Savaş gemilerini yeşile boyayamadık lakin ticaret gemilerini boyama imkânı buldum. Akdeniz’de gemimizin bakımını yaparken gemiciler ile birlikte boyaya katılarak bilfiil gemimizi boyadık. Her ne kadar türbe yeşili olmasa da pırıl pırıl bir gemi haline getirdik.

Bu tabirin anlamını birçok kişi bilmeyebilir. Fakat benim için çok önemi vardır. İşte bu yüzden hiç üşenmeyip fırçayı boyayı alıp gemimizin boya işine bizzat katıldım. Denizci arkadaşlarıma da şunu söylemeyi unutmadım: “Evet savaş gemilerini yeşile boyayamadım lakin işte görüyorsunuz ticaret gemilerini yeşile boyuyorum”.

“Yeşile boyamak” tabirinin mecaz anlamı vardır. Zaten asıl bunu anlatmak için bu sözleri söylüyorum. Bu tabirin manasını Bahriye mektebinde okurken öğrenmiştim. Meğerse “gemilerin yeşile boyanması” demek, insanların dinî ibadetlerini gemilerde de yapması, demekmiş. İsterseniz bunun hikayesini anlatayım:

1983 Yılında Deniz Harp Okulu öğrencileri içinden seçilen bir grup ile Ankara’ya Kara Harp Okulu’na gelmiştik. “Cumhuriyetin 60. Yıl Kutlamaları” için tören geçişine katılacaktık. Başımızda “Yedi Bela Bahri” lakaplı bir bölük komutanı vardı. Deli dolu bir adamdı, ne zaman ne yapacağı belli olmaz, adı üstünde belalı bir tipti.

Tören hazırlıklarını yaparken bu komutanla iyice kaynaşmış gayet güzel günler geçiriyorduk. Bu sırada öğrencilerden birisi Yedi Bela’ya bir soru sordu: “Komutanım bizim okulumuzda niçin cami yok? Kara Harp Okuluna ne güzel cami yapmışlar hâlbuki”.

Yedi Bela, hiç beklemediğimiz bir cevap vermişti: “Eğer Bahriye mektebinde cami açarsak savaş gemileri yeşile boyanır.” Daha sonra ne demek istediğini de anlattı. Öğrenciler namaz kılarsa çok kötü olurmuş, İrticaya taviz verilirmiş ve dahi birçok zırva...

O güne kadar belalı bir tip olmuş olsa da değer verdiğim bu zavallı bölük komutanı, gözümden öylesine düşmüştü ki; aradan 34 yıl geçmiş olmasına rağmen bu sözü kulaklarımdan gitmedi. Sadece Bahri Yüzbaşı değil, o kadar dinden ürkmüş ve ürkütülmüş insan vardı ki. İnsan ürkmesi, hayvan ürkmesine benzemezmiş.

“Neden böylesine ahmakça sözler söylüyorlar ve neden dindar insanları öcü gibi görüyorlar?” sorularına yıllarca cevap aramaya çalıştım. Bazı sebeplerini bulduğumu zannediyorum. Kısaca şöyle denilebilir; ordunun dindar olmasını istemeyen gizli bir komitenin aldatması nedeniyle böylesine acı sözleri işitmiştik.

Aradan yıllar geçti. Mangalda kül bırakmayan siyasetçiler ortaya çıktı. İnançlı askerlere yapılan baskıları ortadan kaldıracağını iddia eden şimdiki gibi nice siyaset adamını tanıdım. Hükümetimiz gibi, Erbakan, Demirel ve Özal gibi zatlar; sanki askerlik kurumu ile ilgili vaatlerde bulunmamış gibi koltuğa oturunca hemen verdikleri sözleri unutuverdiler. Onların hiç olmaz ise bir mazeretleri vardı “tek başımıza iktidara gelemedik, ondan dolayı bu zulmü bitiremedik” diyorlardı. İşin kötüsü ordudan atılan dindar asker sayısı her geçen gün daha da arttı.

28 Şubat döneminde ise zirve yaptı. Benim de içinde bulunduğum onbinlerce asker sırf eşi başörtülü diye ordudan atıldı.

Bu dönemde FETÖ örgütü öylesine palazlandı ve güç kazandı ki, işte içine düştüğümüz durumu görüyorsunuz, içler acısıdır. Sivil toplum örgütleri kurarak bu fena durumu önlemeye çalıştık lakin çok az yol alabildik. Faşist darbeci generaller her dönemde olduğu gibi yine iş başında ve aktif olarak din düşmanlığı yapmaya devam ediyorlar. Hem de hiç utanmadan yüzleri kızarmadan. Ar ve haya duygularını yitirmişçesine dine ve dindara olan husumetlerini devam ettiriyorlar.

Hükümet yakınları “artık kadın askerler bile başörtüsü takıyor” diyerek kimi kandırıyorlar, bilemiyorum.

Bu memleketin erkeği bitti de sıra kadınlara mı geldi. Başörtülü veya örtüsüz bizim kadın askere ihtiyacımız mı var? Bizim imanlı ve Allah’tan başka kimseden korkmayan “dindar askerlere” ihtiyacımız var.

Cumhurbaşkanlığına, Başbakanlığa yazılar yazarak askeri okullarda cami açılması için çok gayret ettim. Bana cevap olarak adeta dalga geçercesine “mescidimiz var” diye akıllarınca icraat yaptıklarını gösterdiler. Bazı gaflette olan yöneticiler şunu iyi bilsinler ki, bu millet; kendileri gibi saf değil. Kimin ne yaptığını, kimin nasıl kandırdığını çok iyi biliyor.

Halka şirin görünmeye çalışan generallerin orduevlerinde nasıl rakı devirdiklerini çok iyi biliyoruz. İşine gelmedi mi “gelip kazığa oturturum” diyen generalleri de. Daha fenası “burada rakı yok mu?” diyen amiralleri de tanıdık. Köklü reformlar yapılmadan bir yere varılamayacağını da iyi biliyoruz. Bir Feto, bir faşist generaller zaptettikleri orduyu “al gülüm ver gülüm” hesabı perişan eylediler. Artık bu sefillik biran önce bitmeli, ordumuz asli görevine dönerek halktan nasıl koparıldı ise yeniden halkımızla kucaklaşmalıdır. Bunun için de ordudan atılan binlerce insan görev bekliyor.

Elbette ABD, İsrail ve bilumum İslâm düşmanları bundan hoşlanmayacaktır. Cehenneme kadar yolları var. İsterse kudurup gebersinler. Bu ülke bizim ve sahipsiz değil... Bugün başta Erdoğan var. Eğer beceremez ise başka becerecek yiğit çıkacaktır elbette. Vaatlerini unutan, halka sırtını dönen her kim olursa, Hakkın tokadını yiyecektir. Kahraman ordumuz dizginini Süfyan komitesinden kurtaracaktır, evelallah...

Baran Dergisi 553. Sayı