek zahmetini duyarız. Bir an düşünsek, bulurduk.”

Devamında konuşma esnasında yapılan birkaç hatayı sıralayarak bunlara dikkat edilmesi gerektiğini ekler ve bunun aşılmasını top yekûn ölçülü olmaya bağlar:

“Her zaman olduğu gibi, ya ifrata sapar, “kenarın dilberi” edasıyla ağzımızı nokta gibi büzerek ve mırıltı çapında sesler çıkararak, nezaketsiz nezaketler göstermeye kalkışır; yahut salya, tükürük, ağız çarpıtmaları, el ve ayak cümbüşleriyle hayasızlaşırız.

Ah, her şeyin ruhu olan ahenk, itidal ve kıvam sırrı!..

Bakın, nasıl konuşulur:

●      Konuşmanın ilk kaidesi susmayı bilmektir. Yani bize söz söyleyenin sözünü kesmemek…

Bu hususta gayet sabırlı olmak; ve hiç olmazsa muhatabımız sözlerinde bir virgül ve nokta durağı yaptığı zaman sözü ele almak…

●      İkinci kaide, gayet sükunetle, acelesiz, tane tane, muhatabımız veya muhataplarımızla mesafemize göre bir ton sahibi olarak konuşmak…

Konuşmanın muaşeret edebi üzerinde olduğumuz için onun sanat tarafıyla alakalı değiliz. Yoksa, konuşabilmek, muhakkak ki ayrıca ve çok ince bir sanat…

●      Üçüncü kaide: Mümkün olduğu kadar az el ve çehre hareketi yapmak, hususiyle taşkın ve laubali jestlerden kaçınmak…

●      Dördüncü kaide: sun’i şive ve ahenk oyunları yapmamak…

●      Beşinci kaide: Lafazan ve söz iştahlısı görünmemek; keyfiyette üstün olmasına çalışılan bir fiili kemiyette de nadir tutmak…

Kısaca, konuşmanın “nasıl”ı vakar, kelimelere hakimiyet, sun’ilikten kaçınmak ve tesirini müşahede ve murakabe ölçülerinden ibarettir.”

Konuşmanın umumi prensipleri bu şekilde açıkça ifade edildikten sonra çocuk, kadın, genç kız ve erkek vs. zümrelere ayrılarak hususi özenle konuşmada dikkat edilecek unsurlara detaylarıyla değinilmiş. Mecmuada, konuşma edebini tayin ve tespit edebileceği altı zümre vardır: Çocuk, genç kız, delikanlı, yetişmiş kadın, yetişmiş erkek ve ihtiyarlar... Bunlardan çocuk ve genç kızlarda konuşma edebine dair olanlar 28 Ekim 1964 tarihli sayıda şu ifadelerle verilmiştir:

“Çocuklarda konuşma âdabı:

  1. Eski ve esassız bir adetimiz icabı, çocukları boyuna dilsizliğe davet etmeyeceğiz. Aksine, onlara edep dairesinde konuşma hevesini karşılayacağız.
  2. Onları çocuk diliyle boyuna kelimeler uydurmak ve üzerlerinde ısrar etmek gibi alışkanlıklardan yavaş yavaş sıracağız.
  3. Bilhassa kötü kelimeleri öğrenmek ve kullanmaktan uzak tutacak ve serbest, açık, rahat konuşmalarına imkan vereceğiz; ve muhitlerini de buna göre ayarlayacağız.

Orta mektepten (Üniversite)ye kadar genç kızlarda konuşma edebi, aynı çağlardaki genç erkeklerden farklı olarak cinsi vekar, hicap, mahremiyet, iffet ve nezaket ölçülerinde mihraklanmış olarak şu ifadelere dayanır:

  1. Konuşurken gözünü, kaşını, elini ve vücudunun sair noktalarını oynatmamak... dudaklarını büzmemek, çehre hatlarına hakim olmak, hususiyle “çıtkırıldım”lıklardan uzak durmak...
  2. Kim olursa olsun -hele erkeklerle konuşurken asla- ağız ve kulak içine girercesine konuşmamak...
  3. “Güzelim, canım, şekerim, cicim, hayatım, ruhum, elmasım!” vesaire gibi cıvıklık tabirlerinden nefret etmek...
  4. Mutlaka bir ses ölçüsüne malik olmak ve uzak mesafeden asla hitap etmemek...
  5. Çabuk, yayvan, çarpık, dolaşık konuşmamak... Konuşurken tükürük saçmamak, ağzını alabildiğine açmamak ve ağızda yenecek bir şey varken katiyen konuşmamak...
  6. Muhatabının omuzlarını dürtmemek, eline vurmak, dizine dokunmak gibi, bütün jest ve hareketlerden tevakki...
  7. Samimi olduğu insanlarla bile umumi yerlerde laubalileşmeden konuşmak... “Siz” hitabını -hatta namzedine, annesine ve kardeşine karşı bile- asla terketmemek...
  8. Günümüzde en entellektüel kızlara kadar sirayet eden film ve sokak (argo)larından çekinmek... “Boşver, tüydüm, vız gelir” ve “Hav ar yu, boy, Holâlâ” vesaire gibi.

Hasılı, cinsi zaruretle bir kat daha şiddetlenmiş olarak sadece vekar, hicap, mahretmiyet, iffet, nezaket şartı...

Olmamız lazımgelenle olduğumuz arasındaki uçurumun dehşetini bir kere daha görmüş ve göstermiş olmuyor muyuz?”

Mecmuanın devamında orta yaşlı ve ihtiyar kadınlarda konuşma edebi, bu kaidelere ek yaşa göre ilave edilmesi gereken fazladan vakar ve ciddiyet ölçülerine değinilmiştir. Kadınlarda konuşma edebinde dikkat edilmesi gereken durumlar şu ifadelerle sıralanmıştır:

“Orta yaşlı kadın, konuşma tarzına, genç kıza nazaran daha az lafazan görünmek, daha temkinli durmak, daha ciddi mevzularla alakalanmak, havailikten kaçınmak gibi hususiyetler ilave etmeğe çalışırken; yaşlı hanımefendiler de çaçaronluktan, dedikodudan, huşunet ve sertlikten, manasız müdahale ve tahakkümlerden kurtulmak borcundadır.

Bildiğimiz gelin ve kaynana patırtılarını, eli maşalı kocakarı marifetlerini bunların derinliklerindeki ruh ukdelerini bir tarafa bırakalım, sadece maddi çerçevede bir konuşma edebi kaygısıyla tasfiye etmek mümkündür.

Bizim memlekette, bakkalda, çarşıda, tramvayda, vapurda sık sık gördüğümüz, orta ve yaşlı kadınlara ait münakaşacılık ve çok defa yırtıklık seciyesi, her şeyden evvel konuşma edebini küstürür.”

3.4. Tefriş Bahsi

İnsanoğlu, bulunduğu toplumun ölçütlerine uygun hareket etme eğilimi gösterir. Toplumun kabul ettiği kriterler ise; din, ırk, yaşanılan coğrafya-tarih, fennî gelişme veyahut başarı-yenilgilerle değişerek yenilenir. Bu anlamda son dönem Osmanlı veya erken dönem Cumhuriyet yıllarındaki ölçüt değişikliğinin en köklü nedenlerinden biri, 17. yüzyılın sonlarında daha da belirginleşen mağlubiyetlerdir. Bu yenilgiler İbn Haldun’un dediği gibi toplumun; “… giyiminde-kuşamında, binitinde-binişinde, silahında, bunları yapış-kullanış yönteminde ve bunlara verilen biçimlerde, bunlardan başka konularda, başka durumlarda, benzeme çabasını bulursun”[21] anlayışının hâkimiyet kazanmasına sebebiyet vermiştir. Bu anlayış, din idrakini, eğitimin yapısını ve sosyo-kültürel hayatın gidişatını derinden etkilemiştir. Bunların en net gözlemlendiği yerlerden biri de hanelerdeki değişimlerdir.

