Ekonomi dedikleri iktisat, kıymetlerin keyfiyet, "finans" isimli maliye ise kemmiyet hesaplarını yürütür. Ve her iki iş şubesinin ihtiyacı, iptidaî çapta birazcık bilgiyle, talî mikyasta bir parçacık zekâdır. ARAYICILIK, BULUŞ ve KEŞİF HÜNERİ... İşin iptidaî ve talî cepheleri dururken "âli"sinden vazgeçtik.

İşte başımızdaki idare bu bahislerde ilkokul talebesinden daha bilgisiz ve bir erken bunama hastasından daha akılsızdır.

İlk önce şu "enflâsyon" denilen facia! Bin kere kaydettik ve bazı politikacılarca benimsendiğine şahit olduk ki, "enflâsyon" piyasanın para ihtiyacını sulandırmak ve nihayet bataklığa çevirmek suretiyle ceplerdeki kıymet vahidlerini ceplere el atmadan nispetler boyu düşürmektir ve kıymet araklamanın en hain şeklidir. Piyasayı takati üstünde para mevcuduna boğmak, bir çocuğa taşıyamayacağı ağırlığı yüklemek olur ki, o çocuk, bazı fânî marifet gösterilerinden sonra yatağa düşmeğe mahkûm kalır.

Hükümetin ulu-orta para basma selâhiyetini kaldıracak; onu hükümet üstü bir müeyyideye bağlayacak ve resmi ağızlarda "enflâsyonla mücadele" iddiası şeklinde yorumlayacak kanun...

1930-1940'daki kıymetler muvazenesine göre 3000 misli artan para mevcudunu, 1300 misli yükselen altunu, 1000 misli kabaran et ve 3000 misli pahalılaşan ekmeği ve bunların ardında 100-200-300-500 misline varan öbür maddeleri hizaya getirip pahalılığı muayyen bir nispete oturtucu ve ücretleri ona göre belirtici kanun...

Millî geliri en yüksek haddine erdirici tedbirlerle yanyana, gideri kıt-kanaat seviyeye düşürücü kanun... Tâ ki nisbetler ve muvazene sun yerleşinceye kadar!..

Kristof Kolomb'un yumurtasını deliler gibi sivri ucu üzerinde durdurmaya çalışıyorlar... Bu işin tek mânâsı "denge sırrı”nda; ve tek çaresi yumurtayı ister masaya çarparak, ister hokka içine yerleştirerek durdurmaktadır. Ve büyük hesaplara, ilmî tetkiklere girişmeksizin işi küçük bedahet anlayışlarıyla yürütmek, yüksek matematik heveskârlığından vaz geçip önce şu aritmetik dairenin hakkını vermek:

Evvelâ parayı dengeleştirmek... 1940 yılına kadar bu denge vardı, ikinci Dünya Savaşı yıllarında pekmez küpünün üstüne terkos suyu boşaltılmaya başlandı; fakat lezzet bilhassa 1950 Demokrat Parti iktidarına kadar bozulmadı. Demokrat Parti devresindeyse şartlar daha ağır zaruretler getirdiği hâlde denge namusu korunabildi; dolar hazretlerine "senin hakkın 2.8 liradır!" denilebildi ve Türk Lirası bütün cihan alım-satım piyasalarında bu nispete göre bir haysiyet korumakta devam etti. Para mevcudu 3 ve bütçe 7 milyara çıktığı zaman bu rakamlar bazılarına "fenomenal-dehşet verici" göründü ama dengeyi zedelemedi. 1940'dan öncesine göre de kıymetler 8-10 misli yükselmekten ileriye gidemedi. Bütçe ise, bir sürü yatırım dolayısıyla yine aynı seviyede iki yakasını bir araya getirebildi.

1960 gece baskınından sonra 1940'a nispetle pahalılık 200 misline çıkmıştır. Para mevcudu ise 500 misli... Bu, pekmeze katılan terkos suyunun her 500 gramında ancak 1 gram cevher kaldığının riyazi ifâdesidir. Altun ise (yine insaflı) ancak 350-400 misillik bir terakki(!) belirtiyor. Demek ki, ne yapıp yapıp, hattâ "Millî Görüş" tekerlemesi yerine bir "Millî Çile" çığırı açıp mevcut emisyon hacmini en aşağı yarı yarıya indirmek ve altunu ortalama 1000 lirada perçinlemek icap ediyor.

Ondan sonra yeniden bir ücret tanzimi ve aynı nispetin, bütün kıymetlere cebirle, zorla teşmili... Bütün kıymetler buğday ve ekmek değeri esas tutularak bundan 40 yıl önceki -1940'daki- nispetlere göre birbiri içinde denge hizasına sokulacaktır.

