DEDİ- Gençliğin İslâm’a olan olan ilgisi, sebebleri?

DEDİM- İslâmî dünya görüşüne bağlı bir tarih ve hâl muhasebesi yaptığımızda, içinde bulunulan dönemde Türkiye’de büyük bir İslâmî zuhur, gerçek bir İslâm inkılâbı bekleniyor… Batı’ya baktığımız zaman, Batı da her alanda iflâs ettiğini, fikir, sanat ve hâl diliyle ifşâ ediyor; meselâ tarihçi Toynbee, “İstikbâl İslâm’ındır, denenmemiş bir o var!” der… Bu çerçevede sayısız örnek temin edilebilir. Meteorolojinin hava raporu vermesi gibi söylersek; ihtimâller âleminde böyle bir hâdise mevcut… İşte bu tesbit ve teşhislerin bitiştiği yerde, gençliğin İslâm’a olan ilgisi kendiliğinden anlaşılıyor; onlar, bu inkılâb zamanının insanları… Asıl hayret edilmesi ve araştırılması gereken şey, gençlerin İslâm’a olan ilgileri değil de, bu devirde nasıl olup da bazı gençlerin hâlâ İslâm’a alâka duymamalarıdır; bunlar kendi nefslerinde bir nevî tersine mucizeyi yaşatıyorlar!.. Genç, ideal mevceleri kapmaya mahsus bir anten; henüz hassasiyeti körelmemiş insan… Zaten insan inanmaya memur!..

DEDİ- İslâm’a olan ilginin işaretleri neler?.. Kemmiyet ve keyfiyet bakımından…

DEDİM- Bu apaçık bir vakıa… Zaten siz de bu yüzden buradasınız!.. Bunu tersinden de gösterebilirim… Bugüne kadar resmî kanallardan yetiştirilmek istenen genç tipini şekle döktüğümüz zaman, ortaya bir “şen sıpa” tipi çıkıyor… İnsanı bu noktada tutmak mümkün değil; işte uyuşturucu, fuhuş filân… Bizzat bu, tersinden İslâm’ı işaretliyor. Nitekim genci “şen sıpa” çizgisinde tutamayınca, resmî kanallar İslâmî motiflere başvuruyorlar; İslâm’ın istismarı söz konusu, İslâm’a hizmet değil… İşte “muzur yasası”; bataklık dururken, sivrisinek öldürmeye yeltenme…

DEDİ- Müşahhas olarak bu ilginin işaretleri…

DEDİM- Başta yaptığım tesbit göz önünde tutulursa, farenin Walt Disney’e çizgi filmi ilhâm etmesi gibi, vesile plânında her şey imân sebebi olabilir… İmân, kendi hakikatini izâh eden bir kavram; şuna buna bağlanmadan önce, tıpkı “düşünüyorum, öyleyse varım!” gibi, insan varlığının aynı… Gençlik, kendi varoluşunun hakikatini İslâm’da buluyor ve müslüman oluyor. “İnsan inanmaya memur”, dedim; bu mânâda 20 yaşındaki ihtiyara mukabil, ruh adaleleri şiş şiş 75 yaşındaki Necip Fazıl da var… İmânın bir tarifi var; zevken idrak. Bugün gençlik, İslâm’a yönelirken hâlinin izâhını yapamasa da, şu veya bu sebeble hakikatinin İslâm’da olduğunu görüyor…

KURTULUŞ YOLU KURTULUŞ YOLU

DEDİ- Müşahhas olarak…

DEDİM- Söylediklerim son derece müşahhas!.. Gayet tabiî, adres verir gibi veya muhbirlik yapar gibi, şurada şöyle yapılıyor, burada böyle yapılıyor diyemem… O, sizin gazetecilik marifetinize giriyor!.. “Vesile plânında her şey imâna sebeb olabilir” dedim. Meselâ adam şu veya bu sebepten müslüman olmuş, kendisine sorulunca bir şeyler söyleme ihtiyacı hissediyor; “bunalıyordum, sıkılıyordum, şimdi müslüman oldum, mutluyum!” gibi… Burada bir nevî “kerhen imân” gibi bir mânâ doğuyor!.. Yâni, bende esrar, içki, kadın vesaire gibi şeyler olmadığına göre, müslüman olmama gerek yok gibi!.. Oysa imân asıldır, gerisi vesileye girer; her şey vesile olabilir…

DEDİ- 12 Eylül’den sonra… Yurtlarda yapılan faaliyetler?..