Mecmuada “Tefriş Tarzı” bahsi ile bu konuya dikkat çekilmiştir. Yazar, 25 Ocak 1946 tarihli sayıda “En büyük şahsiyeti, şahsiyetsizliklerin en boşuyla değiştirmekteki maharetimize müşahhas bir misal de, zengin ve türedi sınıflarımızın evlerindeki (kozmopolit) tefriş tarzıdır.” diyerek konuya başlamıştır. Her milletin kendine uygun sanat anlayışı vardır. Sanat anlayışının hayatın suretine yansıtıldığı da muhakkaktır. Milletlerin zevk anlayışlarına göre evlerini döşediğine değinilmiş, bizim kültürümüzdeki ev döşemelerinde yaşanan değişimlere şu ifadelerle dikkat çekilmiştir:

Avrupaî diye özendiğimiz bu tefriş tarzı ne Fransız, ne İngiliz, ne Alman, ne Rus, ne şu, ne bu; sadece bir beynelminelcilik seviyesinde orta malı mobilyacı esnafı kültüründen ibarettir. Bırakalım İngiliz, Fransız, Alman, İskandinav evlerinin tefriş hususiyetlerini; hatta memleketimizde bir Rum balıkçı evinin bile tefriş noktasından son derece şahsi bir noktasından son derece şahsi bir damgası, bir kaşesi olduğu inkar götürür mü?

Dün, bir asır evvel, bu noktada, o canım Topkapı Sarayı’nın yanı başında iğrenç Mecidiye Kasrı’nı eklemeden evvel, şahsiyetlerin en keskinine maliktik. Biz esasları vazederken, teferruatı sizin düşünmenizi ve bulmanızı istiyoruz"

Avrupa usulü tefriş tarzının en adi esnaf reçeteciğinde kaldığımız ve bunda ne bir nüfuz ne de bir şahsiyet belirtebildiğimiz hakikati ifade edilmiştir. Yazar, Türk şehirli evini Tanzimattan evvel, Tanzimattan sonra ve Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra olarak üç döneme ayırmıştır. 3 Mayıs 1946 tarihli sayıda evlerimizi nasıl döşememiz gerektiğine dair şu ifadelere yer yerilmiştir:

Batı dünyasının en yeni ve en ileri, en zevkli ve en ince tefriş usullerini, kendi ana dünyamız içinde pişirerek, kendi ruhumuza sindirerek, kendi ustalarımız ve kendi sanatkarlarımız elinde millileştirerek ve manalandırarak, yeniden terkiplendirerek ve esaslandırarak tatbik etmek…

Bunun için de marangoz ustasından dahili mimara, herhangi bir okur yazardan herhangi bir ev kadınına kadar, iç içe sari ve şamil, gerçek manasıyla iklimleşmiş ve mayalaşmış bir kültüre ihtiyaç vardır.”

“Tefriş Tarzı” bahsinin ardından Misafir Kabulü ve Peçete bahsi ile ilgili de dikkat çekici ifadelere yer verilmiştir. Değişim, sosyal her şeye sirayet ettiği gibi insan ilişkilerine de yansımıştır. Bu bölümde şu ifadelere dikkat çekilmiştir:

“Misafir kabulünde ve bilhassa kabul gününe mahsus şartlar, ev sahibi cephesinden şunlardır:

1. O günün sabahı her gün olduğundan biraz daha dikkatli bir ev temizliği.

2. Eşyada ihmal belirtmeyen bir nizam.

3. Misafirin yol üstünde yabancı ve mahrem eşyanın bulunmamasına dikkat. (Evlerimizde çocuk donlarından çamaşırlara ve daha bilmem nelere kadar her şeyin ne kadar savruk bir şekilde öteye beriye dağıtıldığını ve yol üzerine serildiğini biliriz. Bu sade misafire değil, evin sahibi erkeğe bile saygısızlıktır.)

4. İyi, temiz ve güzel kılık.

5. Son derece alaka tavrı, güler yüz, memnunluk edası ve konuşkanlık arzusu.

6. Derin bir ikram ve cömertlik ifadesi.

7. Sohbetin mecrasını tayinde ve alaka merkezini tespitte misafire tabii olmak. Her nevi güzel ve edepli vakit geçirme vesilelerini ihya.”

Peçete mevzusunda da sofraya oturulur oturulmaz peçete derhal açılıp diz üstüne konulmasından ve ondan sonra yalnız ağız silmek vesilesiyle sağ elle alınıp yeni yerine iade edilmesinden bahsedilmiştir. Peçeteyi göğsüne takmanın veya tabakların altına sürmenin büyük ayıp olduğuna dikkat çekilmiştir.