Peşinden, hayatî unsurlar hariç, bütün ithal eşyasına ve hayâlî yatırım harcamalarına paydos! Mutlaka dengeli ihracat ve ithalât... Ve mutlaka, GİDER'e değil, GELİR TEMELİNE DAYALI DENGELİ BÜTÇE.

Bu inkılâp hamlesinde, fertlerin giyecek ve yiyeceklerini listeleştirmeye kadar varıcı bir devlet müdahaleciliği; ye olmadan olmanın serbestlik hakkı olan bunak ve yatalak demokrasi anlayışına sırt çevirme mânâsı vardır.

Eskinin 1 lirası 1979'un 100 lirası hesabıyla bir "revalüasyon"a gidilecek, bunun için % 50'ye yakın bir mevcut eksiltmesi yapılacak, altun 1000 lirada dondurulacak ve 1939'a kadar kıymetler ve fiyatlar nispeti hizaya getirilecektir. Maaş ve, ücretler ona göre nizamlanacaktır. Bu muvazeneyi bozan her türlü zümrevî ye ferdî ihtikâr teşebbüsleri vatan ihaneti suçuyla cezalandırılacaktır.

Her sahada mutlaka gelire göre gider kanunu yürütülecek ve en başta petrol, memleket kapasitesine iş ve hareket kifayeti aranacaktır. İsterse Cumhurreisleri, gidecekleri yere at arabasıyla gidip gelsinler.

Bütün sahte üretim ve haddini tefritten ifrata kaçıcı özenti davranışları kesilecek ve her istihsal işinde, tırnağın bünye içinden uzayışı ve kerpetenle çekilerek uzatılamayışı hikmetine uygun bir iktisadî idrak getirilecektir. En başta, paraya yalancı bir deveran sür'ati sağlamak için girişilen gülünç ve lüzumsuz inşaat ve imalât, yankesiciler gibi tutuklanacaktır.

Toprakla arası açılan köylünün Moğol ordugâhları hâlinde büyük şehirler etrafına çektikleri muhasara halkası kaldırılacak ve bunlar icap ederse zorla topraklarına iade edilecek veya topraklandırılacaktır. İKTİSADÎ TEMEL, BİTKİSİNDEN HAYVANINA KADAR ZİRAÎ KABUL EDİLECEK, bunun ötesinde sanayileşmeye ancak tedriç kanunu içinde, kâşif kafalar yetiştirecek ve onlara makineleşmenin çilesi öğretilerek kıymet verilecek ve bugünkü çıkartma kâğıdı sanayii (montaj sanayiinden de beter), hayâlden gerçeğe aktarılacaktır.

Sade maddî tedbirlerin değil, ruhî ve içtimaî nice müessirin sentezi" içinde sağlanabilecek olan iktisadî kalkınma sırasına göre halka en ağır saha ve katlanışları, "anestezisiz ameliyat gibi tatbik edilme yolundan geçirilecek ve hürriyetin ne olduğu anlaşılmak isteniyorsa, bir Başbakan’ın evinde kaç kap yemek yediğini sormak hakkı, onun patlayasıya yemek hakkından üstün tutulacaktır. Ve böyle bir iktisadî ahlâk ekolüne temel attırmaya bakılacaktır.

Mal ve mülk Allah'ındır; kul elinde emanettir ve onun dağıtım ilim ve ahlâkına malikiyet esastır. Bu nur ve cevhere malik kafalardan Başbakanlığa bağlı bir heyet kurmak ve onu "Plânlama"nın yerine oturtmak lâzımdır.

Enflâsyon olduğu yerde perçinlenecek, para mevcudu kuruşu kuruşuna ilân edilecek ve mevcuda tek metelik ilâvesi bile hususî bir kanunla, Anayasa ve Danıştay selâhiyetinde bir teşekküle veya Meclis müsaadesine bağlanacak... Yâni para basmak hükümet tasarrufu olmaktan çıkarılacak... Sıkıştığınız vakit millete, bankalara, şişkinlikten patlamak üzere plan zengin kapitalistlere el açabilirsiniz; fakat mevcuda metelik ilâve edemezsiniz! Varlık Vergisinin zamanı bugündür!..