DEDİM- Her siyasî olay, sosyal olaydır; ama her sosyal olay, siyasî değildir… Bunun gibi, Müslümanım diyen her fert, Müslümandır; ama İslâm’ın hakikatine nisbetle, şuradadır, buradadır… Gayet tabiî bu mevzuda dışımdaki adama kendi camiamızın aleyhine bir şey söylemek istemem; kendi iç hesablaşmamız, işin hakikatinin ne olduğu bizim kendi meselemiz… Söyledim: Her şey vesile olabilir… İnsan ihtiyaçlarının temelinde var olmak arzusu yatar; ve sıkıntının temelinde de bu var olmak arzusu var… Sıkıntı esastır: Genç, kendi varoluşunun hakikatini İslâm’da bulduğu için müslüman oluyor. Yâni, “müslüman oldum, tamam sıkıntım bitti” diye bir şey yok; varoluş çilesini aslında çekmek var… Bu mevzuda hadîs de var: “Bir günü bir gününe eş geçen aldanmıştır”… Meseleyi hemen müşahhas plâna aktarayım: Bir av köpeği yarım saat su dolabına bağlansa, yorgun ve mutsuzdur… Buna karşılık 6-7 saat avda koştursa, yorgundur, bitkindir, ama tabiatına uygun bir iş üzerindedir…

DEDİ- 12 Eylül’den sonra, sayı olarak artış, nitelik bakımından da gelişmeye sebeb olmadı mı?..

DEDİM- Bir kere, gençlik hareketi bugünün meselesi değil ki, gûyâ Özal iktidarının desteğiyle gelişiyormuş gibi gösteresiniz… 1975 ve 1978’deki büyük patlayışların, tıpkı açıkta kopan fırtınanın zamanla kıyıya vurması gibi, sizin tarafınızdan yeni olarak görülmesi… Bugün zaten ben, sizin ilgilendiğiniz gençliğin tavanında bir yerlerdeyim; siz üniversite gençliği ile alâkalısınız. İBDA, yürüyen Büyük Doğu’yu temsil ediyor; bu mânânın üniversite plânında tecellisi de, henüz kendini ifâde şeklini bulamamış geniş bir kesimin, onu bu vasfıyla tesbit eden ve ifâde şekline geçen TAVIR’da görülüyor… Büyük Doğu’nun teknesinden su içmiş milyonların içinde, tecelli imkânı bulmuş… Demek ki, başta yaptığım tesbitin müşahhas ifâdesi üniversite plânında TAVIR’da. Aslında sol, temel meselelerden habersiz; dünya sol fikriyatına da hiçbir katkıları yok… 5. sınıf tercümelerin, 15. sınıf yansımasından meselelere giriyorlar… “Diyalektiğin yasalarını say!” desen, 4 tane adam çıkmaz. Aslında orada bir şey olsalar, benim onlara söyleyeceğim çok şey var!.. “İslâm zıt kutublar arası muvazenenin üstün nizamıdır!” diyorsun, dönüp de “bu ne diyor?” diyen yok!..