Sonuç

Türk düşünce ve siyasetinde Necip Fazıl, fikirleri ve aksiyonu ile önemli bir yere sahiptir. Türkiye’de İslâmî düşüncenin önde gelen şahsiyetlerden biri olan Kısakürek’in, İslâm idrakinin aksiyon hâline dönüşmesinde, estetik ve entelektüel bir seviye kazanmasında da katkısı vardır. Necip Fazıl, Türkiye'de İslâmcıların, milliyetçilerin ve muhafazakârların kendilerinden bir şeyler bulabildikleri ender insanlardan birisidir. O, bir mücadele adamıdır. Onun mücadelesi, mücadele etmenin çok zor olduğu ve cesaret istediği, insanların inandıkları değerleri ifade etmekte bile zorlandıkları olağanüstü bir dönemde gerçekleşmiştir. Necip Fazıl ötelenmiş muhafazakâr kesimin sözcülüğünü yaptığı gibi muhafazakârlar için yol gösterici bir rol de benimsemiştir. Her şeyden önce sırf bu yüzden muhafazakâr siyasî kültürde bir değer olarak karşılığı vardır.

Muhafazakâr siyasî kültürün kendi geleneğinin oluşmasında ve üretilmesinde katkısı çok büyüktür. Özellikle bu kültürün dayandığı temellerin ne olması ve hasımlarına karşı kendisini nasıl konumlandırması gerektiği konularında Necip Fazıl bir otorite olmuştur.

Kısakürek, İslâm’ın temel esaslarını ve esas ruhunu kavramış, tarih şuuruna sahip bir münevver kişi, bir mücahit ve bunların da ötesinde bir şairdir. Necip Fazıl, fikirleri, eserleri ve mücadelesiyle Türkiye'nin yakın tarihine adını yazdırmış önemli bir kanaat önderidir. Edebiyatımızda arayış ve yönelişlerin yaşandığı; geçmişe özlemin, hamasî duyguların ve folklora ait malzemelerin işlendiği yahut materyalist edebiyatın yaygınlık kazandığı dönemde Necip Fazıl, hayatı ve kişiliği ile etkili olmuş bir mücadele adamı olarak karşımıza çıkmıştır. Fırtınalı bir deniz gibi hayatın ulaşılabilen en mahrem kıyılarını kurcalamıştır. Hiç bir yükün altında ezilmemiş, her zaman zor olana talip olmuştur. Oscar Wilde'in "hayat mı, eser mi?" sorusu O’nda "hem hayat, hem de eser" diye cevabını bulmuştur.

Kısakürek, aşk ve vecd sahibi, üstün ahlak ve idraki olan, gözü kara ve fedakâr, adil ve merhametli, zarif ve zevk sahibi Müslüman bir genç neslin özlemini çekmiştir. Böyle bir neslin geleceğine, İslâm davasına geçit ve emanetçi olacağına inanmıştır. Seksenine ulaşan yaşının son demlerine kadar çilesini çektiği hakikati bulmak ve gençliğe anlatmak için var gücüyle didinmiştir. Necip Fazıl, Türk gençlerinin İslâm kültürüne, ait olduğu milletin töre, örf ve adetlerine uygun biçimde yetişmelerini; Batı’nın ulaştığı fen ve teknolojik imkânları nitelikli bir eğitim görerek elde etmelerini; böylece gelecek kuşakların yabancılaşmaktan kurtularak tarihsel köklerine bağlı kalmalarına önayak olmalarını ister.

Bu sebepten “Muaşeret Edebi” bölümünde ve diğerlerinde, Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde başlayan toplumsal değişimin, Türk-İslâm kültürüne ait olmanın aksine Tanzimat ile birlikte başlayan yanlış Batılılaşmanın melez bir ürünü olduğunu vurgulamıştır. Yazar, kendi ifadesiyle bu “şımarıklık” ve “züppelik nesli”nin oluşturduğu yozlaşmaya karşın, Osmanlı kültürünün özelliklerini taşıyan, bünyesinde millî-manevî değerleri barındıran, ananevî ama özüyle de uyumlu yeniliklere açık ideal bir içtimâî yapıdan yanadır.