İkinci Dünya Harbinden önceki devreye âit fiyatlar dengesine, o zamanın 1 kuruşu 1980'nin en aşağı 1 lirasına tekabül edecek surette ve BUĞDAY KIYASI VAHİDİ üzerinde nisbetleri kurmak ve kıymetleri, evet, en aşağı 100 misli ile hesap etmek... Maaş ve ücretleri hesapta 100 misli bile adaletli değildir, tam 200 misli yükseltmek gerek... O zamanın 50 lira ücret alan memuru bugün 10 bin lira almalı, 250 lira alan mebus ise 50 bin lira... Bugün o zamana nisbetle ekmek 150, et 500 misli pahalılanmıştır... Bazı unsurlar 1000-2000 misli bir yükseliş kaydederken, bazıları da 100 mislinde bocalamakta ve kıymetler dengesi dünyada hiçbir hercümercin belirtemeyeceği bir kargaşalık belirtmekte... Bu hâl, hâlâ üzerine varılamayan ne zalim bir ihtilâl! Bu ihtilâli cebren ve kahren nizâma sokacaksınız!..

Türk lirasının düşürülmesi sayesinde elde edilecek büyük krediler büyük kısmıyla hayatî yatırımlara tahsis edilir ve gümrükler "olmazsa hayat durur!" gibilerden başka her türlü fantazik eşyaya kapatılırken, 1940-1980 arası fiyat nisbet ve dengesinin tam 100 mislinde istikrar bulmasını sağlamak ve bu arada "revalüasyon" imkânlarını aramak... İlk iş olarak, altunun 1000 lirada yerleşip kalmasını temin etmek...

Petrol davasını müthiş bir tasarruf çemberi içine almak ve gerekirse öküz, at ve eşek taşımacılığına bile kıymet verici bir anlayışa ermek...

Enflâsyon ejderhasının müttefiki karaborsa yılanının başını, "muhtekir melundur!" hadîsi gereğince ezmek...

Hakikatte bir refah faktörü iken sırf enflâsyon köpürtüşleri yüzünden doğan ve her köşede gökdelenler inşasına dökülen ve "montaj sanayiinin rezaletine, yalancı imallerine (bilhassa oto) ve korkunç bir banka iptizaline kadar giden sahte deveran hızına paydos!..

Mutlaka geliri nemâlandırmak... Mutlaka gelire göre gider kanununa baş eğmek...

Şişmiş ve urlaşmış sermayeleri kontrol etmek... Gümrükleri kapamak ve toprağı çalıştırmak...

Kamu İktisadî Teşebbüsleri: KİT... Hazineye kâr sağlaması, hiç değilse geliriyle gideri denk olması gerekirken her yıl milyarlarca lira zarar kaydeden tersine işleyici müessiseler... KİT, devletin aslî devletlik mahiyet ve faaliyetine dahil olmayan ve pekâlâ hususî şirketlere devri mümkün bulunan teşekkül olduğuna göre zarar etmesi de ne demek?.. KİT zarar etti mi, maliyetleri asgariye indirmek şartıyla üretimini değerlendirir ve hiç olmazsa dengeyi sağlar ve geçer gidersiniz!

Olmadı mı, o teşekkülü başınızdan savarsanız; yine olur!

1940 yılına kadar para mevcudu 150 küsur milyondu; devlet bütçesi de bir o kadar... 1933'de İngiliz lirası Türk lirasıyla başabaş ve 10 Frank 1 Türk lirası...

Paraların üzerindeki fotoğraf İnönü'nün kellesiyle yer değiştirdikten sonra, "emisyon-para basma" başladı ve 1950'ye kadar birkaç milyarı geçmedi. Demokrat Parti iktidarının başında Dolar 280 kuruşta karar kılarken, aynı iktidarın sonunda (1960) çıka çıka ancak 9 liraya tırmanabildi. Para mevcudu ise 3,5-4 milyar seviyesinde mıhlandırılabildi. Demokrat Parti iktidarının ikinci yarısında bütçe 7 milyar'da karar kılarken, bu tedrici büyümeye tam bir sıhhat gözüyle bakıldı ve bu hâle bir şişme değil, semirme teşhisi konuldu.

Bu devrede pahalılık, herşey birbiriyle mütenasip olarak l'e on nispetinde muhafaza edilebildi.

O günlerde Dolar evvelki nispet ölçüsüne göre liramızı 3 misli aşarken nihayet 9 misli üzerinde durmuş, bugün ise 70 misile çıkmıştır.

İdeal cemiyet, hem mülkiyetin, hem de mülkiyetleri urlaşmaktan uzak tutucu zabıtanın bir arada yürütülmesinde kıvamım bulur... Bileklerini dışarıdan kilitletecek kadar zavallı liberalizma ve kapitalizma yerine, vicdanları kelepçeli patronların belirttiği nizâm... Ancak bu nizâmdır ki, mülkiyetçilikle iştirakçiliğin arasını bulur.