DEDİ- Ama 12 Eylül’den sonra sola hürriyet kalmadı… Halbuki…

DEDİM- Canım. 12 Eylül’le ne alâkası var!.. 12 Eylül’den önce neredeydiler?.. Siyasî itiş kakışlar dışında mücerret tefekkürden haberleri yok!.. Ne Batı tefekküründen anlıyorlar, ne İslâmî… Adam, “zamanın maksadı yoktur!” diyor, bu kafayla da Cumhuriyet gazetesinde her gün akıl veriyor; öyleyse n’oldu marksist diyalektiğin yasaları?.. Ondan sonra da ileri-geri tekerlemesi… Bilmem ne hoca şöyle yaptı, böyle yaptı; senin, sırıttığın o adamdan ne farkın var… Birbirlerine bilgiçlik yapmak için, “söylediğin Aristo mantığına uygun olabilir, ama marksist diyalektiğe değil” derler; marksizmin mantığı yok ki!.. İşte mesele!.. En büyük revizyonist Lenin’dir; iradî müdahaleyle tabiî akışın dışında ihtilâl yapmıştır… İşte “irade” davası… Yok ki!..

DEDİ- Başka kimlerle görüşebilirim?..

DEDİM- Şimdi durumunuz şuna benziyor: Hacıbekir’e gidiyorsunuz ve “acaba nerede lokum bulabilirim?” diye soruyorsunuz… Ben İslâmî mücadelede bir tarafım: “Şuna gidin!” desem, takdim ediyormuşum gibi olur; olmaz… “Şuna gitmeyin!” desem, o zaman da camianın dışından birine bir müslüman aleyhinde bulunmuş gibi olurum; olmaz… Kime gideceğiniz size kalmış bir şey… Daha önce de söyledim: Bir adam “balık 4 ayaklı olduğuna göre” diye söze başlarsa, anlarım ki o adamın balıktan haberi yoktur, mevzuun içinde değil… Meselâ, “bir yandan tarikatçılar, bir yanda şeriatçılar” diye lâflar… Tasavvuf, Şeriat’ın dışında bir şey değil ki!.. Bunları bilmeniz lazım!.. Kendisinden kıl kadar ayrılınca ortada hiç kalmayan bir şey varsa, o da Şeriattır; Necip Fazıl’ın vefatı meselesinde göreceksiniz… Necip Fazıl’ın, Şeriattan kıl taviz vermeden onu eşya ve hâdiselere hâkim kılmanın dünya görüşünü örgüleştirmiş adam; gece rüyâlarında Atatürk’ü görecek kadar ona hayran olduğunu söyleyen budala, Necip Fazıl’ı anlatmaya yelteniyor!.. Burada Necip Fazıl’ın istismarı söz konusu… Irkçısı, işkembecisi, bilmem necisi!.. “Müslümanım ama, Şeriatçı değilim!” diyor; “güneşe evet, ışığına hayır!” der gibi… Ben hiçbir zaman fikri şahısların hâline bakarak mahkûm etmem: Açık söyleyeyim, Türkiye’deki marksistlerin hâline bakıp da marksizmi bunlara nisbetle ele almam… Yok Özal iktidarı zamanında bilmem ne oluyormuş: Adam İslâm’a hizmet olsun diye yapmıyor ki!.. Burada İslâm’ın istismarı söz konusu… Gelişime mâni olamayınca, işi pasifize edici şekillere döküyorlar. İşte Doğu’daki hâdiseleri biliyorsunuz: Üzerinde âyet yazılı kâğıtları atıyorlar, çünkü halkı başka taraftan yakalayamıyorlar… Burada aynı şeyi ben yapsam yakalarlar!.. Soldan misâl vereyim: Halk Partisi, komünistlere fidelik etmiştir… Sol olmasına soldu, ama marksizme göre ne?.. Gayet açık söylüyorum: Marksistlerin gelişmesine yardımcı olmuştur, ama bir noktadan sonra tutucu olmuştur… “Halk Partisi marksistti!” demek aklımdan geçmez!.. Said-i Nursî Hazretleri’ni, Süleyman Efendi’yi süründüren zihniyet, onların arkasından bu potansiyeli pasifize edici şekillere sürmek için kulüp tutar gibi yardımcı olmuştur… Biri, fertlerde imanı korumaya yönelik, diğeri Kur’ân’ın kaldırılmak istendiği zamanda militanca faaliyette bulunmuş... İslâm’ı eşya ve hâdiselere tatbik edici bir dünya görüşü söz konusu olduğu zamanda, sanki iş şahsın büyüklüğü-küçüklüğü davasıymış gibi, bu mesele bazı kanallardan teşvik görüyor!.. Burada bir istismar söz konusu!.. Gayet açık olarak söylüyorum: Bugün İBDA, Said-i Nursî Hazretleri’nin rüyasını gördüğü bir temsil plânındadır ve bu mânâda İBDA’nın kadrosudur! Büyüklük veya küçüklük davası değil ki bu!.. Meselâ, İslâm tasavvufundaki “Vahdet-i Vücut” yolunun âdeta fizik açısından isbatçısı olan Aynştayn gibi muazzam bir dehâ müslüman olsaydı, İBDA’nın kadrosu olurdu; yâni onun muazzam ilmi ve kafasından dolayı “Aynştayncılar!” diye kraldan çok kralcılık olmaz!.. Ak Şemseddin Hazretleri, Fatih’in şeyhidir; ama öbür yandan devlet plânında onun idaresinde görünür!.. Şimdi bakıyorsun, falan veya filân partinin arkasına takmak için oy kaygusuyla yapılan istismarcı hareketleri, İslâm adına yapılmış gösteriyorsunuz; her şeyden önce bu istismara İslâm adına ben karşıyım… İsmini söylememe gerek yok: Serseri, oraya çıkıp, “1400 sene önceki kanunlarla mı?” diyor… Senin aklın kadarını bilemeyen Allah’a imân olur mu?.. Bu, kendi yonttuğuna tapmaktan farksız bir putperestlik değil mi?.. Ama bu tip adamları bile İslâm’a hizmet eden diye göstermek, bazılarının işine geliyor… Oysa istismar söz konusu; işte, İslâmî motiflere başvurmak ihtiyacı bile, tersinden, bahsettiğimiz mânânın göstericisi oluyor!..