Büyük Doğu Mecmuası’nda yer alan “Muaşeret Edebi” bölümlerinde kültürümüzde fertlerin hayatlarında dikkat etmesi gereken davranışlara değinilmiştir.  Bu davranış esaslarını toplumumuzun ve geleneğimizin temelindeki “edeb” kavramı özelinde ele alınmıştır. Kısakürek’e göre toplumdaki taklit hareketler, ruha haciz koyar. Böyle bir dönemde Osmanlı muaşeret âdabının cevap veremediği yeni alanlar ortaya çıkmıştır. Büyük Doğu mecmuasındaki “Muaşeret Edebi” adıyla yayımlanan bölümler, bir bakıma okura yeni bir âdab-ı muaşeret kitabı sunmuştur. 

ÂDAB-I MUAŞERET KONUSU İLE İLGİLİ LİTERATÜR TARAMASI

Güneş, Aslı, “Kemalist Modernleşmenin Âdab-ı Muaşeret romanları: Popüler Aşk Anlatıları”, Bilkent Üniversitesi, Ekonomi ve Sosyal Bilimler Enstitüsü, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, Ankara, 2005.

Yılmaz, Musa Kazım, “Hucurat Suresinin Öne Çıkardığı Âdab-ı Muaşeret”, Harran Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, sayı 38, 2017.

Ural, Tülin, “Uygarlığın Sessizliği: 1930’larda Türkiye’de Basılmış Âdab-ı Muaşeret Kitaplarında Ses”, MSGSÜ Sosyal Bilimler Dergisi, 2018.

Meriç, Nevin, “Osmanlı’da Gündelik Hayatın Değişimi: Âdâb-ı Muâşeret”, İstanbul 2000.

Meriç, Nevin, “Abdullah Cevdet‟in Mükemmel ve Resimli Âdâb-ı Muâşeret Rehberi”, Toplumsal Tarih Dergisi, Mart 2013, sayı 231.

Ahmed Midhat, Avrupa Âdâb-ı Muâşereti yâhut Alafranga, İstanbul.

Lütfi Simâvi, Teşrîfât ve Âdâb-ı Muâşeret, İstanbul.

Ziya, Safveti, Âdâb-ı Muşâret Hasbihâlleri, İstanbul 1927.

Cevdet, Abdullah, Mükemmel ve Resimli Âdâb-ı Muâşeret Rehberi, Yeni Matbaa, İstanbul 1927.

Zeki Duman, Kur’ân-ı Kerîm’de Adâb-ı Muaşeret, İstanbul 1991.

Argıt, Betül İpşirli, “Osmanlı İstanbul’unda Giyim Kuşam”, Büyük İstanbul Tarihi Ansiklopedisi, C. 4.

Aydın, Semiha, “Türk Giyim Kuşam Kültürünün Dünü Bugünü”, Gelenek – Görenek, Örf – Adet, Giyim – Kuşam, C. XV, Atatürk Kültür Merkezi Başkanlığı Yayınları, Ankara 2005.

Barbarosoğlu, Fatma Karabıyık, Modernleşme Sürecinde Moda ve Zihniyet, İz Yay., İstanbul 1995.

Rıfat Aydın, “Türk Modernleşmesinde Bir Görünüm ve Değişim Temsili Olarak Kıyafet”, Abant Kültürel Araştırmalar Dergisi, 3(6).

Faroqhi, Suraiya, “Osmanlı Kültürü ve Gündelik Yaşam”, çev. Elif Kılıç, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul 2000.

Karabulut, Mustafa, “Tanzimat Dönemi Romanlarında Eğlence Hayatı, Âdâb-ı Muâşeret ve Kılık Kıyafet”, Türk Dünyası Araştırmaları Dergisi, sayı 185, Nisan 2010.

Ural, Tülin, “1930‟larda Âdâb-ı Muâşeret Kitaplarında Kadın İmgesi”, Toplumsal Tarih Dergisi, sayı 231, Mart 2013.

Yaşar, Fatma Tunç, “Alafranga halleri: Geç Osmanlı’da Âdâb-ı Muâşeret”, Küre yayınları, İstanbul 2016.

Yaşar, Fatma Tunç, “İstanbul‟da Âdâb-ı Muâşeret”, Büyük İstanbul Tarihi Ansiklopedisi, c.IV.