Zamlar, fiyatlara durduğu yerde bir ekleme değil, paranın düşürüldüğü seviyeye göre kendi kendisine meydana gelen "şu mal ne eder?" tarzında bir kıymetlendirme ve muvazenelendirmeden başka bir şey değildir... Meselâ 1 Dolar 70 lira edince, filân ve falan şeyler de şu-bu eder.

Bakkalı olmayan yerlerde bile banka şubelerinin boy göstermesi ispat eder ki, artık bankalar, tabiî ticaret ve sermaye hareketlerini kuvvetlendirmeye ve bellibaşlı hadler içinde şehir ve büyük kasabalarda iş görmeye memur müessiseler olmaktan çıkmış, habire kabaran enflâsyon bataklığını pompalarla çekip birkaç elde toplanan hain ve sömürücü kapitalizma cellâtlarının eline teslim edici birer mezbaha hâline getirilmiştir.

Bu sene devlete şu kadar milyar vergi verdiğini ilân ettirmekle ve eski rekorları kırmakla övünen ve birbiriyle kemmiyet yarışına çıkan mecmuu iki hâneli bir adet sınırını aşmaz hain kapitalistler, kıydıkları millete karşılık, pay verdikleri hükümetin gafletinden ne kadar faydalansalar yeridir.

Zira bizim anladığımız mânâda hükümet, hem ferdî mülkiyeti sayan ve koruyan, hem haklı kazanç ve sermaye gelişmelerine yol açan, hem de aynı sermaye urlaşmasına mâni olan, aynı hain "oligarşi-küçük zümre hâkimiyetine karşı çıkan, onun hep aynı istismar metoduyla devlet gafletini sömürmesine imkân vermeyen ve en ulvî mizânla iş gören müessisedir.

Sömürücüden pay almak yerine onun bütün varlığını, gerektiğinde avuçlayacak ve âdil dağıtım emrine verecek devlet!..

İnsan gücünü değerlendirme diye bir şuur kalmamış, Avrupa ülkeleri verimli olabilecek işçilerimizi ham beygir kuvveti olarak ve "insan nasıl çalıştırılır, görün!" gibilerden milyon üstü bir kadro hâlinde çekmiş, bunlar devlete ve istismarcı dernek ve partilere bahşiş verir sağmal inek kıymetine ulaştırılmış, üstelik ana yurtta şu kadar milyon işsiz ve birbirini yağmalayan bir halk, ne yaptığını ve ne yapacağını bilemez olmuştur.

Bu hâlin ismi, izmihlâlden, inhilâlden, koca bir vatanı satılığa çıkarır bir duruma düşürmekten, cinnetten, hıyanetten ötede bir şeydir. Ve tek kelimeyle tek sebep, âmil, bâis, müessir, sadece ve sadece enflâsyondur.

Nüfusumuzun ufak bir kısmını teşkil eden bir nevî esnaf, tüccar, iş adamından ibaret, sömürücü, kan emici, kurutucu kadrolar dışında, milletçe açız veya aç yaşıyoruz! Üstelik farkında olmayarak, şuursuzca... Zira şehir ve kasabaları bürüyen korkunç ahlâksızlık, ruh müeyyidelerinden yoksunluk ve bunların davet ettiği sarhoş ve muvazenesiz hayat bize açlığımızı unutturmakta ve hemen yüz binlerce aile, geçimini ahlâk dışı yollardan (fuhuş, rüşvet, hırsızlık) sağlamaya bakmaktadır.

Esas açlığımızı hatırlamayış, şuurlaştıramayışımız da, belki belâların en büyüğü hâlinde, tepki kabiliyetimizi körleştirmekte, idarecilerimize bir nevî teselli vesilesi olmakta ve her ân bu hâle devâ bulma, ihtimalini uzaklaştırmaktadır.

Her türlü ahlâksızlık tertibinin şuurunu körlettiği bu gizli açlık, bir gün herşey normale doğru gider de şuur kazanacak olursa vay hâline başta bulunan idarenin!..

Orgeneral Cemal Gürsel, "ot satmakla iktisadî refah yerine gelmez!" buyurmuştu... Baştan başa bir sanayi plâtosu olan Amerika bile ot bakımından dünyanın en büyük müstahsillerinden biridir; ve sıkıştılar mı "açız!" diye çığlığı basanlara şilep kervanlarıyla bol bol ot gönderir.

Demek ki dava, ot (hububat) veya teneke (mamul eşya) satmakta değil, ekonomisinin temelini bunlardan birine dayayabilmekte; ve öbürünü, ya içeriden, ya dışarıdan, açık vermeden devşirebilmektedir.

Salih Mirzabeyoğlu, Parakutâ’, İBDA Yayınları, İstanbul, 1997, s. 224-234.