DEDİ- Peki, bir şey sorayım… Dışarıdaki hâdiselerin Türkiye’de İslâmî harekete tesiri olmuyor mu?

DEDİM- Güzel bir soru… Her şeyden önce şunu söyleyeyim: Gerçek bir İslâm inkılâbı Türkiye’den bekleniyor… Dışarıda İslâm ülkelerindeki hareketler, her şeyden önce bir arayış ve ihtiyacı gösteriyor. Halkı müslüman, bir avuç küfür idarecisi… Veya gerçek İslâm inkılâbını temsil etmez devletler… Burada bir Batılı yazarın tesbitini belirtmek yerinde olur… Diyor ki, “bugünkü Avrupa’yı var eden husus, İslâm’a mukavemet ve İslâm’ı taklittir!”… Bugün Avrupa’nın İslâm’a mukavemeti söz konusu değil, çünkü boyunduruğu altına almış… Taklide gelince; ortada taklit edeceği bir şey yok… Yâni bir nevî, İslâm ülkelerindeki çöküş bugün onların da çöküş sebebi; hâlleri tersinden hakikatin İslâm’da olduğunu gösterici!.. Tabiî dışardaki hâdiseler (İran) ajite edici olarak kullanılır… Meselâ benim üniversitede bulunduğum yıllarda komünistler, en çok Vietnam’ı işliyorlardı… Bunun dışında meselâ Avrupa’da Roger Garaudy gibi bulunduğu yeri dolduran gerçek fikir adamlarının müslüman oluşu, gayet tabiî burada özendirici oluyor… Zaten Türkiye’deki sol, fikirde bir şey olsa, tabiî gelişimi içinde İslâm’a varır… Müntehasında bunu görür!..

Salih Mirzabeyoğlu, Adımlar “1984’den 1996’ya”, s.27-33.