Yaşar, Fatma Tunç, “Geç Dönem Âdâb-ı Muâşeret Literatürü”, Toplumsal tarih dergisi, sayı 231, Mart 2013.

Osman Özarslan, Dekalog/Kemalist İlahiyat İçin Bir İlmihal, Açılım Kitap, İstanbul, 2013.

Arel, S. (1939), “Halk ve Talebeye Âdab-ı Muaşeret Bilgileri”, Ankara: İdeal Matbaa.

Dalkılıç, Muhittin, (1932), “Yeni Hayat Adamına Yeni Âdab-ı Muaşere”, İstanbul Suhület Kütüphanesi.

Muhaddere Taşçıoğlu, Türk Osmanlı Cemiyetinde Kadının Sosyal Durumu ve Kadın Kıyafetleri, Kadının Sosyal Hayatını Tetkik Kurumu Yayınları, Akın Matbaası, Ankara, 1958.

Lütfü, Ö, (1930), “Âdab-ı Muaşeret Konferansı: Hayat-ı İçtimaiyye”, İstanbul: Harbiye Mektebi Matbaası.

Ongan, H, (1938), “Talebeye Muaşeret Bilgisi”, İstanbul: Ahmet Sait Basımevi.

Sedat, F, (1932), “Genç Kızlara Âdab-ı Muaşeret Usulleri”, İstanbul: Muallim Ahmet Halit Kitaphanesi.

İbn Haldun, Mukaddime I, çev. Turan Dursun (Ankara: Onur Yayınları, 1977).

Nursi, İşaratü’l-İcaz.

BÜYÜK DOĞU İLE İLGİLİ LİTERATÜR TARAMASI

Necip Fazıl Kitabı “Kalır Dudaklarda Şarkımız Bizim”, Zeytinburnu Belediyesi Kültür Yayınları, İstanbul, Eylül 2015.

BÜNYAMİN KAYALI, İslamcı dergilerde ekonomiye bakış: Büyük Doğu ve Hareket dergisi örneği, Sakarya Üniversitesi / Sosyal Bilimler Enstitüsü / İslam Ekonomisi ve Finansı Ana Bilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi, 2019.

CANSU KAYA, Büyük Doğu dergisinin Türk modernleşmesine bakışı, Kocaeli Üniversitesi / Sosyal Bilimler Enstitüsü / Kamu Yönetimi ve Siyaset Bilimi Ana Bilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi, 2018.

ŞULE ÇETİN, Bir edebiyat dergisi olarak Büyük Doğu, İstanbul Üniversitesi / Sosyal Bilimler Enstitüsü / Türk Dili ve Edebiyatı Ana Bilim Dalı, Doktora Tezi, 2016.

FATİH SEL, Yazılı basında dini nasihat: Büyük Doğu örneği, İstanbul Şehir Üniversitesi / Sosyal Bilimler Enstitüsü / Kültürel Çalışmalar Ana Bilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi, 2015.

HANDE TATOĞLU, Türkiye'de sekülerizme karşı ilk yasal muhalefetin oluşumu: Demokrasiye geçiş sürecinde Büyük Doğu Dergisi (1945-1950), Sabancı Üniversitesi / Sosyal Bilimler Enstitüsü / Türkiye Çalışmaları Ana Bilim Dalı / Siyaset ve Sosyal Bilimler Bilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi, 2014.

ECE KARAKUŞ, Milliyetçi muhafazakarlık ve düşmanları: Büyük Doğu, Serdengeçti ve Sebilürreşad Dergilerinde komünistler, yahudiler, dönmeler ve masonlar,  Orta Doğu Teknik Üniversitesi / Sosyal Bilimler Enstitüsü / Medya ve Kültürel Çalışmalar Ana Bilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi, 2014.

NAZAN ÜSTÜN, Büyük Doğu Mecmuası'nın siyasal analizi, İstanbul Üniversitesi / Sosyal Bilimler Enstitüsü / Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Ana Bilim Dalı / Siyaset ve Sosyal Bilimler Bilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi, 2011.

SALTUK BUĞRAHAN YEĞEN, Necip Fazıl Kısakürek'in Büyük Doğu İdeolocya Örgüsü'nün yapısal unsurlarının analizi,  Hitit Üniversitesi / Sosyal Bilimler Enstitüsü / Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Ana Bilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi, 2019.

ALİ OSMAN ÇAKMAK, Sebilürreşad ve Büyük Doğu Dergileri üzerinden 1940-1950 döneminde Türkiye'de İslamcılık,  İstanbul Medeniyet Üniversitesi / Sosyal Bilimler Enstitüsü / Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Ana Bilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi, 2016.

HAZAN KURU, Türkiye'de Antisemitizm ve Büyük Doğu Dergisi, Yıldız Teknik Üniversitesi / Sosyal Bilimler Enstitüsü / Uluslararası İlişkiler Bölümü, Yüksek Lisans Tezi, 2010.

ZİYA KILIÇ, Büyük Doğu Mecmuası’nın yayın hayatına başlaması, yapısı, yayın politikası, sosyal ve siyasî görüşleri (1943-1951),  Erciyes Üniversitesi / Sosyal Bilimler Enstitüsü / Tarih Ana Bilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi, 2006.

ASLIHAN CEYLAN, Büyük doğu ben yönde milliyetçilik, Gazi Üniversitesi / Sosyal Bilimler Enstitüsü / Gazetecilik Ana Bilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi, 2005.

Fatma Nisan, Kadro ve Büyük Doğu Dergilerinin Cumhuriyet Sonrası İnkılâpları Çerçevesinde Modernleşmeye Bakış Açıları ve Basın İlişkileri, Selçuk İletişim, 2015.

Cantek, Levent “Büyük Doğu”, Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce Cilt 5: Muhafazakârlık, 3. Baskı, İstanbul: İletişim Yayınları, 2006.

Emre, Akif “Büyük Doğu ve Gelecek Tasavvuru”, Hece Dergisi Necip Fazıl Kısakürek Özel Sayısı, Yıl:9, Sayı:97, Ocak 2005.

Koçak, Cemil “Türk Milliyetçiliğinin İslâm’la Buluşması Büyük Doğu”, Modern Türkiye’de Siyasî Düşünce Cilt 4: Milliyetçilik, 4. Baskı, İstanbul: İletişim Yayınları, 2009.

Turinay, Necmettin “Büyük Doğu: Bir Kavramın Doğuşu”, Doğumunun 100. Yılında Necip Fazıl Kısakürek, Yayına Hazırlayanlar: M. Nuri Şahin, Mehmet Çetin, Ankara: T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü, 2004.

Cihat Aktaş, “Kadını Kurtarınız!”: Necip Fazıl’ın Fikriyatında Agorafobik Kadın Telakkisi, Necip Fazıl Kitabı “Kalır Dudaklarda Şarkımız Bizim”, Zeytinburnu Belediyesi Kültür Yayınları, İstanbul, Eylül 2015.

ABDULLAH UÇMAN, “Necip Fazıl’ın Yayımladığı Dergiler”, Necip Fazıl Kitabı “Kalır Dudaklarda Şarkımız Bizim”, Zeytinburnu Belediyesi Kültür Yayınları, İstanbul, Eylül 2015.

Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu’nun hayatı, fikri, eserleri Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu’nun hayatı, fikri, eserleri


[1] Necip Fazıl Kısakürek, “Büyük Doğu”, Büyük Doğu Mecmuası, C.I, Sayı:4, 8 İlkteşrin 1943, s.12. Ayrıca Kısakürek, Büyük Doğu Marşı’nı hangi vesileyle kaleme aldığının hikâyesini Benim Gözümde Menderes ve O ve Ben adlı kitaplarında ayrıntılı bir şekilde anlatır.

[2] Nazan Üstün, Büyük Doğu Mecmuası'nın siyasal analizi, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, s.1, 2011.

[3] Abdullah Uçman, Necip Fazıl’ın Yayımladığı Dergiler, Necip Fazıl Kitabı “Kalır Dudaklarda Şarkımız Bizim”, Zeytinburnu Belediyesi Kültür Yayınları, İstanbul, Eylül 2015, s.90.

[4]Cihat Aktaş, “Kadını Kurtarınız!”: Necip Fazıl’ın Fikriyatında Agorafobik Kadın Telakkisi/ Başka Türlü Bir Agora, Başka Türlü Bir Muaşeret, Necip Fazıl Kitabı “Kalır Dudaklarda Şarkımız Bizim”, Zeytinburnu Belediyesi Kültür Yayınları, İstanbul, Eylül 2015, s.397.

[5] Büyük Doğu, “Herşey Doğudan geldi”, a.g.e., C.I, Sayı:2, 24 Eylül 1943, s.2. – “Önce Doğuya İnanalım!”, C.I, Sayı:7, 14 Aralık 1945, s.2.

[6] Nazan Üstün, “Büyük Doğu Mecmuası’nın Siyasal Analizi”, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul, 2011, s.15.

[7] Büyük Doğu, “Doğunun Mizanı...”, a.g.e., C.I, Sayı:5, 15 İlkteşrin 1943, s.2. – “Millet Millet Doğu”, C.I, Sayı:10, 4 Ocak 1946, s.2

[8] Necip Fazıl Kısakürek, “(Düyunuumumiye) Ruhu”, a.g.e., C.II, Sayı:24, 24 Mart 1944, s.2.

[9] Süleyman Uludağ, “Edep”. Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (Erişim 15 Ekim 2021).

[10] Mecit Dönmezbilek, Âdâb-ı Muâşeret (Ankara: MGV Yayınları, 2019), 14; Mehmet Zeki Duman, Kur’an-ı Kerim’de Âdâb-ı Muâşeret (Ankara: Fecr Yayınları, 2018), 36.

[11] TDK Genel Türkçe Sözlük, “Adabı Muaşeret” (Erişim 15 Ekim 2021).

[12] Dönmezbilek, Âdâb-ı Muâşeret, 14; Duman, Kur’an-ı Kerim’de Âdâb-ı Muâşeret, 37-38; Fatma Tunç Yaşar, “Âdâb-ı Muâşeret”. Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (Erişim 15 Ekim 2021); Mevlüt Uzut, “Adab-ı Muaşeret- Sünnet İlişkisi”, Katre Uluslararası İnsan Araştırmaları Dergisi 4, (2017), 148-149.

[13] Zeki Duman, “Kur’ân-ı Kerîm’de Adâb-ı Muaşeret”, İstanbul 1991, s. 22.

[14] Musa Kazım Yılmaz, “Hucurat Suresinin Öne Çıkardığı Âdab-ı Muaşeret”, Harran Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, sayı 38, 2017, s.2.

[15] Meriç, Nevin, “Osmanlı’da Gündelik Hayatın Değişimi: Âdâb-ı Muâşeret”, İstanbul 2000, s.6.

[16] Cihat Aktaş, “Kadını Kurtarınız!”: Necip Fazıl’ın Fikriyatında Agorafobik Kadın Telakkisi, Necip Fazıl Kitabı “Kalır Dudaklarda Şarkımız Bizim”, Zeytinburnu Belediyesi Kültür Yayınları, İstanbul, Eylül 2015, s.398.

[17] Muhaddere Taşçıoğlu’nun belirttiğine göre, o yıllarda sıklıkla değişen kadın giyimi modasında bu değişiklikler etek boylarıyla kolların ve yakanın biçiminde kendini belli ediyordu. Mesela 1923’te yerden bir karış yukarıda olan etek boyları 1929’da diz üstüne kısalmışken 1937’de dizden bir karış aşağıya uzatılmışken 1942’de yine diz üstüne çekilmiştir. Muhaddere Taşçıoğlu, Türk Osmanlı Cemiyetinde Kadının Sosyal Durumu ve Kadın Kıyafetleri, Kadının Sosyal Hayatını Tetkik Kurumu Yayınları, Akın Matbaası, Ankara, 1958, s, 84-86.

[18] Rıfat Aydın, “Türk Modernleşmesinde Bir Görünüm ve Değişim Temsili Olarak Kıyafet”, Abant Kültürel Araştırmalar Dergisi, 3(6): 57.

[19] Osman Özarslan, Dekalog/Kemalist İlahiyat İçin Bir İlmihal, Açılım Kitap, İstanbul, 2013, s. 213.

[20] Nursi, İşaratü’l-İcaz, 23.

[21] İbn Haldun, Mukaddime I, çev. Turan Dursun (Ankara: Onur Yayınları, 1977), 344.

Merve Yavuz

Aylık Baran Dergisi 37. Sayı, Mart 2025